“Ona de ki: ‘Arınmak/nefsini terbiye ve tezkiye etmek istemez misin?’ (Eğer istersen) Sana, Rabbine giden yolu göstereyim.” (Naziyat, 18-19)
Değerli Müslüman kardeşlerim, asırlar boyu emperyalizme ve Siyonizme büyük bir direniş, örnek bir mücadele ortaya koyan ve büyük değişimleri gerçekleştiren Müslüman öncüler, her şeyden önce kendi nefislerini değiştirebilmiş Müslümanlardır. Çünkü kendi nefislerini değiştiremeyen kişilerin insanları, toplumları ve düzenleri değiştirmeleri mümkün değildir.
Nefsin en sade tanımını, insanın içindeki arzu ve istekler olarak yapabiliriz. Nefis genel olarak İslam’ın hoş görmediği şeyleri rahatça, ‘canım istiyor’ bahanesiyle yapar. Peki, nefis her zaman kötü olanı mı ister? Eğer terbiye edilmemiş bir nefis ise bunun cevabı ‘evet’ olabilir. Fakat terbiye edilmiş, Resûlullah (s.a.v.)’in deyimiyle ‘Müslümanlaştırılmış’ ise durum değişir.
Nefis ile birlikte heva denilen bir kavram da vardır. Heva, nefsin, Allah’ı (c.c.) ve O’nun hükümlerini dikkate almaksızın arzuladığı şeylere büyük bir iştiyakla yönelmesi olarak açıklanabilir. Allah’ın, dinini hâkim kılmak için savaşan mücahitlerden ve ilmin yeryüzüne yayılması için çalışan âlimlerden beklenen ilk şey, nefislerini kontrol altına almaları, heva ve heveslerinin isteklerine kulaklarını tıkamalarıdır. Buradan anlıyoruz ki maneviyatta ilerlemiş büyük şahsiyetler, mübarek bir nefse sahip oldukları için ilerlemiş değillerdir. Onlarda da aynı şekilde kötülükleri isteyen birer nefis vardır. Hatta “Dağına göre kar yağar” hükmünce onlardaki nefis diğer insanlara göre daha asi, daha azgındır. Ama onlar nefisleri ile her dem mücadele etmiş ve bunun sonucunda maneviyat önderleri olabilmişlerdir.
Nefis ile mücadele etmek için nefis muhasebesi yapmak icap eder. Zira düşmanını tanımazsan ona galip gelemezsin. Peki, nedir bu “nefis muhasebesi” dediğimiz kavram?
Nefis muhasebesi: Muhasebe, “hesaplaşma, sorgulama” manalarına gelir. ‘Nefis muhasebesi’ ise Müslüman’ın; kendini, hayatını, istek ve arzularını hesaba çekmesidir.
Nefis muhasebesi niçin önemlidir? Bu soruyu şu hadis ile açıklayabiliriz:
“Akıllı kimse nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışan kimsedir.” (Tirmizi)
Bu dünyanın geçiciliğini bilip ahiret için çalışmak gerekir. Aksi hâlde nefsin iradesi altına girilir. Nefis kişiyi etkisi altına almak için çok fazla uğraşmaz; zira bilir ki kişi her dem onun isteklerini karşılamaya çalışır. Peki, nefis hesaba çekilmeden ahiret için çalışılabilir mi?
Nefsini hesaba çekmeyen kişi onun ne istediğini bilemez. Hesaba çekilmeyen yani terbiye edilmeyen nefis ile doğru bir şey yapmak zordur. Tıpkı hata işleyen bir çocuk gibi. Onu gözlemlersin (nefis muhasebesi), yanlışını görünce doğruyu gösterirsin (irade terbiyesi).
Nefis muhasebeye nasıl çekilir? İrademi nasıl terbiye ederim?
Nasıl ki zamanında kesilmeyen tırnak uzayıp canımızı acıtır, zamanında muhasebe edilmeyen nefis de dünyada huzursuzluğa ahirette de azaba sebep olur. Dediğimiz gibi muhasebeye çekilmeyen nefis ve terbiye edilmeyen irade Cennet için yol azığı hazırlamamızı engeller.
Nefis muhasebesi, muhakkak ki zor bir süreç olacaktır. Çünkü nefis, aldatma konusunda ustadır. Fakat “Her zorlukla beraber bir kolaylık var!” (İnşirah, 6) Kişi Allah’ın rızasını kazanmak için bir adım atınca Allah ona elbet yardım eder.
Birinci Adım:
Nefis muhasebesi için kişi önce otokritiğini yapmalıdır. Hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeyleri ayırmalı ve ikisini ayrı ayrı değerlendirmelidir. “Ben bundan niçin hoşlanıyorum?” ya da “Ben bundan niçin hoşlanmıyorum?” gibi. Bu ilk adım kişiye büyük bir yol kat ettirecektir.
İkinci Adım:
Amaç belirlenmeli ve ona göre kalan şeyler yine belirlenen amaçla karşılaştırılmalıdır. Amaçtan kasıt ileride gitmek istediği üniversite ya da istediği meslek vs. değildir. Bir Müslüman’ın amacı daima Allah’tır, Allah’ın rızasıdır. Bu adımda belirlenen amaç çok önemlidir. Çünkü bu adımda amaca göre hareket edilecektir. Eğer nezih bir amaç varsa bu adımda kişiye büyük oranda yardımcı olacaktır. Aksi bir amaç ise kişi doğru bir yere götüremez.
