Allah (c.c), Kur’ân-ı Kerîm’i insanlara bir hidayet rehberi, bir nur olarak göndermiştir. Kur’ân’ın istediği erdemli kullar olmak için insanların, onu okuyup anlaması ve inanıp yaşaması gerekmektedir. Kur’ân ve Sünnetin fethettiği gönüller onu anladılar, yaşadılar. Onun kutlu mesajındaki güzelliği diğer insanlara ulaştırmak için fetih hareketi ile birçok yeri fethettiler. Onların bu ümmetin fertlerine örneklikleri kıyamete kadar devam edecektir. Onun kutlu mesajını reddeden inkârcılar ise silinip gittiler. Günümüzde de Kur’ân nuruyla hidayete erip gölgesinde yaşayan ve Sünnetin terbiyesiyle hayatlarına yön verenler, ahirette büyük bir mükâfat göreceklerdir. Batının ve batılın karanlığını alan, müsteşriklerin zehriyle ümmeti zehirleyen bedbahtlar ise eşeğin değirmen taşı etrafında döndüğü gibi dünyada şaşkın şaşkın dolaşacak, ahirette de büyük bir azap ile karşılaşacaklardır.

Allah (c.c), Kur’ân’ı her düzeyde okuyucunun nasibini alacağı anlaşılabilir bir kitap kılmıştır. İlim sahibi olan da ilim sahibi olmayan da nasibini alabilmektedir. Elbette Kur’ân’ı anlamanın farklı düzeyleri vardır. İlimde derinleşmiş âlimler ise Kur’ân’ı daha iyi anlamakta ve maksatlarını da ortaya çıkarabilmektedirler.

İlimlerin, insanların dünya ve ahiret mutluluğuna sağladığı yararlar ölçüsünde dereceleri vardır. Kur’ân’ı tefsir etmek, onu anlamaya çalışmak, insanların anlamalarına yardımcı olmak çok değerli olduğu gibi büyük sorumluluklar yüklenmek anlamına da gelmektedir. Kur’ân, her isteyenin şartsız kuralsız söz söyleyebileceği bir kitap değildir. Onu iyi anlayabilmek ve maksatlarını çıkarabilmek için Kur’ân ilimlerini iyi bilmek gerekmektedir.

Kadim âlimler, Kur’ân’ı tefsir etmek isteyenlerde ilmîşartların yanında ahlakî ve dinîşartların da olması gerektiğini şart koşmuşlardır. Ahlakî ve dinî şartların en önemli olanı ihlâstır. İhlâs, hiçbir şirk ve menfaat beklentisinin bulaşmadığı şekilde sadece Allah’ın (c.c) rızasını gözetmektir.

Kişi, Kur’ân’ı anlayıp maksatlarını çıkarabilmek için hiçbir batılın ifsat etmediği sahih bir niyetle, Kur’ân ve hadis ilimlerini iyi düzeyde bilmeli ve bunları kullanmayı meleke haline getirmiş olmalıdır.

  1. Kur’ân-ı Kerîm, Arapça bir kitap olarak indirilmiştir. Arap dili iyi bilinmeli ve Kur’ân Arap dili kurallarına göre tefsir edilmelidir. Lafızların ve cümlelerin delaleti, hakikati ve mecaz, kinaye, iştikâk gibi sanatlar yanında belagat ilimlerini bilecek kadar Arap lügatine hâkim olmayanların yanlışa düşmeleri kaçınılmazdır.
  2. Kur’ân’ı tefsir etmek için kıraat ilmî, mücmel, mübhem, mübeyyen, garibul Kur’ân vb. Kur’ân ilimleri iyi bilinmelidir. Siyaka riayet etmek, Kur’ân’ın doğru bir şekilde anlaşılması için uyulması gereken kurallardandır. Siyak ve sibaktan uzak olan sebebi nüzûl ile ilgili rivayetlere itibar edilmez. Nitekim siyakın teyit etmediği bir kısım müfessirlerin görüşlerine itibar edilmez.
  3. Yûsuf el-Karadâvî, müfessire kurulan tuzakları, müteşabihe uyup muhkematı terk etmek, kötü te’vil, israiliyata güvenmek, ilim bakımından zayıf olmak ve nassı kullanılması gereken yerin dışında kullanmak olarak sayarken sünnet ve hadis cahili olmayı da saymıştır.

