Fuat Sezgin, 24 Ekim 1924 tarihinde Bitlis’te doğdu. Babası Mehmet Sezgin annesi ise Cemile Feride hanımdır. Sezgin, çocukluk yıllarında babasından, o zaman için Sarf-ı Türkî adı ile bilinen gramer derslerini aldı.

Sezgin, 1943-1951 yılları arasında, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü’nde İslâmî ilimler ve oryantalizm alanında öncü bir yere sahip olan Hellmut Ritter’in (1892-1971) yanında öğrenim gördü. Ayrıca hocası Ritter’in telkinleri ile babasından kendisine kalan 30 ciltlik Taberî Tefsiri’ni okuyarak Arapçasını geliştirdi. O, bir toplantıda, hocası Ritter’in, “her yıl bir dil öğreneceksiniz” dediğini ve bu nedenle ömrü boyunca hep dil öğrenmeye çalıştığını ve öğrendiği dil sayısının da 27 olduğunu ifade etmiştir. Sezgin, yirmi dört saatlik günün yaklaşık on yedi saatini çalışarak geçirdiğini ifade etmiştir. Bir de “Benim çalışma yılım 365 gündür, haftam 7 gündür. Ben, cumartesi ve pazar günü bile sabah saat 07.30’da enstitüdeyim. Bilim adamalarından, buna yakın bir şekilde çalışmalarını isterim” deyip ilim tahsilindeki metodunu dile getirmekte ve Müslüman bilim adamlarını bu konuda uyarmaktadır.

Sezgin, 1947 tarihinde İstanbul Üniversitesi Fars ve Arap Filolojisi bölümünden mezun oldu. Ritter’in yanında Ebû Ubeyde’nin (ö. 210/825) “Mecâzu’l-Kur’ân” adlı eserini doktora tezi olarak çalıştı. 1950 tarihinde Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde asistanlığa başlayan Sezgin, bir süre sonra bu görevinden ayrılarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde İslâm Araştırmaları asistanlığına atandı. O, 1954 tarihinde İslâm Araştırmaları Enstitüsü’nde Arap Dili ve Edebiyatı bölümünde, “Buhari’nin Kaynakları Hakkında Araştırmalar” adlı doçentlik tezini tamamladı. Sezgin 1960 askeri darbesiyle üniversiteden uzaklaştırılan ve 147’likler diye anılan akademisyenler arasında yer aldı. 1961 tarihinde Almanya’ya giden Sezgin, 1963 tarihine kadar Frankfurt’ta bulunan Goethe Üniversitesi ile Marburg Üniversitesi’nde misafir doçent olarak dersler verdi. Ayrıca Sezgin, Avrupa’da tabii ilimler alanında ikinci bir doktora ve doçentlik çalışması yaptı ve 1965 tarihinde, Goethe Üniversitesi’nde Profesör oldu.

Önemli bir İslam bilim tarihçisi olan Sezgin, sohbetlerinde her an yeni bir bilgi ve enteresan bir keşiften bahseder. O, kendisini dinleyenleri sıkmaz ve onları daima diri tutmaya çalışır. Onu dinleyenler, yılların birikimine sahip olduğunu hemen anlarlardı. İhlâslı, onurlu ve saygılı bir kişiliğe sahip olan Sezgin, ilimle ilgisi olmayan ve anlamsız şeyler konuşan şahısların sohbetine fazla iltifat etmez, konuşmaları kısa keserdi. Fakat ilim sahibi kişilere oldukça fazla ilgi gösterir ve onlara faydalı olmaya çalışırdı. Düzenli bir aile hayatına sahip olmanın ilmi çalışmalarda çok önemli olduğuna inanan Sezgin, Almanya’ya gittikten sonra, daha önce Müslüman olan Ursula Hanım ile tanışarak evlendi ve bu evlilikten Hilal adında bir kızları dünyaya geldi. Şarkiyat tahsili yapan Ursula Hanım, eserlerinin yazılmasında kendisine son derece destek olmuştur.