Üçüncü Adım:
Şeytan nefis aracılığı ile devreye girecek, kişiyi rahat bırakmayacaktır. Daima onu kötüye yönlendirmek için çabalayacaktır.
“Sonra yaparsın nefis muhasebeni, hayatın tadını çıkar.” “Sonra yaparsın tövbeni, şimdi ölmeyeceksin ya!”
“Sen namaza da mı başladın? Nefis muhasebesi işine girmek sena hiç iyi gelmedi. Şimdi de başımıza ‘sufi’ kesildin, yaşıtların dışarıda eğlensin ya da çalışıp para kazansın, sen burada kendini çürüt.”
“Sen Kur’an da mı okumaya başladın? Manasını bilmiyorsun ki. Hem o Araplara indi baksana harfleri Arapça!”
Aslında şeytan ya da nefis durumun farkındadır. Kişi doğru bir yolda doğru olanı yapıyordur ki şeytan kendisi ile uğraşıyordur. “Boş eve hırsız girmez” derler.
Ve kişi nefsin onu nereden vuracağını iyi bilmelidir. Nefis kimini çok uyumak, kimini çok yemek, kimini çok konuşmak gibi yerlerden vurur. Düşman zayıf değil, ne yapacağını iyi biliyor. Her gün yaptıklarımızı bile kendine göre şekillendiriyor. Ama onun karşısındaki de kolay lokma değil. Karşısındaki kişi kalbinde iman taşıyan biri ise bu oyunun galibi değişebilir. Ama iman tek başına yeterli olmayacaktır, destek kuvvet olarak irade terbiyesine ihtiyaç vardır. Bunun öncesinde nefis tanındı, onunla bazı atışmalar yaşandı, şimdi ise savaş zamanı. Nefis ile nasıl savaşılabilir? O nasıl törpülenip kamçılanabilir?
Ruhun gıdası olan Kur’an ile; İç huzurun kaynağı namaz ile; Manevi temizliğin sağlandığı oruç ile; Sadaka ile, istiğfar ile, salavat ile, Allah’ın esması ile, Kelime-i Şehadet ile.
Namaz kişiye huzur verir. Onu Rabbine yükseltir. Kişiyi Rabbi ile buluşturur. Kişide ibadet etme isteği doğurur. Rabbi ile buluşmuş olan kişi onun huzurundan ayrılmak istemez. Hâliyle nefis oraya kadar gidemez, bu naif buluşmayı bölemez, buna gücü yetmez.
Oruç kişiyi manevi kirinden arındırır. Kişi bu temizliğin verdiği hissiyatla kötüyü arzulamaz, büyük bir bağlılıkla ibadete yönelmek ister. Nefis, temiz birine yaklaşamaz.
Sadaka belayı def eder. Nefis de bir musibettir, beladır. Sadaka Cehennem ateşini söndürür. Terbiye edilmemiş nefis kişiyi cehenneme götürür.
İstiğfar günahları siler. Allah ile sohbettir. Kişinin, Allah ile bu güzel dertleşmesini, sohbetini, Rahim olana yalvarışını nefis bölemez. Kişi Rabbi ile dertleşirken bu öyle bir dertleşme, öyle bir istiğfar olmalıdır ki nefis, “Bu ne güzel dertleşmedir, bu ne güzel yalvarıştır. Ben de bir kere af dileyebilsem… Bir kere O’nunla (Allah ile) konuşsam” demelidir. Bunun sonucunda zaten kendini kişiye teslim edecektir, “estağfirullah” diyerek.
Salavat… Kişi, Peygamber’e selam gönderince muhakkak o da karşılığını verir. Kişinin ona verdiği selamdan sonra onun (Habibullah) sesini hissedince nefis de salavat getirmek ister. Onun güzel sesine dayanamaz: Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim…
Kim olduğunu ona (nefis) her zaman hatırlatmak gerekir. Kişi “Ben Müslümanım” diyebilmelidir. “Ben Müslümanım” deyip bunu nefsine hatırlatırken aynı zamanda kendi de hatırlar. Bir Müslüman hevasının değil Rabbinin isteklerine büyük bir iştiyakla yönelmelidir.
Allah’ın 99 ismi her kötülüğü def eder. Aynı şekilde terbiye edilmemiş nefsi de. Nefsin; nefs-i emmare, nefs-i levvame, nefs-i mülhime, nefs-i mutmainne, nefs-i razıyye, nefs-i merdıyye ve nefs-i kâmile olmak üzere 7 mertebesi vardır. Bu mertebelere aynı zamanda “atvar-seb’a” da denmektedir. Nefse ait mertebelerin her biri Allah’a ait isimler zikredilerek aşılabilmektedir. Fakat unutulmaması gereken bir husus vardır. İnsan bir beşerdir. Beşer günah işler ancak önemli olan bu hataların çığ gibi büyüyüp birikmemesidir.
“Altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri ki, orada onlar ebedi kalacaklardır. İşte bu kendilerini/nefislerini günahlardan temizleyen ve arananların mükâfatıdır.” (Taha,76)