Mümim Cana Yakındır
Ashâb-ı Kirâm’dan birisi, güzel bir vadiden geçiyordu. Vadideki suyun tadı çok hoşuna gitmişti. Manzaradan da oldukça etkilenmişti. “İnsanlardan uzaklaşıp şu vadiye yerleşsem” diye düşündü. Resûlullah’a giderek niyetini açıkladı. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ona, böyle bir şey yapmamasını söyledi. İnsanlarla omuz omuza verip Allah yolunda mücadele etmenin, evinde tek başına yıllarca ibadet etmekten daha faziletli olduğunu buyurdu.1
Evet, kıymetli kardeşler; Yüce Rabbimizin eşsiz nimetlerle donatıp bizlere sunmuş olduğu bu güzel dünyamızda, zaman zaman hepimizin hadiste geçen sahabe efendimizle aynı düşüncelere daldığı oluyor. Sonuçta insanoğluyuz, sükûnete, huzura, konfor ortamında kalmaya daima meyilliyiz. Fakat bizim bir idealimiz bir misyonumuz ve de bir vizyonumuz var, mümin olmamız hasebiyle, en azından rotamızı belirlemeliyiz. Bizler hangi amaç uğruna yaratıldık, hangi amaca hizmet için yaşıyoruz. Bu modern çağda, hızla akan zamanın telaşesinde, dümenimiz kimin elinde?

Hz. Âdem’den (a.s) bu yana tüm peygamberler, insanlığı bir amaca; yine onların faydasına olacak olan dünya ve ahiret mutluluğuna davet ettiler. Elbette ki bir kısmı bu çağrıyı reddedip dünyada yapmış oldukları bozgunculuklarına devam ettiler, bu kimseler yüzünden kıyamete kadar dünya üzerinde sıkıntılar hep var olacaktır. O Peygamberlere iman eden kimselerin, yani bizlerin ise takip edeceği yol apaçık ortadadır: “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.”2 buyuran yüce Rabbimiz bizlere kâmil bir din vermiş, dosdoğru bir yol göstermiştir. Tabi Allah’a karşı sorumluluklarımızın yanında bir de insanlara karşı dinimizin hayat yüklü mesajlarını yüklenmeliyiz. İnsanlardan, toplumdan kopuk, bireysel ve bencil bir hayatı tercih etmenin, ne dünyamız adına ne de ahiretimiz için bizlere bir faydası olmayacaktır. Nitekim namaz, oruç, zekât, hac ve kurban gibi ibadetlerin temelinde, Allah’a karşı sorumluluğumuzun yanında insanlarla tanışma, kaynaşma, paylaşma ve dayanışma gibi nice hikmetler vardır.

Fakat yaşadığımız bu asırda insanoğlu olarak maalesef ki kendi dünyamıza hapsolduk, bireyselleştik ve yalnızlaştık, kendimizden başkasını düşünemez olduk, yeni gelişmelerle dünyayı bir köy hâline getirip, uzakları yakın etmişken gönüllerimiz ırak oldu. Arkadaşlık, dostluk, komşuluk, hatta aile ilişkilerimiz kopma safhasına geldi, çoğu zaman da dağılıp parçalandı. Büyük aile dediğimiz dedeli nineli akşamlara, her şartta aynı ortamda sofraya oturulan geçmişe hasret kaldık. Hele çekirdek ailelerimiz birbirine yabancı, aralarına mayınlar döşenmiş, her biri birinden bağımsız, dinlemeyi bilmeyen, derdini anlatamayan, sorunların üstünü örtüp sorumluluktan kaçan, derdini-devasını bir cam ekranın arkasında geceleri uykusuz, gündüzleri uyuşuk bir şekilde, mutluluğu eşinde, çocuğunda, anne babasında, kardeşlerinde, dostlarında, onlarla birlikte küçük bir gezide bir piknikte, bir çay sofrasında ve yahut basit bir yürüyüşte değil de attığı bir gönderiye gelen beğenilerde gözleyen zavallılar yurduna dönüştü.