Oryantalizmin etkisinde kalmayan ve samimi bir İslâm oksidentalisti olan Sezgin, birçok oryantalist hocanın eserlerini incelemiş, onlardan bazıları ile yakından tanışıp sohbet etmiş ve kendilerinden yararlanmıştır. Hellmut Ritter (1892-1971), Matthias Schramm (2007), George Sarton (1884-1956), Willy Hartner (1905-1981) ve Franz Rosenthal (1914-2003) onlardan bazılarıdır. Sezgin, hocalarının dışında birçok ilim adamından veya geride bırakmış oldukları eserlerinden etkilendiğini dile getirmiştir. Özellikle İslâm âleminin tarihte yer almış bilim adamlarının her birini çok sevmiş, takdir etmiştir. O, etkilendiği bu âlimlerden bazılarının isimleri, uzmanlık alanları ve eserleri hakkında çeşitli bilgiler vermiştir.

Sezgin, zamanın kıymetini bilen ve onu çok verimli kullanan bir şahsiyetti. O, sözünde duran ve randevularına zamanında giden bir insandı. Kendisi, hayatı boyunca, sadece üç randevusuna zamanında yetişemediğini ve daima bunun üzüntüsünü yaşadığını dile getirmiştir. Sezgin, tatil yapmayı, emekli olup bir kenara çekilerek dinlenmeyi hiçbir bilim adamına yakıştırmamış ve öyle de yapmamıştır. O, kendisine “Bize ne tavsiye edersiniz?” diye yöneltilen sorulara, özet olarak: “Zahit ve kanaatkâr olun, dünya nimetlerine aşırı derecede kapılmayın. Sabr-ı cemil denilen, güzel sabra sahip olun. Her türlü söz ve davranışlarınızda, gerçek anlamda Allah korkusu ile hareket edin. Daha çok okuyun. Okurken, sakın aklınız başka şeylerde olmasın” şeklinde cevap vermiştir.

Sezgin, Almanya’da çaresiz kaldığı zamanlarda, yarım gün inşaatlarda işçi olarak çalışmayı ve zamanının diğer kısmında da tahsiline devam etmeyi düşünürdü. O, son derece mütevekkil bir insandı.

Goethe Üniversitesi’nde altı aylığına misafir öğretim üyesi olarak çalıştığı sıralarda, Fakültenin Dekanı Willy Hartner, kendisine iki ayının kaldığını söyleyince o da, büyük bir inanç ve teslimiyetle, “Hayatımda eğer altı haftalık bir geleceğim garanti edilirse, ben yedinci haftanın telaşını yaşamam. Çünkü o zamana kadar yaşayıp yaşamayacağımı Allah bilir. Bu nedenle, iki ay sonrasına Allah kerimdir” anlamındaki ifadelerle cevap verdi. Onun bu samimi ve kanaatkâr kişiliğine şahit olan Hartner, ayağa kalkıp onu kucaklamış sonra da, “Ben ateistim, Allah’a inanmıyorum. Fakat bu kadar inanan bir insana ne kadar da gıpta ediyorum!” diyerek, yerine oturmuştur.

Sezgin, hayatı boyunca bilimlerin, bütün milletlerin katkısının müşterek ürünü ve tüm insanlığın ortak malı olduğunu savunmuştur. O, en büyük arzusunun, “benim milletim” dediği Müslümanların Batı karşısındaki aşağılık kompleksinden kurtulması olduğunu söylemiştir.

İnanılmaz bir özgüvene sahip olan Sezgin bunun nedenini şu sözlerle izah etmiştir: “Müslümanlar, miladi yedinci yüzyıldan itibaren çeşitli bilimleri Yunanlılardan ve Hintlilerden aldılar. O zaman için onlar, ister Hıristiyan, ister Yahudi olsun, kendilerinden ilim aldıkları kişileri hoca olarak kabul ettiler ve iki yüz yıl sonra, bu öğrenme merhalesini geride bırakarak yaratıcı olmaya başladılar. Müslümanlar, bilim alanında 800 yıldan fazla süren bu yaratıcılıkları sayesinde mütemadiyen yeni şeyler keşfettiler, eski ilimleri geliştirerek yeni ilimler kurdular ve ileride kurulacak bazı bilimlerin temellerini attılar. Ancak onlar, miladi on altıncı yüzyıldan itibaren ilimler tarihindeki önderliklerini yavaş yavaş kaybetmeye başladılar. Bugün Avrupa’da var olan bilimlerin, İslâm bilimlerinin bir başka coğrafyada değişik tarihi şartlar içerisindeki devamından ibaret olduğu kanaatindeyim. Bu nedenle bugünkü Avrupa’da gelişen bilimleri yabancı bulmuyorum. Bunları, daha önceki Müslüman bilim adamlarının geliştirdiği bir safha olarak kabul ediyorum. Batıda bulduğum ilmi gelişmeleri yabancı bulmadığımdan dolayı, onlara karşı kendimde aşağılık duygusu hissetmiyorum. Aksi takdirde ben, bu eserleri yazamazdım. Bende, bir Müslüman’ın iyi şartlar içerisinde çok iyi çalışması neticesinde önemli başarıları elde edebileceği inancı vardır. Onun için tüm Müslümanlardan, korkak ve taklitçi olmamalarını, özgüvene sahip olmalarını ve dolayısıyla yaratıcı olmalarını diliyorum.”

