D. M: Selamun aleyküm Değerli hocam. Röportaj vermek üzere değerli vaktinizi bize ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Dr. Maruf Çelik: Ve aleykümüsselam, ben de teşekkür ediyorum.
D.M: Hocam, malumunuz olduğu üzere çok sıcak gelişmelere tanıklık ediyoruz. Anlık haberlere neredeyse yetişemiyoruz. İşin hüzün verici yanı anlık gelen bu haberlerin çoğunun, Filistin’deki kardeşlerimizin şehadet haberi olması. İki aydır dünyanın önünü almadığı ve sözüm ona tüm “uygar” insanların sadece seyrettiği katliamlara şahitlik ediyoruz. Böyle bir zamanda insan konuşmaya bile güç yetiremiyor doğrusu. Ancak işin eğrisini doğrusundan ayırmak üzere konuya dair bazı hususları aydınlatmanın gereğini gördük. Bu vesileyle sizlere sormak üzere bazı sorular hazırladık. HAMAS’ın son hamlesi Aksa Tufanı operasyonuna gelmeden evvel şunu sormak istiyoruz: “Müslümanın Kudüs bilinci nasıl olmalı, Kudüs bizim için ne ifade ediyor?”
Dr. Maruf Çelik: Bismillah… Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a (c.c.) mahsustur. O’na hamd eder, O’nu tesbih ederiz. Allah’ın salât ve selamı şükreden kul ve vazifesini hakkı ile yerine getiren elçi Hz. Muhammed’in (s.a.v.), ailesinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…
Kudüs, her Müslümanın temel davasıdır. Bu dava sadece Kudüs’te ve Filistin’de yaşayan Müslümanların ve Arapların davası değildir. Bu dava ırkla değil, imanla ilişkilidir. Bir Müslümanın bu davadan vazgeçmesi inancının temellerinden birinden vazgeçmesi anlamına gelmektedir. Mescidi Aksa’yı içinde barındıran Kudüs şehri, Hz. Ömer’in (ra) hilafeti döneminde fethedilmesine rağmen buranın aidiyeti, bu mübarek belde ve çevresi ile olan gönül bağlılığı ve duygusal yakınlık İslam’ın ilk yıllarında var olan bir olgudur. İslam’ın Mekke döneminde inen İsra suresinin ilk ayetinde Mescidi Aksa ismi geçmektedir. Burası Hz. Ömer ordusu tarafından fethedilmeden önce Yüce Allah’ın kararında mescit hükmündedir ve Hz. Muhammed’e (sav) ikram edilen İsra nimetinin sonlanış noktası, Miraç nimetinin ise başlangıç noktasıdır. Çok önemli bir hadise olan Miraç olayı direkt olarak Mekke’den göğe yapılabilirdi. Ama Mekke’den Kudüs’e ve Kudüs’ten göğe şeklinde Yüce Allah (cc) tarafından murat edildi. Bunun bir hikmeti şu olabilir: Buranın sahibi son peygamber ve onun izinden gidenlerdir. Burası fetihten önce de İslam’a ve Müslümanlara aittir.
Mescidi Aksa sadece ibadet amacıyla ziyaret edilecek üçüncü mescittir. “(Namaz kılıp daha fazla sevap almak için) sadece şu üç mescide yolculuk yapılabilir: Benim bu mescidime, Mescidi Haram’a ve Mescidi Aksa’ya.” Kudüs ve Mescidi Aksa fethedilmeden önce de Müslümanların gündemi, göz bebeği ve heyecanı idi. Şu hadisi şerifteki duyguya bakar mısınız? (Hz. Meymûne (r.a.): “Yâ Rasûlallah! Beyti Makdis hususunda bize ne buyurursunuz?” dedim. Allah Resulü (sav): “Orası haşr ve dirilişin gerçekleşeceği yerdir. Gidin ve orada namaz kılın! Çünkü orada kılınan bir namaz, başka yerde kılınan bin namaz gibidir” buyurdu. Ben: “Peki oraya gidecek imkân bulamazsam ne dersiniz?” dedim. O: “Oraya aydınlanmada kullanılmak üzere zeytinyağı gönderirsin. Bunu yapan, oraya gitmiş gibi olur” buyurdu.) Mescidi Aksa’ya gidemeyen oradaki ibadetten ve cihattan kendisini mahrum bırakmamalıdır. Oranın aydınlatılmasında ve oradaki cihatta payımız olmalıdır.