Bu gibi yazıları okurken çoğu zaman evet ya ailemizde, çevremizde, dostlarımız arasında maalesef böyle insanlar var, işte onlar böyle olmasalardı aslında her şey çok daha güzel olurdu diye söyleniriz. Fakat aslolan şudur ki kıymetli bir dostumun güzel bir sözü ‘İnsanlara değer verdiğin kadar değerli olursun’ öncelik hep senden olmalı. Hani derler ya ne verdin ki ne bekliyorsun, gelmeyene gideceksin bir defa, darılmışa, küsmüşe ilk selamı sen vereceksin, bir kere tebessüm edeceksin zor bir şey değil bilim adamları araştırmışlar insanoğlunun yüzü asıkken, tebessüm eden halinden daha fazla sinirler çalışıyormuş, yani daha fazla çaba gerektiren ve insanı yoran durum tebessüm değil asık surattır.

Yüce Rabbimiz bu konu üzerine efendimize hitaben şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi…”3 Bize düşen de ümmeti olmakla şeref bulduğumuz Peygamber Efendimizin yolunu takip etmek, ahlakını örnek almaktır. Şefkati ve merhameti, fedakârlığı ve kanaatkârlığı, tatlı sözü ve güler yüzü şiar edinmektir. Ailemizden başlayarak akrabalarımızla, komşularımızla ve bütün insanlarla iyi ilişkiler kurmak, huzuru ve mutluluğu; bireysellik ve bencillikte değil, Rabbimizin rızasında ve kardeşlerimizin duasında aramaktır.

Mümin Mütebessimdir
Evet, kıymetli dostlar mümin elbette mütebessimdir ki bizler “Tebessüm sadakadır.”4 diyen bir Peygamber’in (s.a.s.) ümmetiyiz.
Mümin kardeşimize tebessümle bakıp ona samimi davranmamız ve ona karşı pozitif duygular içinde olduğumuzu ifade etmemiz sadaka yerine geçiyorsa onu gülümsetmek ve pozitif duygularımızı ona da iletmek, Allah katında daha büyük bir ecir ve mükâfatı kazanmamıza vesile olmalı.

Gülmek, gönle sığmayan sevinç ve mutluluğumuzun yüzümüze yansımasıdır. Rabbim bizi ne muhteşem yaratmış! Her duygu yüzümüzde ayrı bir tabloya, resme dönüşür. Duyguların aynası olan yüz ifadelerimiz hangi duyguda olduğumuzu kolayca ele verir. Bu nedenle içimizdeki güzelliği de kötülüğü de hüznümüzü ve sevincimizi de çevremizden saklayamayız. Mümin kimse, iman nimetinin şükrünü en azından tebessüm olarak yüz ifadelerinde bir bayrak gibi taşımalı. Nitekim efendimiz her şartta tebessümü yüzünden eksik etmemiştir; bize sahih rivayetle gelen haberlerde böyle biliyoruz.

Baktığımız zaman gönderilen tüm peygamberler, indirilen kitaplar, insanları ebedi güldürmek ve mutlu kılmak için gönderilmiş, huzurun ve mutluluğun asıl yuvası ise cennet, Rabbim cümlemize girmeyi nasip eylesin. Gülmek yadırganan bir şey olsaydı cennetliklere en çok ikram edilecek rızıklardan olmazdı elbet. Her konuda olduğu gibi bu konuda da aşırı gidip tebessümün biraz ötesinde duran gülmek eylemini yasaklamak ifrattır. Daha çok düşünmek ve dikkatli hareket etmek için, mümkün mertebe iç dünyamızda hüzün ağırlıklı bir duruşa yakın olmamız gereken bu imtihan yurdunda, hayatın amacını gülme eksenine oturtup mutluluğu sadece gülmek fiilinin tekrarı sanmak da tefrit elbette. Maalesef Müslümanlar olarak birçok konuda olduğu gibi bu konuda da itidali bulmakta zorlanıyoruz. Okuduğumuz birçok eserde görüyoruz ki “Çok gülmeyin, zira gülmenin çoğu kalbi öldürür.” hadisini gülmeyi tamamen yasaklamaya kadar götürenler var. Hâlbuki burada hiç gülmeyin değil çok gülmeyin ifadesi dikkat çekici. İfrat ve tefrite düşmemek için elbette ki orta yolu Efendimizin ve ashabının hayatında yakalamalı, insancıl bir eylem olan gülmek fiilinin adabını, ayarını Efendimiz ve ashabından öğrenmeliyiz. Kraldan çok kralcı kesilip Peygamber Efendimizin mesajlarını gülmenin yasak olduğu bir dine dönüştürmemeliyiz. Eşine sert bakan, çocuğum şımarmasın diye gülümsemeyen, anne ve babasının küçük bir isteğine bile uflayıp puflayan, çevresine karşı somurtmayı, çatık kaşlı olmayı, kibirli durmayı, İslam’ın istediği vakar, gülmeyi ve tebessümü ise cıvıklık ve ciddiyetsizlik addeden kimselerden olmamalıyız.

