Hamd âlemlerin rabbine, salat ve selam Resulü Zişan’ın üzerine olsun. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e ilk vahyin gelmesinin üzerinden yarım asır geçmemişken Müslümanlar Pers imparatorluğunun fethiyle Hindistan sınırına, bir asır sonrasında ise fetihlerle Çin sınırından İspanya’ya kadar uzanan geniş bir bölgeye yayılmışlardır.

Müslümanlar fethettikleri bölgelerde İslam’ın ilme verdiği önemin teşvikiyle farklı alanlarda, farklı dillerde yazılmış eserleri Arapçaya çevirmeye başladılar. Önceleri özellikle tıp ve mantık alanlarında yapılan çeviriler halife ve yöneticilerin şahsi ilgileri ile başlamış olsa da Halife Mansur döneminde farklı alanlara yayılarak yoğunluk kazanmıştır. Bu çaba artarak Halife Me’mun döneminde Bağdat’ta sarayın bir bölümünü teşkil eden “Beytü’l-Hikme” adlı müesseseye dönüşmüştür. Beytü’l-Hikme ilk başlarda özellikle tıp, astronomi, aritmetik, geometri gibi ilimlerle ilgili eserlerin toplandığı kütüphane ve farklı dillerden tercümelerin yapıldığı tercüme bürosu olarak başlamışsa da yaklaşık 500 yıl, Hülagü’nün Bağdat’ı yakıp yıktığı 1258 yılına kadar öğretim yuvası olma hüviyeti de kazanmıştır.

İslam medeniyeti, birçok alanın yanı sıra matematik alanında insanlığa hazine değerinde bilim adamları ve eserler kazandırmıştır. Genel olarak matematik denilen alan o dönemlerde teorik ve uygulamalı olmak üzere ilm-i cebr ve mukabele, ilm-i hisab, ilm-i hendese (geometri), ilm-i aded, ilm-i mesaha ve ilm-i musiki gibi farklı alanlardan oluşmaktaydı. Beytü’l-Hikme’yle ismi anılan önemli matematikçilerden biri Muhammed b. Musa el-Harezmi’dir (d.780, ö.859). İlim kabiliyeti Halife Me’mun’un dikkatini çekmiş ve onu Beytü’l-Hikme’de görevlendirmiştir. Harezmi, merkezi Urgenç olan ve bugün Özbekistan sınırları içinde kalan Harezm’de dünyaya gelmiştir, 70 yıllık ömrü Bağdat’ta nihayete ermiştir.

Harezmi, Latinceye çevrilen ilk Arapça aritmetik kitabının sahibidir. Hint-Arap rakamlarının Ortadoğu ve Avrupa’ya yayılması bu kitap sayesinde olmuştur. Ayrıca Harezmi günümüzde kullanılan iki farklı kavramın da kaynağıdır: Algoritma ve algebra.

Çoğunlukla bilgisayar mühendisliği ve matematik alanlarında karşımıza çıkan algoritma kavramı, bir problemi veya sorunu çözmek için adım adım takip edilen yol anlamında kullanılmaktadır. Bu kavram el-Harezmi isminin Avrupa’daki kullanımı algorismi karşılığının deforme olmuş halidir. Algebra (cebir) ise günümüzde matematiğin alt dallarından biridir. Bu kavram Harezmi’nin denklem çözmede kullandığı aynı zamanda ilgili kitabının ismi olan cebr ve mukabele kavramlarından birisidir. Ancak Harezmi ile ilgili çok dillendirilen meşhur yanlışlardan biri sıfır sayısının mucidi olduğudur. Bu, övgüde ve yergide dengeyi muhafaza edemeyişin bir sonucu olabilir. Sıfır sayısı Harezmi’den önce kullanılmaya başlanmıştır. En fazla Harezmi’nin eserleri ile birlikte kullanımı yerleşik hale gelmiştir denilebilir. Bunların dışında, astroloji ve coğrafyayla ilgili önemli çalışmaları olmuştur.