Öte yandan, Kudüs davamızın temelini ubudiyet/kulluk oluşturur. Yüce Allah Kudüs/Aksa davasını bu şekilde temellendirmektedir. Kudüs, Yüce Allah’ı temsiliyetin ve iyi kulluğun merkezini oluşturmaktadır. Kudüs’ü hak etme veya ona sahip olma iddiası da bu özellikle orantılı olarak haklılık kazanır veya çürütülür. Önceki ümmetlerde peygamberler ve onların mirasçıları buranın sahibi idiler. Nübüvvet halkasının sonu ve en mükemmeli olan Hz. Muhammed (sav) ve onun ümmeti buranın doğal ve tartışmasız sahibidirler. İsra mucizesini ele alan ayette işin başlangıç ve bitiş noktaları mescid (Allah’a secde edilen yer) olarak belirlenmiş ve Nuh’un soyuna yapılan seslenişte onun kulluğuna vurgu yapılmıştır. “Bir gece, kendisine bazı ayetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescidi Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir. Mûsâ’ya kitabı verdik ve “Benden başkasına güvenip dayanmayın” diyerek o kitabı İsrâiloğulları’na bir hidayet rehberi kıldık. Ey Nuh ile taşıdıklarımızın soyundan gelenler! Bilesiniz ki Nuh çok şükreden bir kul idi.”
D.M: O zaman şunu diyebilir miyiz: Müslümanlar Allah’a iyi kul olma hususunda zaaf gösterdiklerinde bu nimetten yoksun kalabilirler?
Dr. Maruf Çelik: Bu soru son derece haklı bir sorudur. Biz iyi kul olmadığımız zaman bilelim ki bu iddiamız havada kalır ve Allah da bu iddiamızın gerçekleşmesine izin vermeyebilir. Yani Allah’a iyi kul olma halimizi yitirdiğimizde Kudüs’ü kaybedeceğimizi bilelim. Kudüs’ün tarihi süreci de bunu destekliyor. İsterseniz tarihi sürecini kısaca gözden geçirelim:
Müslümanların kulluk hususunda ve diğer noktalarda iyi oldukları bir zamanda, Hz. Ömer döneminde Kudüs fethediliyor. Başta kulluk olmak üzere Müslümanların hemen hemen her alanda gerilediği ve İslam topraklarının Haçlı saldırılarına ve işgaline maruz kaldığı bir dönmede ise Kudüs’ü kaybettik. Yaklaşık 100 yıl süren işgalden sonra Selahaddin Eyyubi’nin İslam âlemini toparlaması sonrasında Kudüs tekrar Müslümanların eline geçti. Selahaddin Eyyubi’den Osmanlı’nın son yüzyılına kadar Müslümanlar iyilik halinde idiler ve Kudüs de iyi idi. Osmanlı’nın son yüzyılından itibaren günümüze kadar Müslümanlar her alanda gerilediler, dinlerinden uzaklaştılar. Sonuç olarak tekrar Kudüs’ü yitirdik. Tarihi sürece baktığımız zaman özet olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Müslümanlar iyiyken Kudüs iyidir. Müslümanlar zayıfken Kudüs de zayıftır. Yani birisi, ben Müslümanların halini özet bir şekilde öğrenmek istiyorum, bana bir pusula gösteriniz, dese bunun kısa cevabı şu olur: “Kudüs’e bak.”