Nice âlimler, bilginler, kendini geliştirmiş, işinin ehli kimseler gördüm, yüzlerindeki tebessüm, ortama girdiklerinde yaymış oldukları o pozitif hava beni, onların yamaçlarına oturup tecrübelerini, az ama öz olan kıymetli sözlerini pür dikkat dinlemeye itti. Ama maalesef ki bu nurlu insanların zıddı olan somurtkan, asık suratlı, bir ortama girdiğinde yaymış oldukları negatif enerji ile o mekânın havasını boğan insanlar da yok değil.

Aynı ortamda bulunduğunuzda size tebessüm eden, umut aşılayan, sizleri dinleyen ve size hayırla nasihat eden kimseleri hazine kıymetinde bilin, onlarla vakit geçirmek hayat enerjinizi tazeler. Aman ha! Daima karamsar, hep bir şeylerden şikayetçi, yapacağınız bir işi ya da hedeflediğiniz bir şeyi, nasıl yapamayacağınızı size kanıtlamaya çalışan insanlara karşı da mesailerinizi kaldırın, aksi halde enerjinizi tüketir, karamsarlığa kapılır, bir süre sonra kendinizi hedeflerinizden yoksun ve hatta onların kervanına katılmış, çevrendekileri de kendileri gibi başarısız güruha davet eden kimseler arasında bulursunuz.

Peygamber Efendimiz, daima çevresindekilere karşı şefkat, merhamet, tebessüm ve nezaket ile hareket etmiş, çevresindekileri karamsarlığa değil daima umuda davet etmiştir. Yapmış olduğu şakalarda bile doğruluktan bir an bile ayrılmamış, ümmetine alaydan, küçümseyici ve incitici sözlerden uzak nezih bir şekilde tebessüm etme ve ettirme adabını miras bırakmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.s.) ve ashabının arkadaşlarıyla şakalaştıkları çokça görülmüştür. Ashâb, Resûlullah’a; “Yâ Resûlallah, Sen bizimle şaka yapıyorsun!” demişlerdi. Resûlullah (s.a.s.): “Ben (şaka bile olsa) sadece doğruyu konuşurum; haktan başka bir şey söylemem.”5 buyurdu.
Efendimizin yaptığı doğru söze dayalı, incitici olmayan güzel ve nezih şakalarına gelince onlardan birkaçını şöyle zikredebeliriz:
Safça bir adam bir gün Resûlullah’tan binmek için hayvan istemişti. Efendimiz:
“– Peki, seni bir dişi deve yavrusuna bindirelim.” buyurdu. Adam ise hayretle:
– Yâ Resûlallâh! Ben dişi deve yavrusunu ne yapayım, o beni nasıl taşır? diyerek şaşkınlığını ifade edince latifler latifi Efendimiz:
“– Devenin küçüğü de büyüğü de muhakkak bir dişi deveden doğmamış mıdır?” diyerek aslında latifede bulunduğunu ifade etti.6
Ümmü Eymen, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) gelerek, “Kocam seni eve davet ediyor.” dedi. Peygamberimiz: “Kocan kim? Şu gözünde ak olan adam, değil mi?” dedi. (Kadın:) “Vallahi gözünde ak yok.” dedi. “Hayır, var!” buyurdu. Kadın, yine: “Hayır, vallahi yok!” deyince Hz. Peygamber: “Herkesin gözünde ak vardır.” dedi. Güzel sözlü güzel Peygamber, “ak” kelimesi ile gözün koyu renkli kısmı dışında kalan beyaz kısmı kastediyordu. Fakat bu söz, gözdeki kısmî körlüğü de ifade ettiğinden kadın, bu şekilde anlamıştı. Hz. Peygamber, bu sözüyle aynı zamanda cinas yapmıştı.