Sezgin, 94 yıllık hayatı boyunca İslâm bilim tarihi alanındaki çalışmalarının temel gayesini şöyle özetlemiştir: “Benim mensubu olduğum bir ilim, kültür ve medeniyet dünyası var. Bizler, köksüz ve sahipsiz değiliz. Çok derinlere inen sağlam bir medeniyete beşiklik etmişiz. Fakat yüzyıllardır bu medeniyetin görmezden gelindiğini, hakkının yenildiğini, tahkir edilip bütün yaptıklarının da elinden alındığını ve ona zulmedildiğini gördüm. İslâm medeniyetinin bu göz kamaştıran birikimini ve dünya bilimine yaptığı büyük katkıları, bunun farkında olmayan dünyaya tanıtmayı gaye ittihaz ettim. Bu gayretimin bir kısmı, sadece bilim dünyasına hizmet ama diğer çok mühim bir gayesi ise koskoca bir İslâm âleminin yitirmiş olduğu kendine hürmeti, güveni ve insanlık tarihindeki yerini hatırlatarak kaybettiklerini iade etmek içindir.”

Sezgin, bir İslam bilim tarihçisi olarak dünya bilim tarihinin gelişimi konusunda şöyle bir açıklama yapmıştır: “Biz, ne temel düşüncemizde ne de dünya bilim tarihinde yüklendiğimiz bu zorlu ödevi yerine getirme gayretimizde hiçbir zaman ‘Sadece biz bulduk’ heyecanı ile hareket etmedik. Aksine Müslüman ilim adamları olarak bizler, dünya bilimler tarihinin bütünlüğü prensibine inandık. İnsanlığın ortak mirası olan bilimler tarihi, süreğen adımlarla düz bir çizgi halinde olmasa da değişken bir hızla gelişmektedir. Tarihte belirli bir zaman dilimindeki bir kültür çevresi, bilimsel mirası, küçük olsun büyük olsun bir adım daha ileri taşımak için öncülüğü üstlenmiş daha doğrusu içinde bulunulan koşullar doğrultusunda öncülüğe getirilmişse, tarihi koşullar ve o öncü tarafından ulaşılan seviye, ardılın kaydedeceği olası ilerlemeleri ve bu ilerlemelerin hızını etkileyen faktörleri belirler. Yunanlıların bilimler tarihindeki olağanüstü yeri, bilimler historiyografyası tarafından genel olarak kabul ve takdir edilir. Fakat Yunanlıların daha önceki ve komşu kültür çevrelerinden doğrudan ya da dolaylı bir şekilde miras alıp üzerine bina ettikleri sonuçlarla ilgili Yunan bilim tarihçilerinin pek hoşlanmadıkları soru hususunda hala bir belirsizlik hâkimdir.”

Sezgin, tüm hayatını İslam bilim tarihinin yeniden gün yüzüne çıkarılmasına adamış ve bu alanla ilgili 1300’e yakın eser ortaya koymuştur. Onun, İslam bilim tarihi serüvenini anlatan iki ana eseri vardır. Bunlardan birincisi, “GAS” olarak bilinen “Geschıcgtedes Arabıschen Schrıfttums”. (Arap Edebiyat/Kültür Tarihi veya (İslâm Bilim Tarihi) adlı eseridir. Sezgin, bu eserini yazmak için 60 tan fazla ülkeyi gezmiş, yüzlerce el yazması kütüphanede çok sayıda kitap ve yazma eseri incelemiştir. Bütün bu çalışmaların sonucunda, Kur’ân-ı Kerim, Hadis, Fıkıh, Tarih, Edebiyat, Tıp, Farmakoloji, Kimya, Matematik, Astronomi, Astroloji, Meteoroloji, Coğrafya ve benzeri değişik bilim dallarının tarihsel sürecini anlatan bilgi fişleri oluşturmuştur. Böylece hayalini kurduğu ana eserini telif edebilmek için çok sayıda bilgi toplamıştır.