Diğer bir matematikçi de Ebu Reyyan El-Biruni’dir (d.973, ö.1048). Harezmi’den yaklaşık 200 yıl sonra 973 yılında Harezm’de dünyaya gelmiştir. Gençlik yıllarını siyasi çalkantıların ve çekişmelerin olduğu Harezm’de geçirmiştir. Kendini güvende hissetmediği bu dönemde bile henüz 20’li yaşlarının başlarında olmasına rağmen sekiz eser yazmıştır. Çalışmaları özellikle astronomi alanında yoğunlaşsa da farmakoloji, astroloji gibi birçok alanda derinlikli eserler yazmıştır. Döneminin yöneticisi Şah Mahmut tarafından Sanskritçe öğrenmesi için Hindistan’a gönderilmiştir. İyi bir gözlemci olması hasebiyle dil öğrenmenin yanı sıra Hinduizm’i İslam öğretileriyle karşılaştıran bir eser de yazmıştır. Güçlü ve ikna edici üslubu, çalkantıların olduğu dönemde yöneticilerin yakınında olmasına vesile olmuştur. Özellikle toplumda ileri gelenlerin ikna edilmesi ve huzursuzlukların yatıştırılması veya en azından belli bir süre ertelenmesi Biruni’nin tatlı ve ikna edici dilinin maharetinin göstergesiydi. Ömrünün son demlerinde görme ve işitme yetisi iyice zayıflamış olmasına rağmen 720 ilacın kullanımını ve farklı dillerdeki karşılığını içeren farmakoloji ile ilgili eser yazmıştır.

Bu noktada astrolojiye bir parantez açmak gerekir. Astrolojinin o dönem mahiyeti neydi? Hangi bilgiler kullanılırdı? Bu bilgiler aslı astarı olmayan falcılık türünden bilgiler miydi? Yoksa kâinatın esrarlı dilini yıldızlar üzerinden okuma denemesi miydi? Bu soruların cevaplarını işin uzmanlarına ve araştırmacılarına bırakmak gerekir. Ancak o dönemde gök bilimlerine özellikle idareciler tarafından ehemmiyet veriliyordu. Savaşa çıkılacağı zaman, özel kararlar alınacağı zaman, yöneticilerin sağlık durumları gibi birçok konuda mutlaka astronomi ve astroloji ile ilgilenen bilim adamlarına danışılırdı. Bu bilim adamları, horoskop denilen kişinin özel bilgileri ile yıldızların sıralanışı bilgilerini yorumlayan yöntemi kullanırlardı. İdarecilerde, “gökten haberi olmayan, yere de hâkim olamaz” düşüncesi baskındı. Abbasi halifesi El-Wathiq (d.812, ö.847) ciddi rahatsızlığı olduğu bir dönemde Harezmi’den horoskop bilgisiyle durumu hakkında bilgi almak istemiştir. Harezmi, hesaplamalarından sonra en az 50 yıl daha yaşayacağını söylemesine rağmen halife 10 gün sonra vefat etmiştir. Olayı nakleden tarihçi bu durumu şöyle yorumlamaktadır: Harezmi büyük bilgin olsa bile hata yapmış olabilmesinin yanında bir yöneticiye, kısa zaman içinde ölebileceğini söylemenin de siyasi zekaya ters düşeceğini bilmektedir.

İslam medeniyet tarihinde iz bırakmış matematikçilerden biri de Ömer Hayyam’dır (d.1048, ö.1132?). Şiirleriyle (Rubailer) kazandığı nam zaman zaman matematikçiliğinin önüne geçmiştir. Günümüzde İran sınırları içinde kalan, o zamanlar Horasan bölgesinin önemli ilim ve ticaret merkezi olan Nişabur’da dünyaya gelmiştir. Hayyam, “çadırcı” anlamına gelmektedir. Bu ismi, kendisinin veya ailesinin mesleği olan çadır ticaretinden aldığı söylenmektedir. Hayyam, İslam medeniyetinin altın çağı kabul edilen 10-11. yüzyıl yaşamış ve bu dönemin parlak isimlerinden olmuştur. Ömer Hayyam’ın matematiğe yapmış olduğu katkıların en önemlilerinden biri, kübik (üçüncü dereceden) denklemlerin tüm çeşitlerini incelediği ve bunların çözümüne dair cebirsel formüller bulmaya çalıştığı eseridir. Ancak eserinde belirttiği üzere bunu başaramadığı, ancak kendinden sonra gelecek olan ilim adamlarının bunu başaracağına inancının tam olduğudur. Ayrıca 1070’li yıllarda 1. Melikşah ve veziriazamı Nizamülmülk tarafından astronomi ile ilgili çalışmalar yapmak üzere Isfahan’a davet edilmiş, burada takvim güncellemeleri üzerine çalışmıştır. Günümüz hesaplamalarına çok yakın tahminler yapması her dönem takdir ve hayretle karşılanmıştır. Öklid’in elemanlar eserinin zor meselelerini ele alan bir şerh de yazmıştır. Ek olarak sayılar tanımının genişletilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Siyasi anlamda hareketli bir bölgede yaşaması, bazen aranan bazen de unutulan inişli çıkışlı bir hayat yaşamasına sebep olmuştur. Ömrünün son demlerinde, hastalığının da etkisiyle münzevi bir hayat yaşamış, 1132 civarında Nişabur’da 85 yaş civarında vefat etmiştir.