Sünnet,Allah’ın (c.c) diniyle ilgili olan hayatın bütün alanlarına yönelik olarak Hz. Peygamber’in (sav) sözleri ve uygulamalarıdır. Sünnet, Hz. Peygamber’e (sav) gelen Kur’ân vahyinin ete kemiğe bürünmüş, hayata geçirilmiş halidir. Sünnet, Kur’ân ile iç içedir. Çünkü Sünnet, Kur’ân’ın mübhemini beyan eder, mücmelini tafsil eder, ayetlerini açıklar, tefsir eder ve hükümlerin uygulama sahalarını gösterir.

Sünnet,Kur’ân-ı Kerîm’den sonra ikinci temel dinî kaynaktır. İkinci derecede delil oluşunu ilk dönem Müslümanlarının hiç tartışmadığı dinî bir esas olması göstermektedir. Sünneti anlayıp kavramak, onunla amel etmek, eğitim alanında ondan yaralanmak gerektiği gibi özellikle maksadını anlamak Müslümanın temel vecibelerindendir. “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr, 7)

Âlimlerimiz, Sünnet ile ilgili öyle büyük bir hazine bırakmışlar ki, bunu anlayışı kıt, bilgisi az, müsteşriklerin sözlerini benimseyen sonradan gelmiş kimselerden bir kısmı anlayamadığı için reddetmekte, bir kısmı da buna kötü niyetle yaklaşmaktadır. Bunlar, Resûlullah’tan (sav) sabit, kesin ve sahih olarak gelen sünnetini de geçmiştekilerin haberleri gibi değerlendirerek reddetmektedir.

“Sünnetin işlevini,Kur’ân-ı Kerîm şu şekilde bildirmektedir. “And olsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”(Ahzab, 21) “Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (Cuma, 2)

Sünnetin İşlevi kısaca şu şekilde belirtilebilir. 1- İtidalli bir İslâm toplum oluşturmak, 2- Müminleri tezkiye ederek onları şirk ve her türlü çirkinlikten temizlemek, 3- Sözlü ve ugulamalı hikmeti öğretmek, 4- Birey ve toplumun hem gönüllerini mutmain kılmak hemde tüm yaşantılarını düzenlemektir.

“Allah ve Resûlü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”(Ahzab, 36) Kur’ân-ı Kerîm bu konuda çok açıktır; Allah Teâlâ ve Resûlü bir işte bir hüküm verdiğinde müminin o hükme uymaktan başka bir seçeneği yoktur. Resûlullah’ın (sav) hüküm vermesi ayette sarih olarak belirtilmiştir. Yine ayetten anlaşıldığı üzere Resûlullah’ın (sav) hükmü Allah’ın hükmü mesabesindedir. Nûr sûresinde ise Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: “De ki: “Allah’a itaat edin; Peygambere de itaat edin.” (Nur, 54) Peygamber’e itaat onun Sünnetine sımsıkı sarılmak demektir.

İslâm DüşmanlarınınEsir Ettiği Gönüllüler

İslâm düşmanları Müslümanları zayıflatmak ve birliklerini bozmak için planlar yapmaya başladılar. Anlayabildiğimiz kadarıyla Kur’ân ve sünnet ile savaşanlar, savaşlarını üç aşama olarak belirlemişler. Savaşlarının ilk aşaması işgal ve kukla yöneticiler vasıtasıyla sömürgeleştirdikleri İslâm topraklarında Allah’ın hükümlerini birey ve toplum hayatından çıkarmaktır. İkinci aşaması Allah’ın hükümlerinin kaynağı olan Kur’ân ve sünnete olan inancı sarsarak dinsiz bir toplum oluşturmak, son aşamasında ise bu topluma kendi dinlerini kabul ettirmektir.

Bu planlara göre iktidar ve zenginlik karşılığında dinini ve milletini satacak şahsiyetler bulup onları İslâm’a ve Müslümanlara karşı destekleyeceklerdi. Seçilenler başlangıçta İslâm’a ve değerlerine bağlı görünerek, gazetelerde yazılar yazarak ve sözde davet çalışmaları yapacaklardı. İnsanları etraflarında topladıklarında İslâm düşmanlarıylabarışık İslâm yorumları üreteceklerdi.

