Allah’ın yarattıkları arasında en basit görülen toprak ve su, insanın cevherini oluşturmaktadır. Toprak ile suyun karışımından ise çamur-balçık oluşmaktadır. İşte üstün vasıflarla Allah’ın donattığı, biçim verdiği insanın aslı budur. Bu, bir ayet-i kerimede şöyle bildiriliyor.
“Gerçek şu ki biz insanı çamurdan alınmış bir özden yarattık; Sonra onu sağlam bir korunakta nutfe haline getiriyoruz. Ardından nutfeyi alaka’ya çeviriyor, alaka’yı şekilsiz et yapıyor, bu şekilsiz etten kemikler yaratıyor, daha sonra da kemiklere et giydiriyoruz; nihayet onu bambaşka bir yaratık halinde inşa ediyoruz. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah çok yücedir.” (Mü’minun, 23/ 12-14.)
Yüce Allah insanın aslının, basit unsurlar olan toprak, su, çamur, balçık, nutfe, kan pıhtısı olduğunu ifade ettikten sonra, böylesi değersiz maddelerden, yeryüzüne halife olabilecek bir varlığı meydana getirdiğini ve bununla da kendi azamet ve üstün kudretine işaret etmektedir.
“Hani rabbin meleklere demişti ki: Ben, şekillenebilir balçıktan yapılma kuru bir çamurdan bir insan yaratacağım.”; “Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın.” (Hicr, 15/28,29.)
Bu ayet meallerinden anlaşıldığına göre, insan da diğer yaratıklar gibi tabiî bir varlıktır. Onlarla bir takım ortak özelliklere sahiptir. Ancak yukarıdaki ayette ifade edildiği gibi, Allah ona bambaşka bir yaratılış vermiş; farklı olarak ona kendi ruhundan üfleyerek eşref-i mahlukat derecesine çıkarmıştır
İnsan, akıl, kalp, duygu ve düşünce yönünden diğer varlıklardan çok farklı yaratılmış, sosyal bir varlıktır. Özetle İslam’a göre insan; akıllı, düşünen, irade sahibi, bilen, inanan ve sorumluluk sahibi bir varlıktır.
Durum böyle iken insan, dünya hayatında rahat ve huzurlu yaşayabilmesi için, dinî ve dünyevî meselelerine rehberlik edecek, tabir yerinde ise bir yol haritasına (hayat programına) şiddetle ihtiyaç duyar. İşte söz konusu o yol haritası ve program da Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin (s.a.s) sünnet-i seniyesidir.
İnsan, kendisine verilen akıl nimeti ile düşünme ve bilme yeteneği sayesinde kendi öz benliğini, çevresini ve Rabbini tanıma kabiliyetine sahip bir varlıktır.
Onun temel görevi Allah’ı tanımak, ona kulluk etmek, insanî ve ahlaki değerlere bağlı olarak yaşayıp sonsuz hayata hazırlanmaktır.
İnsanın iç âleminde nefis unsurunun varlığı sebebiyle derin ihtiraslar, köklü arzular vardır. Bu derin ihtiraslar, köklü arzulardır ki, insanı kazanç vadilerinde koşturur, imkân elde etme yolunda gecesini gündüzüne katarak çalışıp didinir. Ancak; İnsan, benliğinde kökleşmiş bu arzu ve meylini başıboş bırakır, onun önüne İslami ölçüleri düstur ve rehber olarak çıkarmaz, hudutsuz arzuları peşinde koşmakta ısrar ederse, ortaya huzur duymayan, tatmin olmak bilmeyen muhteris bir insan tipi ortaya çıkar.
İnsanoğlu, Allah’ın kendisine verdiği yaratılış kabiliyeti gereği Allah’a inanç ve diğer iman esaslarını kabul edip, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in sünnetine göre hareket ederek, nefsinin heva ve heveslerini kontrol altına alabilirse, Allah’ın istediği bir insan tipi ortaya çıkar ve istediği mertebeye ulaşabilir.
İnsan hayatı boyunca yapıp işlediklerinden hem Rabbine karşı hem içinde yaşadığı topluma karşı sorumludur.
Bunu şu ayetlerde açık bir şekilde görebiliyoruz.
“Sizi sırf boş yere yarattığımızı ve sizin artık huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minun 23/115) buyurulmaktadır. Evet, insan başıboş yaratılmamış.
“Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir” (Ahzab 33/72) buyurulmaktadır.
Bir damlacık sudan, gören, düşünen, konuşan, gülen, ağlayan, bilen, bildiren, geçmiş ve gelecekle ilgilenen, canlı, hareketli bir varlık yaratan Allah, küçük bir kâinat mesabesindeki insanı boşuna yaratmamış, bir hikmete-gayeye yönelik olarak yaratmıştır.
Sorumluluklarımızın en önemli boyutunu Allah’a karşı olan sorumluluklarımız oluşturmaktadır:
“Ben cinleri ve insanları başka değil sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 51/56).
“Semud kavmine de kardeşleri Salih’i gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. O, sizi yerden var etti ve size orayı ma’mur hale getirme görevi verdi. O halde O’ndan mağfiret isteyin; sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz rabbim yakındır, duaları kabul eder.” (Hûd 11/61.) Allah, insanların ve cinlerin önemli görevleri olduğunu, diğer varlıklara yüklemediği yükümlülük ve sorumluluklarının bulunduğunu ifade etmektedir.
