Kurban kelimesi “karube” fiilinden türemiş olup “yaklaşmak, yakınlaşmak, yakın olmak” manalarına gelir. Yapılan fiille Allah’a yaklaşmayı ummak demektir. Kurbanın, İslam tarihinde bizim için çok önemli bir yeri ve hikâyesi vardır. Kısaca değinelim…

İlk eşinden çocuğu olmayan Hz. İbrahim’in ikinci eşi Hacer’den İsmail adında bir oğlu olur. Tabi yıllarca evlat hasreti çeken bir babanın oğluna olan sevgisi nasılsa Hz. İbrahim’in de sevgisi o derece olur. Fakat Allah-u Teâla, onu imtihan etmek ister. Zaten insan en sevdiğinden imtihan olunur hep.

Bir gün rüyasında biricik oğlunu boğazladığını görür. Peygamberlerin rüyaları sahih olduğu için Hz. İbrahim önce bunun bir vahiy mi yoksa şeytanın bir aldatmacası mı olduğu hakkında çok düşünür. Çünkü kendisinden istenen, kolay olmayan bir şeydir. İnsan kendi çocuğunu nasıl boğazlayabilir? Fakat bir peygambere düşen Allah’ın emrine koşulsuz hemen icabet etmesidir.

Aynı rüyayı defalarca görünce bunun Allah’ın emri olduğuna ve bu emri uygulaması gerektiğine karar verir. Oğlu İsmail’i yanına alarak yüksekçe bir dağa doğru büyük bir imtihan yolculuğuna çıkar.

Hz. İbrahim’in gönlü kaynayıp dursa da verilen emri yerine getirmek hususunda net ve kararlıdır. Yolculuk esnasında uygun bir dille rüyasını oğluna anlatıp düşüncesini öğrenmek ister. İsmail, henüz çocuk yaşta olmasına rağmen peygamber olan babasının bu kararını büyük bir irade ve teslimiyetle onaylar. Dağın en tepesine geldiklerinde yanında bileyip getirdiği bıçağı çıkarıp bir taşın üstüne yatırdığı oğlunun boğazına dayar. Fakat bıçak kesmez. Hz. İbrahim bıçağını bir kayaya sürüp keskinleştiğine kanaat ettikten sonra tekrar dayar oğlunun boğazına. Fakat bıçak yine kesmez. İşte o sırada Hz. Cebrail yanında kurbanlık bir koç ile beliriverir. Bu sahne müthiştir doğrusu. Ona rüyasını doğrulayıp imtihanı geçtiğini haber verince baba oğul birlikte bayram ederler ve Cebrail (a.s.)’ın getirdiği koçu Allah’a kurban olarak keserek bize İslam tarihinde büyük bir teslimiyet örneği sergilemiş olurlar.

Peki, bizim bu kıssadan alacağımız dersler nelerdir?
1. Bu dünya hayatı tamamen bir imtihan yurdudur
Peygamberler dâhil bütün insanlar imtihan edilmektedir. Rabbimiz dünya hayatında ne yapacağımızı bilmesine rağmen bunu bize göstermek amacıyla bizleri imtihan edeceğini Kur’an-ı Hâkim’inde bildirmiştir: “Sizi mutlaka biraz korku ve açlık ile; biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden noksanlaştırmak suretiyle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 155)Herkes kendi gücüne göre bu hayatta imtihan olunacaktır. Bu imtihan bazen mal bazen evlat bazen de can ile olur.

2. Çoğu zaman imtihan zaaf noktasından gelir.
Peygamberlerin hayatlarına baktığımızda onların hep en sevdikleri şeylerden imtihan olduklarına şahit oluruz. Hz. İbrahim’in örneğinde olduğu gibi… Hz. Yakup’un Yusuf’la imtihanı gibi… Hz. Zekeriya’nın evladıyla imtihan olması gibi… Hz. Nuh’un karısı ve oğlu Kenan’la imtihanı… Hz. Eyüp’ün malı, sağlığı ve çocuklarıyla imtihanı ve peygamber efendimizin eşini kaybetmesi, çocuklarını kaybetmesi, amcaları ve aşiretiyle imtihanı gibi daha nice peygamberler nice imtihanlara tabi tutulmuşlardır.

İnsanoğlu, en sevdiği oyuncağını başka birine vermesi istenen küçük bir çocuğa benzer. Bu çocuk, kırık, dökük, eski ve parçalanmış oyuncağını çok rahat bir şekilde gözden çıkarabilir. Fakat yeni aldığı gıcır gıcır arabasını yahut oyuncak bebeğini kimselere vermek istemez. Veren çocuğa ise erdemli ve diğer çocuklardan üstün karakterli gözüyle bakılır.
İşte imtihanın aslı da budur. İnsan çoğu zaman kıyamadığı, gözünden sakındığı bir şeyi yahut canı gibi sevdiği biriyle imtihan olunur. Çünkü bu, insanoğlunun en büyük zaaf noktasıdır ve genellikle insan, zaaf noktalarında aslını ve imanını ortaya koyar.