İslâm düşmanlarının bu planları tutunca bunu tüm İslâm beldelerine yaydılar.”Kur’ân İslâm’ı” tarzı söylemler ileyalnızca Kur’ân-ı Kerîm’i kabul edip önce Efendimiz’in (sav) sünnetinin etrafında şüpheler uyandırmaya çalıştılar. Şimdi de açıkça inkâr etmeye başladılar. Bunu yaparken de Peygamber Efendimizi(sav) tenzih ettiklerini iddia etmektedirler.

Tüm batıl güçler ile onların fikirlerini benimseyenler, efendilerinin emirleri ve müsteşriklerin tavsiyeleriyle ikinci aşamaya geçmiş bulunuyorlar. Bu güçler, Kur’ân ve sünnet etrafında şüphe uyandırmak için harekete geçmiş bulunuyor. Önceleri müsteşriklerin yaptığı işleri maalesef adlarının anlamı ‘seçilmiş’ olanlar yapmaktadır. Bunlar özellikle seçilmiş olmalı. Hilafet kurumuna ve halifelere karşı nefret uyandırmak için kendini uzun süre hilafet merkezi olan Bağdat’a nispet eden ve adı ilk İslâm halifesinin adını taşıyan bir kişi gibi…

“Kur’ân İslâm’ı” diye öne atılıpsünneti inkâr edenler, İslâm aleyhinde çalışarak kâfirlere hizmet etmektedir.Bunların Kur’ân’a yöneltilen densizliklere karşı çıkmaları beklenirken bu kişiler, adeta müsteşrik efendilerine minnet borçlarını ödercesine sünnete karşı saldırıyı şiddetlendirmişlerdir. Mesele, gelecek tepkileri dağıtarak savmaktır. “(Resûlüm!) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.”(İbrahim, 42) “Biz, onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Sen, onlardan herhangi birinden (bir varlık emâresi) hissediyor veya onlara ait cılız bir ses işitiyor musun?”(Meryem, 98)

Tavsiye, Müslümanlar iki kesime temkinli yaklaşmalıdır. Kur’ân ve sünneti anlaşılır bir şekilde bizlere sunan birçok değerli âlimimiz varken parlatılan muhtedîlerden dinlerini öğrenmesinler. Bunların gerçek niyetlerini Allah (c.c) bilir. İkinci olarak hapse girip bedel ödedim diyenlere temkinli yaklaşmalıdırlar. Kendisine sunulan teklifleri kabul etmeyenleri tenzih ederiz. Ancak türlü sebeplerle bir kısmı bu teklifleri kabul etmiş olabilirler. Sonra bunlar parlatılarak halka öncülük etmeleri için yolları açılır. Etraflarında insanlar toplanmaya başlayınca içlerinde sakladıklarını dayanamayıp ortaya dökerler. Gerçek yüzleri o zaman ortaya çıkmış olur. İşte ey müminler! Siz bunlardan sakının.

Her türlü bilgiye ulaşmanın kolaylaştığı günümüzde görülen yorumlar anarşisi bizleri ye’se düşürmemelidir. Belki de Allah (c.c) usul ve esasların yeniden ortaya konulmasını istemiştir. Bununla beraber Kur’ân ve sünnet rehberliğiyle önce ümmetin gönlünü fethetmeyi ve birliğini sağlamayı dilemiştir. Böylece Allah (c.c) içimizdeki çürükleri ayırarak dilediği fetihleri bu ümmet ile gerçekleştirir.

Üzülmeyin, çünkü Allah muttakilerle beraberdir.İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir; göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.”(Âl-i İmrân, 139) “Eğer siz ona (Resûlullaha) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebû Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.”(Tevbe, 40)

Zekeriya ONAR

Kaynakça:

1)Yûsuf el-Karadâvî, “Kur’ân’ı Anlamada Yöntem“, Trc. Mehmet Nurullah Aktaş, İstanbul: Nida Yayıncılık, 2015. 2)Yûsuf el-Karadâvî, “Sünneti Anlamada Yöntem“, Trc. Hanifi Akın, İstanbul: Nida Yayıncılık, 2008. 3) Said Nursî, Münâzarât, 44.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?