14.yüzyılın sonlarında Semerkant’ta astronomi ve matematik alanında yoğun bir faaliyet göze çarpmaktadır. Bu faaliyetlerin yoğunlaşmasında Uluğ Bey’in katkısının önemli bir yeri vardır. Uluğ Bey’in hocası Kadızade-i Rumi, Bursa’dan Horasan’a ilim yolculuğuna çıkmış ve Semerkant’ta karar kılmıştır. Bu yolculuğa çıkarken parasının olmadığını fark eden kız kardeşi gizlice değerli takılarını abisinin çantasına bırakmıştır. Bu olay bile başlı başına Kadızade’nin ilim aşkını gözler önüne sermektedir. Kadızade, Semerkant’ta ilmi yetkinliği ile fark edilmiş ve Uluğ Bey’e hoca olmuştur. Uluğ Bey’in padişah olmasına rağmen etrafına özellikle ilim adamlarına karşı nazik ve tevazu sahibi olduğu yazılmaktadır. Kadızade’nin de aynı özellikler ile anılması, hocanın öğrencisi üzerine olası etkisinin göstergesidir. Semerkant’ta bulunan medrese farklı bölümlerden oluşmakta ve her bölümü farklı bir müderris yönetmekteydi. Bazı günler dersler toplu olarak yapılmaktaydı. Uluğ Bey, yaklaşık 100 matematikçinin bulunduğu bu toplantılarda, matematik ve astronomi alanında ders vererek bu alandaki yetkinliğini göstermektedir. Bu medresenin önemli matematikçilerinden biri de Gıyaseddin Cemşid el-Kaşi’dir. Yukarıda yazılan bilgilerin çoğu babasına yazdığı mektuptan günümüze ulaşan bilgilerdir. Kısa adı “Miftahü’l-Hisab” olan önemli eseri günümüze ulaşmış kapsamlı bir matematik eseridir.

Son olarak Ali Kuşçu da Semerkant’ta doğmuş ve burada Kadızade’den, Kaşi’den ve diğer hocalardan matematik ve astronomi dersi almıştır. Uluğ Bey tarafından Kaşi’den sonra rasathaneye müdür olarak atanmıştır. Tam olarak bilinmeyen bir sebeple hac yolundayken yönünü İstanbul’a çevirmiş ve Fatih Sultan Mehmet’in emriyle büyük bir törenle karşılanmıştır. Padişah emriyle Sahn-ı Seman medresesine müderris olarak atanmıştır. Bu alanda yazdığı birkaç eseri günümüze ulaşmıştır.

Sonuç olarak, insanlık her açıdan İslam medeniyetine çok şey borçludur. Bu sadece bazı bilim adamlarının dediği gibi eski medeniyetlere ait birkaç eseri günümüze ulaştırmakla sınırlı değildir. İnsanlığın ortak birikimi olan bilimleri eski medeniyetlerden almış, düzenlemiş, geliştirmiş ve günümüze gelmesinde başat rol oynamıştır. Vesselam.

Kaynakça
1) Roshdi Rashed, “Classical Mathematics from el-Khwarizmi to Descartes” 2) J.L. Berggren, “Episodes in the Mathemaics of Medieval Islam”

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?