3. Teslimiyet
İmtihan döngüsü içinde dönüp dolaşır insan. Sahibi emanetini almak isteyince insan istese de istemese de vermek zorunda kalır. İşte burada da teslimiyet duygusu çıkar karşımıza.
Sahabe hanımlarından Hz. Rümeysa annemizin evladının ölümüyle verdiği imtihan ne kadar da manidardır. Peygamber Efendimizin dediği gibi, “Onlar gökyüzünde parlayan birer yıldız misalidirler.” Hangisini takip etsek bizi bir aydınlığa götürürler.

Hz. Rümeysa, küçük çocuğunun ölümü üzerine ev halkını, bu durumu kocasına söylememeleri üzerine tembihler ve gece ona, teslimiyet duygusunu yaşatarak yavaş yavaş çocuğunun ölümünden bahseder. Kocasına der ki: “Komşuma ödünç bir eşya vermiştim fakat geri istediğimde vermek istemedi. Bu durumda ne dersin?” Hz. Talha da bunun yanlış olduğunu, emaneti sahibine geri vermesi gerektiğini söyleyince Hz. Rümeysa, oğlunun vefat ettiğini, yani emanetin, veren tarafından geri alındığını söyler. Sabah olunca bu durum Peygamber Efendimize bildirilir. O da Rümeysa’yı tebrik ederek çok doğru davrandığını söyleyip onlara yeni ve salih bir çocuk müjdeler. Daha sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) rüyasında Cennet’e giderken hemen arkasından bir çift ayak sesi işittiğini, dönüp baktığında ise bu kişinin Rümeysa olduğunu söyler.
Teslimiyet, sevdiğini toprağa gömsen de İsmail gibi ölüme yürüsen de Allah’a karşı kalbinin sevgi ve imanla dolmasıdır.

4. Kararlılık
Hz. İbrahim kararını verdikten sonra şeytan bir köşeye çekilip onları mı izledi acaba? Hiç mi niyetini bulandırmak, bu rüyanın boş bir hayalden ibaret olduğunu söyleyip onu yolundan döndürmek istemedi? Hz. İbrahim’in bu rüyanın gereğini hemen yerine getirmemesinin sebebi elbette ki rüyayı gerçekliğe kavuşturmaktı. Gönlü mutmain olduktan sonra kararından son ana kadar vazgeçmedi. İlk hamlede bıçak kesmediğinde ben görevimi yaptım bıçak kesmedi deyip geri dönmedi. Emre son ana kadar itaat edip Cebrail (a.s.) ona imtihanı kazandığı müjdesini verene kadar da imtihan yerinden ayrılmadı.

İnsanoğlu şu kısacık dünya hayatında Allah’ın emirlerine karşı hükmü uygulamamak adına çeşit çeşit fetvalar arayıp durmakta. Allah’ın emri nefse zor gelince daha kolayına kaçıp çaldığı minareye kılıf uydurmaya çalışmakta. Hükmü gerçekliğin dışına çıkarmak ve kendine uyarlamak için kapı kapı fetva arayan bazı insanları gördüğümüzde Hz. İbrahim ve İsmail’in teslimiyeti yanında bizim hâlimiz hiç de hayra alamet görünmüyor.

5. Her imtihanın ardından bir selamet vardır
Yüce Allah kullarına hiçbir zaman zulmetmez ve boş yere de onları imtihan etmez. Bazen kulunun günahlarını temizlemek amacıyla bazen de katındaki derecesini yükseltmek için onu çeşitli sıkıntılara maruz bırakır. Fakat kendi hâline asla bırakmaz. İmtihanın ardından kul selamete kavuşur.
Her karanlığın ardından muhakkak bir aydınlık vardır. Her zorluğun arkasında elbette bir kolaylık gizlenmiştir.

6. Bütün insanların hayatında Allah’a adanacak bir kurban bulunur
İnsan kalbi en çok neye bağlı ise, üzerine titrediği, her şeyden çok sevdiği neyse onu Allah’a kurban etmelidir. Bu, dünyalık her şey olabilir. Kulu Allah’ın zikrinden alıkoyan her ne ise onu Allah’a kurban etmelidir. Sanırım kalplerimiz Allah’a adanmak üzere doldurduğumuz kurbanlarla dolu. Kimimizin sevgi, kimimizin makam mevki, kimimizin para yahut dünyalık başka şeyler.
Müslüman’ın her yıl Allah’a kurban kesmesi yanında bazı zamanlar kalbine de uğrayıp orada kurban edilmek üzere bekleyen duygu ve emellerini de kalbinden söküp kesmesi lazım. Ancak o zaman kurbanlarımız gerçek kurban olur ve kestiğimiz koçlar koyunlar Allah’a ulaşır inşallah.
“Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Ancak sizden O’na yalnız takva ulaşır. İşte böylece onları sizin emrinize verdi ki sizi hidayete erdirmesine karşılık Allah’ı yüceltesiniz. İyilik edenleri müjdele.” (Hac, 37)

Vesselam…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?