D.M: Hocam yukarı da sizin de belirttiğiniz gibi İsra suresinin birinci ayetinde mescidi aksa ifadesi geçiyor? Yani cami. Oysa risalet devrinde böyle bir cami, inşa edilmiş bir mescid yoktu. Zira Filistin coğrafyası Hz. Ömer zamanında İslam topraklarına katıldı. Bunu nasıl okumalıyız? Biraz daha açabilir misiniz?
Dr. Maruf Çelik: Mescidi Aksa alanı olan 144 dönümlük yer Allah’ın hükmünde mescittir. Tıpkı Kâbe yeri gibi. Müslümanların koydukları tuğlalar, taşlar ve minareler ister olsun ister olmasın bu hüküm değişmez. Yani biz Müslümanların, biz insanların koyduğu taşlar ve tuğlalar bir sel tarafından götürülürse veya din düşmanları tarafından yıkılsa bu durum oranın cami hükmünü ortadan kaldırmaz. Burası Hz. Ömer döneminde Müslümanların eline geçti diye ve orada Müslümanlar bazı taşlar koydular, camiler yaptılar diye cami olmadı.
D.M: Allah’ın dikkatimizi bu kadar fazla çektiği bu mekân yani Kudüs ve Filistin hakkında bize düşen sorumluluklar nelerdir?
Dr. Maruf Çelik: Müslümanların Kudüs davasına yönelik temel sorumluluğu bilinç hususudur. Önce bu dava inanç, tarih, coğrafya ve diğer boyutlarıyla iyice anlaşılmalıdır. Bu hususta çokça okumalar yapmalıyız. Bolca kitap okumalı, bu alanda yazılmış makaleleri incelemeliyiz. İslami eğitim çalışmalarımızda namazı, ahlakı, fıkhı öğretir gibi bu konuyu öğretmeliyiz. Bu dava tüm Müslümanların merkez davasıdır. Bu hususta sağlam bir bilince sahip olmalıyız. Oluşturduğumuz bilinç bize bazı pratikler yaptıracak, sahada bizi aktif kılacaktır. Diğer bir sorumluluğumuz ise duygu boyutuyladır. Kudüs davasına yönelik kalbi, duygusal irtibat, sevgi boyutu da olmalıdır. Yani Müslümanın, şöyle düşünmesi gerekiyor: Göz bebeğimiz olan Mescidi Aksa ve bereketli topraklarımız Siyonistler tarafından işgal edilmiştir. Ben bu işgali kabullenmem, bu işgalin bitirilmesi için her gün mutlaka bir şeyler yapmalıyım. Her gün bunun üzüntüsünü yaşamamız lazım. Kudüs Haçlılar tarafından işgal altında iken, işgal sonrasında Mescidi Aksa’ya konmak üzere minber yapan marangoz gibi veya işgalden kurtarıldıktan sonra içinin ve avlularının temizlenmesinde kullanılmak üzere güllerden güzel kokular elde eden Diyarbakırlı hanımlar gibi duygu yüklü bir ruha sahip olmalıyız.
İlmi ve kalbi sorumluluğumuz bize nice vazifeler çıkaracaktır. Diğer bir sorumluluğumuz ise bu davanın doğru tanımlarla, yerinde kavramlarla insanlara anlatılmasıdır. Bu davayı çevremize aktarmalıyız, bu dava uğruna yapılan cihatta fiili payımız olmalıdır. Buradaki cihada kalemimizle, sesimizle, malımızla, boykot çabalarımızla destek olmalıyız.
