Yaratılış gayemiz gereği olan hak ile batılın mücadelesi, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem ile başlayarak kıyamete kadar devam edecektir. Bayraktarlığını peygamberlerin yaptığı bu mücadeleyi Hz. Peygamber’den sonra raşid halifeler, sahabiler, tabiin ve etbâ-i tabiin omuzladı. Daha sonra Selahaddin-i Eyyubi haçlılarla mücadele ederek Kudüs’ü fethetti, Anadolu fatihi Sultan Alpaslan kâfirleri bir cuma günü kılıçtan geçirerek Anadolu’nun kapılarını açtı, Fatih Sultan Mehmet Han gemileri karadan yürüterek İstanbul’u fethetti. Son yüzyılda ise Hasan El-Benna, Mevdudi, Seyit Kutup, Said-i Nursi vb. müçtehitler küfre karşı hakkı savundular.

İnsanlık tarihindeki hak ile batılın mücadelesinde küfür, hakkı ortadan kaldırmak, hakkın sesini kısmak için birbirinden çok farklı mücadele yöntemleri seçti. Mesela inkârcılar Hz. Nuh’u (a.s.) küçümseyerek mücadele ettiler. Hz. Lut (a.s.), kavminin ahlaksızlıklarıyla mücadele etti. Hz. İbrahim’i (a.s.) ateşe attılar. Hz. Yusuf’u (a.s.) da zindana attılar. Batılın hakkı yok etmek için uygulamış olduğu bu yöntemlerin tamamına yakını Hz. Muhammed’e (s.a.s.) karşı kullanıldı. İlkin onu yalancılık, sihirbazlık ve kendisine cinlerin musallat olması ile itham ettiler. Hz. Peygamber, tevhid inancını haykırmaya devam edince ona ve inananlara her türlü işkenceyi yaptılar. Müslümanlara ekonomik ve sosyal boykot uyguladılar. Müslümanların mallarına, bağ ve bahçelerine, evlerine el koydular. Hak ile batıl taraftarlarının yapmış oldukları bu mücadelede batıl hiçbir zaman kesin bir zafer elde edemedi. Bütün bu uygulamalarıyla ancak İslam’ın dallarını kırabildiler, kara kıştan sonra kırılan bu dallar, daha güçlü bir şekilde yeşererek gür bir seda ile yoluna devam etti.

Ancak son yüzyılda küfrün mücadele yöntemi yeni bir boyut kazandı. Bunun en bariz göstergesi İngiliz Avam Kamarası üyelerinden birisinin, “Siz Müslümanları topla, tüfekle, silahla, zorla dinlerinden uzaklaştıramazsınız, eğer bu Kur’an’ı onların zihinlerinden silerseniz artık istediğinizi yapabilirsiniz.” şeklindeki açıklamasıdır. Irak savaşından sonra ABD’nin Müslümanlarla mücadelede temel politikası Müslümanlarla savaşmak değil, Müslümanları birbirleriyle savaştırmak oldu. Öteden beri kullanmış oldukları yöntemlerle başarılı olamayan küfür düzeni, artık Müslümanlarla bire bir değil de Müslümanlar arasında fitne tohumunu ekerek; fikir ayrılıklarıyla, mezheplerle Müslümanları birbirlerine düşürmüşlerdir. Hadisleri, Peygamber Efendimizin pak sünnetini hatta Kur’an-ı Kerim’in bir kısım ayetlerini kasıtlı olarak yanlış yorumlayarak Müslümanların zihinlerini bulanıklaştırdılar. Böylelikle Müslümanlar arasında tefrika tohumunu ektiler. Bunları yaparken de çok sinsi bir şekilde hareket ettiler. Böylelikle Müslümanları fırkalara ayırdılar, her biri diğerine bir damga vurarak birbirlerinden nefret etti. Böylelikle İslam coğrafyasında İslamî mücadele adına siyah sakal ve bayraklarıyla insanların kafasını canlı yayında kesen, kendilerinden olmayan tüm Müslümanları küfürle itham eden uluslararası çeteler ortaya çıktı.

Geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin zihinlerini karıştırmak, İslami değer ve kavramları itibarsızlaştırmak için bizden gözüken ancak tamamıyla İslam düşmanlarına hizmet eden kişileri, rol model olarak tanıtıp televizyon ekranlarında “Bismillah, maşallah!” diyerek her türlü ahlaksızlığı yapan sözde hocalar türettiler.

Soft sözlü, yumuşak huylu, adı Müslüman olan ama İslam’dan zerre kadar nasiplenmemiş hatipler, İslam’ı itibarsızlaştırdılar. İslam’ın bayraktarı, İslam’ın yegâne savunucuları olan; bu yolda canını, malını feda etmiş; savaşlarda kolu, bacağı kopmuş, bedeni parçalanmış, kanı Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kanına karışmış sahabe efendilerimizi riyakârlıkla, mal ve koltuk sevdalısı olmakla itham ettiler. İşte bu ekran hocaları; önce Ashab-ı Kiram’ı itibarsızlaştırdılar sonra da sahabe kanalıyla bizlere gelen, İslam’ın ikinci kaynağı olan hadisler hakkında şüphe uyandırdılar. Böylelikle Kur’an-ı Kerim’e de halel getirdiler ve içinde sünnetin olmadığı, herkesin kafasına göre Kur’an’ı yorumlayabileceği bir İslam modeli ortaya koydular. Böylelikle namaz kılan ama sünnete inanmayan, Kur’an-ı Kerim okuyan ama hadisleri inkâr eden bir kitle meydana getirdiler. Eğer sütün içine yabancı bir madde koyarsanız süt, tüm berraklığını kaybederek farklı bir maddeye dönüşür. Bir leyleğin kanatları ve ayakları uzun diye onları kısaltmaya kalkarsanız o leylek artık uçamaz ve yerde sürünmeye mahkûm olur. İşte İslam düşmanlarının yapmak istedikleri de tam olarak budur.
Velhasıl düşman bizimle olan savaşında farklı bir strateji ile mücadele etmeye başladı. Savaş meydanında düşman eğer uzun mızraklar kullanıyorsa biz, kısa mızraklarla mücadele edemeyiz. Mücadeleyi kazanmanın yolu düşmanın silahı ile silahlanmaktır. İslam’ı paralı ekran hocalarından, her türlü bilgi kirliliğinin yaşandığı sosyal medyadan değil; samimi İslam âlimlerinden, sahih kaynaklardan okuyarak öğrenmeli, öğrendiklerimizi de yaşamalıyız.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?