Unutmayalım; O, bizden çok daha fazla eziyet ve sıkıntılara muhataptı. O, hepimizden daha fazla açlıkla (geçim sıkıntısıyla) karşı karşıyaydı. O, en sorumlumuzdan daha çok mesuliyet ve yük taşıyordu. Bizim herhangi birimizle kıyaslanmayacak kadar kuşatıcı ve ezici problemlerin çözümüyle uğraşıyordu. Ama bizden çok farklı olarak hiç şikâyetçi değildi, suratı asık, stres yüklü, bezgin, sıkıntılı, karamsar… değildi. Her konuda olduğu gibi, o bize bu konuda da örnek olmalı. Onun bu sünnetini ihya ederek ihya olmalı, onun saadet asrını her şeyiyle zamanımıza taşımalıyız. İnsanlar içinde tebessümlü bir yüzle, huzurlu, mutmain bir duruşla bulunamayan; gece teheccüd seccadesine de gözlerinden inciler saçamaz.

Ümmetin fesâdının zirvede olduğu şu yerde ve şu zamanda, unutulan bir sünneti ihyâ ederek, şehit sevâbına ulaşalım. Çevremizdeki tüm Müslümanlara karşı neşeli, şakacı olalım. Tebessümümüz, gülen yüzümüz, huzur kaynağını bulduğumuzun ilânı, saadeti bu asra taşımanın yansıması olsun. Dilin şikâyeti, suratın asıklığı, daha çok küfrün/nankörlüğün göstergesi, stres ve ruhî bunalımlar da kalpteki nifak hastalığının belirtisi olabilir. Gülen yüzün çoğunlukla şükrün ifadesi olduğu gibi. Dilimizle sunamadığımız mesajı, hiç değilse yüzümüzle verelim. Yüzümüz davet etsin huzura ve cennete öncelikle. Yüzümüze bakan bize hayran olsun, bize benzemeye, bizim gibi olmaya çalışsın. Önce yüzümüz, sonra sözümüz nefret ettirici değil, müjdeleyici olsun!

Haydi, ne duruyorsunuz, içiniz ağlasa bile gülsün yüzünüz, sevindirin, güldürün birbirinizi! Haydi, ne duruyorsunuz, çocuğunuzun veya kardeşinizin başını okşasanıza! Eşinize latif latifeler yapsanıza! Kalbini incittiğiniz dava kardeşinize kefaret olarak, kalp tamiri cinsinden tebessüm ile sevginizi göstersenize!

Hâlâ ne duruyorsunuz, kıyamet gelmeden namazdakine benzer kıyam için gerekli donanım olarak, öncelikle içimizdeki devrimin dışımıza yansıması kabilinden tebessümü Gül Devri’nin mirası ve simgesi olarak insanlara sunsanıza… “Elhamdü lillâh!” ve “Ya Rab, sana şükürler olsun!” ifadelerini, kitabınızın başından kendi başınıza kopyalayıp yüzünüze de yazsanıza… Gül Peygamber gibi etrafınıza güller, gülücükler dağıtsanıza! Gül Peygamber gibi… Gönlümüzü güldüren Peygamber gibi… Özünde, sözünde ve yüzünde güller açan Peygamber gibi…

Kaynakça
1) Tirmizî, Fedâilü’l-cihad, 17. 2) Maide, 3. 3) Âl-i İmrân, 159. 4) Tirmizî, Birr, 36. 5) Tirmizî, Birr 57, hadis no: 1991. 6) Tirmizî, Birr, 57. ■

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?