D.M: Paylaştığınız bu kıymetli bilgiler için teşekkür ederiz hocam. Müsaadenizle şimdi de asıl gündem konumuz olan Aksa Tufanı ile ilgili sorulara geçmek istiyorum. Öncelikle kimi insanlar böyle bir operasyonun ne gereği vardı diye soruyorlar? Hatta bazıları bir intihar girişimi addediyorlar. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Dr. Maruf Çelik: Evet, bazı kişiler Aksa tufanın zamanlamasını sorguluyorlar. Hayat iyi kötü akıyorken Filistinliler veya HAMAS niye böyle bir eylem başlattı? Bir cihat başlattı ve hem kendini hem de bizi zora soktu diyorlar. Hatta Türkiye açısından bakacak olursak Netanyahu’nun Türkiye’ye geleceği ve Cumhurbaşkanımızın da İsrail’e gideceği konuşuluyordu. Tüm bu adımlar belirsiz bir süreye kadar şimdilik rafa kalktı.
Olaya şu şekilde bakalım: Siyonistler Filistin topraklarını işgal etmişler ve buralarda hakimiyetini güçlü kılmaya çalışıyorlar. Günden güne toprakları işgal ederken henüz işgal edilmemiş toprakları da gasp etmek için planlar kuruyorlar. Böyle bir süreç yaşanırken Filistinlilerin saldırması kadar doğal ne olabilir. Namaz vakti camiye gidene, “zamanı mıdır?” denilmeyeceği gibi işgal altındakinin direnişi, cihad eylemi de sorgulanmaz. Diğer bir husus da şu ki İşgal devleti İsrail, HAMAS saldırmadığı zaman da saldırıyor, katliamlar gerçekleştiriyor ve işgal ediyordu. İsrail bir devlet değil, çetedir ve orada bir çete devleti kurulmuş. Bir devlet mantığıyla değil emperyalistlerin de desteğiyle tamamen işgal üzere kurulmuş bir çete devletini görüyoruz karşımızda. İşgal edilen topraklara da yurt dışından getirilen Yahudiler yerleştiriliyor. İsrail’in büyük hedefi Nil-Fırat arasında büyük bir işgal devleti kurmaktır, bunu da gizlemiyor ve bayrağında sembolize etmiştir. İsrail işgal olarak bir ilerleme peşinde hep. Bunun sonu da yok. Hal böyleyken HAMAS’ın başlattığı taarruz neden yapıldı denerek sorgulanmamalı ve doğal bir hamle olarak karşılanmalıdır.
D.M: HAMAS’ın zamanlamasını siz nasıl buluyorsunuz?
Dr. Maruf Çelik: HAMAS, bu operasyonu aslında çok yerinde bir zamanda gerçekleştirdi. Zira öyle bir süreç yaşanıyordu ki, Kudüs üzerinde ciddi ihlaller vardı. Kudüs savunmasında kadınlar tartaklandı, yerlerde sürüldüler. Yahudiler Mescidi Aksa’ya girip kendi ibadetlerini yapmaya çalıştılar ve burayı sinagog gibi kullandılar. İsrail hiç olmadığı kadar aşırıya gitti. Bunların karşılıksız kalmaması gerekirdi. Dikkat edersek, operasyonun ismi Gazze’den başlatıldığı halde Aksa Tufanı diye geçiyor, Gazze Tufanı değil. Yani gaye Mescidi Aksa aslında. İkinci husus da şu İsrail’in ihlalleri ayyuka çıkmıştı. Filistinlilere gerek Gazze’de gerek Batı Şeria Kudüs ve diğer yerlerde hayatı zindan etmişti. İnsanları bezdirmeye çalışıyordu. Ayrıca dayatılan sözde barış süreci ve normalleşme süreçleri Müslüman ülkelerin çıkarlarına yaramayacağı halde bu ülkelerin çoğu böyle bir yaklaşımın adımlarını atmak üzereydi. Bu operasyon ile tüm bunların da önü alınmış oldu.
D.M: Bunları kazanım olarak görebiliriz sanırım. Peki hocam Aksa Tufanı’nın başka ne gibi kazanımları oldu?