İkincisi ise “Wissenschaft und Technik im Islam/İslâm’da Bilim ve Teknik.” Bu eser Sezgin tarafından Almanca Kaleme alınmış ve Abdurrahman Aliy tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Sezgin, bu eserinde Müslüman bilim adamlarının on asır boyunca çeşitli ilimler alanında yaptıkları icatları ve keşifleri anlatmıştır. Almanya Başbakanı Gerhard Schröder, bu muhteşem eseri incelemiş ve Sezgin’e hitaben şu sözleri söylemiştir: “İki kültür dünyasını birbirinden ayıran zümrenin karşısında mücadele edebilmemiz için, bu eserinizle bize en büyük desteği verdiniz.”

Sezgin, 1982 yılında Frankfurt’ta bulunan Goethe Üniversitesi’nde “Institut für Geschichte der Arabisch/İslamischen Wissenschaften” Arap-İslâm Bilimler Tarihi Enstitüsü’nü, ardından bu enstitünün bünyesinde “İslâm ilim aletleri müzesini” kurmuştur. Bu müzede, Müslüman ilim adamlarına ait 800’den fazla aletin maketi sergilenmiş ve batı dünyasının takdirine sunulmuştur. Sezgin, yıllarca bu enstitüde, 800 yıl boyunca Arap-İslâm kültür çevresinde gerçekleştirilmiş olan başarılara yönelik batı dünyasında oluşmuş bulunan küçümseyici yaygın kanaati mümkün olduğunca değiştirebilmeye katkıda bulunmak amacı ile çalıştığını ifade etmiştir. Sezgin, 2008 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın özel ricası üzerine İstanbul’da Gülhane Parkında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait tarihi otantik bir binada “İslam Bilim ve Teknoloji Müzesini” kurmuştur. O, bu müzede Müslüman bilim adamlarına ait 600 civarında alet sergilemiş ve bilim dünyasının dikkatine sunmuştur. Bu müzedeki aletler, astronomi, saat, denizcilik, savaş teknolojisi, tıp, madencilik, fizik, matematik, geometri, mimari, şehircilik, kimya, optik ve coğrafya olmak üzere toplam on iki bölümden oluşmaktadır.

4 0cak 2018 tarihinde “Yirminci Yüzyıl Hadis Eksenli Oksidentalizm Çalışmaları Fuat Sezgin Örneği” adlı tezimizi kendisine takdim etmek, onunla ilgili uluslararası bir sempozyum düzenlemek ve Diyarbakır’da da İstanbul’daki gibi “Fuat Sezgin İslam Bilim Tarihi ve Teknoloji Müzesini” kurmak için ziyaret ettik. Bir saati aşkın bir süre kendileriyle sohbet ettik. Ancak bu projeleri hayata geçiremeden maalesef 30 Haziran 2018 tarihinde İstanbul’da hakkın rahmetine kavuştu. Cenaze namazı Fatih Camii’nde kıldırıldı. Cenazesine iştirak ettik. Cenazesi Bakanlar Kurulu kararıyla Gülhane’deki Müzenin hemen önüne defnedildi. Allah rahmet etsin. Mekânı cennet olsun.

Kaynakça
1) SEZGİN, M. Fuat, İslâm Bilimler Tarihi Üzerine Konferanslar, Timaş Yayınları, İstanbul 2012; İslâm’da Bilim ve Teknik, trc. Abdurrahman Aliy, Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları, I-V, Ankara 2007; Tanınmayan Büyük Çağ, Timaş Yayınları, İstanbul 2010; Bilim Tarihi Sohbetleri, söyleşi: Sefer Turan, Timaş Yayınları, İstanbul 2010. 2) BAYHAN, Nevzat, Bilimler Tarihinde Zirve İsim Fuat Sezgin, YaFa Yayınları, İstanbul 2015. 3) KARAKAŞ, Ali, Hadis Oksidentalizmi ve Fuat Sezgin, Ensar Neşriyat, İstanbul 2017. 4) YILMAZ, İrfan, Yitik Hazinenin Kâşifi Fuat Sezgin, Yitik Hazine Yayınları, İstanbul 2009.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?