Kur’an’ın insana yüklediği vazife aslında kapsamlı ve genel manasıyla yeryüzünü imar etmektir. Bu vazife, muhtevası itibariyle sağlam bir İslam toplumu ikame etmeyi, şümullü bir insan medeniyeti kurmayı içine alır ki, insan böylece icbar ve zor kullanarak değil, öğreterek ve eğiterek yeryüzünde Allah’ın adaletini ve hükmünü hâkim kılsın. Kur’an’da benzeri çokça bulunan bu ayetler, insana dünya hayatında yapması gereken esas görevinin açık tariflerini ihtiva etmektedir. O görev, bu dünya gezegenini imar etme uğrunda faal bir insan topluluğu oluşturmaktır. İmar kelimesinin içine aldığı maddi, ilmi ve iktisadi manaların tamamını şamil, topyekûn bir imardır. Bunun için Allah, kendisinin çizdiği şekilde bu görevi kabul eden insanı “Halife” lâkabıyla şereflendirmiş, ona “imamlık-önderlik” sıfatını vererek ikramda bulunmuştur.
Dinimizde bireysel sorumluluk işin temelini oluşturur. Bu da tek tek kişilerden toplumsal sorumluluğa kadar gider. Bu hususta yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
“…Allah her şeyin rabbi iken ben O’ndan başka bir rab mı arayacağım! Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüşünüz rabbinizedir ve O, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir.” (En’am 6/ 164.)
Sorumluluklarımızı özetleyecek olursak; Yüce Allah insana dört türlü sorumluluk yüklemiştir:
1. İnanç ve ibadet ile ilgili yükümlülüklerde Rabbine karşı sorumludur:
“Ben cinleri ve insanları başka değil sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 51/56).
İnsan; Rabbini hakkıyla tanımak, farzları yerine getirmek ve günahları terk etmek zorundadır. Bu sorumluluklar Allah tarafından yüklendiği için, bu görevlerden hangisini terk ya da ihmal ederse Allah’a karşı önemli bir kusur işlemiş olur. Aynı zamanda yapılması gereken ya da terk edilmesi gereken her şey Allah için olmalıdır ki o zaman bir kıymet ifade eder ve sorumluluk yerine getirilmiş olur.
2. Kendimize karşı sorumluyuz:
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.” (Tahrîm, 66/6)
“O ceza gününde dilleri, elleri ve ayakları, yapıp ettikleri hususlarda aleyhlerine tanıklık edecektir.” (Nur, 24/24)
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.’’(İsra,17/36)
Dolayısıyla organlarımızı Allah’ın hoşnut olacağı işlerle meşgul etmeliyiz. Allah’ın hoşuna gitmeyen fiillerden kendimizi muhafaza etmekle sorumluyuz.
3. Topluma karşı sorumluyuz:
Allahu Teâla, milyonlarca mahlûkat içinde ‘insanı’ en güzel kıvamda, mümtaz ve mükerrem olarak yaratmış, ucu-bucağı bilinmeyen varlık âlemi içinde, eşsiz bir konuma sahip kılmış, ruhuyla, cesediyle en harika niteliklerle donatmıştır. Kur’an-ı Kerim, insanın bu eşsiz özellikteki yaratılışını ayeti kerimede şöyle ifade etmektedir:
“And olsun Biz, insanoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.” (İsra, 17/70) Ayet, insanı dünyada Allah’ın lütfuna en çok mazhar olmuş, en seçkin, en değerli varlık olarak nitelemektedir. İnsanı çeşitli yönleriyle tasvir ve tarif eden ayetlerden edindiğimiz bilgilere göre insan, en güzel biçimde yaratılan, mükerrem, şerefli, akıl sahibi en üstün bir varlık ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi şeklinde nitelenirken, Peygamberimizin “hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden mesulsünüz” düsturuyla insanın içinde yaşadığı topluma karşı sorumlu olduğuna şahitlik etmekteyiz.
4. Çevre ve doğaya karşı sorumluyuz:
Kur’an, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, insanın ana maddesinin toprak ve su olduğunu beyan ederken, hayatını ve neslini devam ettirme konusunda da yine toprak, su ve doğaya bağlı olduğunu açıklamaktadır.
Allah, (c.c.) çevremizdeki büyük-küçük, canlı-cansız çeşitli varlıklara, gerçeklere ve hatta bizzat kendi bünyemize, varlığımıza da dikkatlerimizi çekerek, tüm bu olgu ve oluşumlardaki olağanüstü durumları düşünüp, araştırmaya, incelemeye dolayısıyla da aklımızı çalıştırmaya çağırmaktadır.
“Göğü Allah yükseltti ve mizanı O koydu, sakın dengeyi bozmayınız!” (Rahmân, 7-8)
Son olarak sözümüzü şu hadis-i şerifle bitirelim:
Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin yanından bir cenaze geçmişti. Efendimiz (s.a.v):
“Rahata ermiş ya da kendisinden kurtulunmuş biri” diye buyurdu. Sahabiler:
“–Ey Allah’ın Rasûlü, «Rahata ermiş ya da kendisinden kurtulunmuş» ifadesinden kastınız nedir?” diye sordular. Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“–Mü’min bir kul vefat ettiğinde dünyanın yorgunluğundan ve sıkıntılarından rahatlayıp Allah’ın rahmetine kavuşur. Günahkâr ve kötü biri öldüğünde ise insanlar, beldeler, ağaçlar ve hayvanlar onun şerrinden kurtulup rahata ererler” (Buhârî, Rikâk, 42; Nesâî, Cenaiz, 48; Ahmed, V, 296, 302, 304)
Yüce Rabbimizden dileğimiz, bizi rahata kavuşup Allah’ın rahmetine mazhar olan kullarından kılmasıdır…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?