Dr. Maruf Çelik: Henüz operasyonunun mahiyetiyle ilgili elimizde yeteri kadar bilgi yok. Fakat şunu biliyoruz: HAMAS bu operasyonda 1250 kişiyi görevlendirdi ve Aksa Tufanı’nın akşamında onlara “yarın Siyonist düşmana bir operasyon düzenleyeceğiz. Bu görevi size veriyorum ancak içinizden en ufak çekincesi olan varsa bu operasyona katılmama hakkına sahiptir.” dedi. Kararlarında özgür bırakılan mücahitlere bir süre verildi ve bu süre geçtikten sonra tüm mücahitler tereddütsüz bir şekilde, seve seve katılacaklarını belirtti. Böyle bir eylemin onlar nezdinde tek anlamı vardı: şehadet. Onlar bu kararı verdiklerinde, düşmanlarının bu kadar korkak olacağını tahmin etmemişlerdi. İşgal topraklarına geçecekler ve sağ döneceklerdi. Bu neredeyse imkânsız gibi görünüyordu. Gelgelelim şehadeti göze alarak bu cihadı, seve seve kabul eden, Kudüs’e yapılan ihlallere ve işlenen zulümlere karşı kayıtsız kalmayacaklarını ve bunu cezasız bırakmayacaklarını göstermek üzere yola çıkan mücahitler karşılarında yalnızca bir korkaklar grubunu gördü. Böylece HAMAS’ın; içlerinde MOSSAD ajanlarının, üst düzey askerlerin ve birilerine göre sivil ancak bizim işgalci olarak tanımladığımız yerleşimcilerin bulunduğu binlerce kişiyi öldürdüğünü -ki Siyonistlerin gerçek rakamları halen sakladığını düşünüyoruz- ve yüzlercesini de esir aldığını gördük. Gerçekten de bu operasyonun içeriği bağımsız bir kitap konusudur.
Mesela uzmanlar kara operasyonunun geciktiğini söylediler. Neden? İşgalcilerin Savunma Bakanlığının sayfası hacklendi ve Gazze Taburu olarak bilinen üst düzey askerlerin bilgileri ele geçirildi. Bu operasyonda Gazze Taburu komutanı ve İsrail’in özel birlikleri öldürüldü. Son tahlilde anlaşıldı ki İsrail ordusu yenilmez değil. Askeri de sırtı yere gelmez bir asker değil. Oysa yıllardan beri İsrail’in, sırtı yere gelmez askerleri ve yenilmez bir ordusu var algısı oluşturulmuştu. Hatta bölgemizdeki hain rejimler de buna alet oldular. 1967 savaşında İsrail güya Suriye, Mısır, Lübnan, Ürdün ve FKÖ ile aynı anda savaştı, bu beş ülkeyi ağır yenilgiye uğrattı ve her birinden yeni topraklar işgal etti. Özet olarak şunu söyleyebiliriz: HAMAS İsrail’in yenilebileceğini ve siyonistlerin işgal edilmiş Filistin topraklarında rahat edemeyeceğini ispatladı.
D.M: Hocam insanlar şunu da soruyor: Evet HAMAS bir saldırı başlattı bin kişiyi öldürdü ve yüz ya da iki yüz kişiyi esir aldı belki. Hatta bir esir takası da oldu ve bazı Müslüman tutuklular serbest bırakıldı ancak Gazze yerle bir edildi ve on binlerce Müslümanın kanı akıtıldı. Hastaneler, okullar vuruldu. Değdi mi?
Dr. Maruf Çelik: Olaya böyle bakarsak çok büyük bir yanılgı içine düşeriz. HAMAS İsrail’in yenilebilir olduğunu ispatlamak üzere böyle bir operasyona girişti. Şunu göstermek istedi: Eğer siz hain değilseniz bu Siyonist işgalci devleti çok kolaylıkla yenebilirsiniz. Gazze’de yirmi bin kişi öldürüldü bunun karşılığında sadece 150 Filistinli esir kurtarıldı algısı da yanlıştır. Tüm bunlar ne içindi? Cevap, Kudüs’ün özgürlüğü için.
