Allah’a hamdeder, O’nun yardım ve bağışını dileriz. Nefislerimizin ve amellerimizin kötülüklerinden O’na sığınırız. Allah’ın hidayete erdirdiğini saptıracak, O’nun sapmaya terk ettiğini de hidayete erdirecek yoktur. Şehadet ederim ki, Allah tektir, O’nun hiçbir ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Hz. Muhammed (s.a.s) Allah’ın kulu ve elçisidir.

Kur’an-ı Kerim, Allah’tan gelen bir hidayet rehberi, okunan diğer kitaplardan farklı eşsiz bir kitaptır. Kur’an, güneşten daha parlak olan nuruyla insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarır, yolunu kaybetmiş olanları hidayetiyle doğru yol üzere yürütür, şifasıyla en hasta bedenleri, kalpleri ve beyinleri şifaya kavuşturur, nihayet ölü bedenleri ruhuyla diriltir.

Batının hayat standartlarının getirdiği karmaşıklık içerisinde, Müslüman’ın kendi inancını yaşaması oldukça güçleşmiştir. Batı kültürünün emperyalist etkisi, evlerin dip köşesine kadar girmiş, düşünce dünyamızı allak bullak etmiştir. Müslümanca yaşamanın heyecanı içerisinde bulunan Müslümanlar bile gerek düşünce dünyalarını gerekse günlük hayatlarını Batılı modellerin etkisinden tecrit edememektedirler. Maalesef Batılı hayatın tüm görüntüleri ışık hızıyla toplumumuza sirayet etmektedir.

Biz Müslümanlar, bilerek veya bilmeyerek Kur’ân ve Sünneti hayatımızdan uzaklaştırdık veya Kur’ân ve Sünnetten uzaklaştırıldık. Kur’ân ve Sünnete aykırı olan görüşleri, kimimiz bilmeyerek uygun görüşlermiş gibi benimsedi. Kimimiz de Kur’ân ve Sünnete aykırı olan görüşleri bilerek uygun görüşler olarak benimsedi. Bilinçli olarak bu görüşleri benimseyenler, sadece benimsemekle kalmadı, bu görüşleri yaymaya da çalıştılar, maalesef hâlâ yaymaya devam etmektedirler. Oysa Allah (c.c.) hidayet rehberi Kur’an’ı Kerim’in tamamını, fert ve toplumsal her türlü sorunumuza çözüm için mihenk yapmıştır. Bizler Kur’an’ın şifasıyla ancak bu hastalıklarımızdan kurtulabiliriz. Örneğin, Allah (c.c.), Hz. Âdem’in (a.s.) kıssasının sadece bir bölümüyle bile günümüzün toplumlarını derinden yaralayan, devletlerin çöküşlerine sebep olan iki büyük sorunu kökten çözmektedir.

Hz. Âdem’in (a.s.) insanlığın ilk babası anlamında ‘ebu’l-beşer’ olarak topraktan yaratılmasıyla insanlar arasındaki ırksal problemi çözmekte, asabiyet hastalığını şifaya kavuşturmaktadır. Bu durum, insanın topraktan veya çamur manasına gelen “tin”den yaratıldığına dair Kur’an-ı Kerim’in on farklı yerinde geçmektedir. Kur’an-ı Kerim’in, “Ey insanlar! Öldükten sonra dirileceğinizden kuşku duyuyorsanız şunu unutmayın ki, biz sizi topraktan yarattık…” (Hac, 5) ayeti bunlardan biridir. Konu ile ilgili hadislerden biri şöyledir:
Ebu Mûsa (r.a.) anlatıyor: Resûlullah’ı (s.a.s.) dinledim, şunu söyledi: “Allah Teâla, Âdem’i (a.s.), yeryüzünün her tarafından almış olduğu birer avuç topraktan yarattı. Âdem’in (a.s.) oğulları da arzın kısımlarına göre vücuda geldi. Bir kısmı beyazdır, bir kısmı kızıldır, bir kısmı siyahtır. Bunlar arasında orta (renkliler) de var. Ayrıca bir kısmı uysaldır, bir kısmı haşindir, bir kısmı habis (kötü kalpli), bir kısmı iyi kalplidir.”1
Başka bir hadis ise şöyledir: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Ey İnsanlar, sözümü iyi dinleyin. Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız; Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.”2

Bu ayet ve hadisler, Âdem’in (a.s.), yaratıldığı ana maddeyi ortaya koyarak, “Ben onları ne göklerin ve yerin yaratılışına ne de kendilerinin yaratılışına şahit tuttum.” (Kehf,51) ayetiyle beraber değerlendirildiğinde, hem Hz. Âdem’den (a.s.) önce başka bir Âdem’in (a.s.) olması düşüncesini, hem de tekâmül/evrim teorisini ve dayandığı temelleri çürütmektedir. Aynı zamanda insanlığı, ‘ebu’l-beşer’ olan Hz. Âdem’e (a.s.) bağlayarak insanlar arasında bir kader birliği kurmaktadır. Beyaz insanın, siyah renkliye yahut kızıl renkliye herhangi bir üstünlüğünün olmadığını ortaya koyarak farklı renkteki tüm ırkları eşitlemektedir. Böylece insanlar arasındaki ırksal problemi çözmekte, asabiyet hastalığına en iyi ilacı sunmaktadır.3

Diğer bir konu da Âdem’e (a.s.) esmâ’nın öğretilmesi meselesidir: “Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti…” (Bakara, 31) ifadesine göre Allah (c.c.) Âdem’e (a.s.) bütün eşyanın özelliklerini, dini ve dünyevi her türlü faydalarını öğretmiştir.4 Burada şunu vurgulamak gerekmektedir: İnsanın yeryüzünde kendiliğinden ortaya çıktığı, uzun bir süre başıboş bir hâlde dolaştığı, sonra avlanabildiği, ateş yakmayı ve denemeler sonunda çift sürebilmeyi öğrendiği tarzında materyalist bir eğitim sistemi ile yıllarca nesiller eğitilmiş, inkârcılık aşılanmıştır. Hâlbuki ilk peygamber ve ilk insana gerekli olan tüm ilimler öğretildiği gibi ilk neslin arasında da çoban, çiftçi vb. bulunmaktaydı. “Onlara Âdem’in iki oğlunun haberini gerçeğe uygun olarak anlat: Hani ikisi de birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti…” (el-Mâide,7) “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?” (Kıyâme,36)

Aslında Kur’an-ı Kerim hem ferdin hem de toplumun sorunlarına böyle bir kıssayla bile köklü çözümler getirebilmektedir. İnsan, Kur’an-ı Kerim’in sunduğu çözüm ve şifadan uzak durmaya devam ettiği sürece sorunlarıyla boğuşmaya devam edecektir. Materyalist bir eğitim ile eğitilen nesillerin bir kısmından maalesef ancak anne babasına hakaretler sadır olur. Doğrusu son zamanlarda bazı hezeyanlarla arz-ı endam edenlerin artması düşündürücüdür.

Günümüzde insanlık, Kur’an’ın hidayetine/yol göstericiliğine ne kadar da muhtaç… İnsanlığın, Kur’an’ın nuruyla karanlıklardan aydınlığa çıkması ne kadar da elzem… İnsanlığın, Kur’an’ın şifa veren iklimini soluması ne kadar da gerekli… İnsanlığın Kur’an’ın ruhuyla tekrar dirilmesi ne kadar da vazgeçilmez…

Günümüzde Müslüman, hayatının her alanında Kur’an ve Sünnete uygun bir hayat yaşamaya ne kadar da muhtaç… Müslümanın, ailesinde ve toplumunda Kur’an ve Sünneti hâkim kılması ne kadar da elzem… Günümüzde Müslümanın, Kur’an ve sünnetin tüm güzelliklerini, yaşantısıyla ve hikmetli davetiyle insanlığa sunması ne kadar da vazgeçilmez…

Sözün özü: Müslümanlar, Kur’an ve Sünnete göre yaşamadan, içinde bulundukları vahim durumdan kurtulamayacaklar. İnsanlık, Kur’an ve Sünnetin rahmet bulutlarıyla ıslanmadıkça ferahlayamayacak… İnsanlık, Kur’an’ın sunduğu reçeteyi tatbik etmedikçe şifasını bulamayacak… İnsanlık, Kur’an ve Sünnete dair sunulan güzelliklerle bezenmedikçe derdinin çaresini bulamayacak, selamete ulaşamayacak, dünya ve ahiret saadetine kavuşamayacaktır.
Ve sallallâhu alâ seyyidinâ Muhammed’in ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellem.

Kaynakça
1) Sünen-i Ebi Davud, “Sünnet”, 17; Sünen-i Tirmizî “Tefsir”, 2948.
2) Ahmed b. HanbelMüsned, 5/ 411.
3) Behiy El- Hûlî, Âdem as.
4) Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/123-126.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?