Aksa Tufanı’ndan öncesine kadar Filistin topraklarına Yahudi göçleri oluyor ve onlar için işgal/yerleşim bölgeleri oluşturuluyordu. İşgal yaması Filistin topraklarında zamanla genişliyordu. Bunlar dünyanın herhangi bir yerinden getirilen çulsuz, bulunduğu yerde zar zor geçinen insanlarken kendilerine mal, mülk, iş vaat edilerek buralara getirilen kişilerdi. Aksa Tufanı bunun da önüne geçti. Bugün Polonya’daki birine, Afrika’da sersefil perişan halde yaşayan bir Yahudiye gel sana Filistin’de toprak verelim vs. deseniz rahatından vazgeçip asla gelmez. Ama daha önce geliyorlardı. Yahudiler rahatlarına ve güvende olmalarına düşkün kimselerdir. Eskiden İsrailliler, “burası dünyanın en güvenilir, en istikrarlı yeri” diyorlardı. HAMAS onlara bu operasyonla, siz buraları işgal edip rahat rahat oturamazsınız, dedi. Bu durum işgalci İsrail devletinin bekasını da etkileyen bir husus. İnsanlar artık oradan kaçıyor ve burayı güvenli bulmuyor. Bu da onun “işgal et ve Yahudileri yerleştir” projesine büyük bir darbe oldu.
Niçin? Çünkü artık HAMAS’ın füzelerinin ulaşamayacağı bir yerin olmadığını biliyorlar ve bir gece ansızın en önemli birimlere baskın yapılmayacağından hiç kimse emin değil. Artık Hamas’ın füzeleri de eskisi gibi soba borularından yapılan füzeler değil. Menzili 250 km olan tahrip gücü yüksek füzeler. Gazze’nin çevresinde 110.000 işgalci yaşıyordu ve bunların hepsi kaçtı. İsrail’in içinde yarım milyon göçmen olmuş durumda. Bu saatten sonra kimse çıkıp onlara, yerlerinize güvenle dönebilirsiniz, diyemez.
D.M: Yani HAMAS doğru yaptı diyorsunuz.
Dr. Maruf Çelik: HAMAS kesinlikle üzerine düşeni yaptı burada. Aksa Tufanı operasyonu, İsrail ordusunun yenilebilir olduğunu, İsrail askerinin sanıldığı gibi cesur aslan olmadığını ve kâğıttan bir kaplan olduğunu belgeledi. Öldürülebileceğini, esir edilebileceğini, başının yerlerde ezilebileceğini tüm dünyaya gösterdi. Yani bir özgüven oluşturdu.
D.M: Batının tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dr. Maruf Çelik: Bu olayda ABD ve Batı daha önce Saddam Hüseyin ve IŞİD olaylarında yaptığı gibi HAMAS’a karşı uluslararası bir koalisyon kurup onu terör örgütü olarak ilan etmek istedi. Ancak bunu başaramadı. Birçok devlet cesurca buna karşı çıktı. Türkiye’de Cumhurbaşkanımızın “HAMAS bir terör örgütü değildir. HAMAS kendi vatanını savunan mücahitler grubudur” demesi Amerika’ya karşı güçlü bir reddiye oldu. Daha önce HAMAS’a hiç randevu vermeyen Endonezya hükümeti bu süreçte HAMAS’a randevu verdi. HAMAS’la görüşmeyi kabul etti. Onlar da Amerika’nın bu dayatmasına karşı çıktı. Malezya ilk günden itibaren Amerika’ya karşı meydan okudu. Hayır, ben HAMAS’ı terör örgütü olarak ilan etmiyorum. Aynı zamanda HAMAS’ın yaptığı bu işi de kınamıyorum, dedi.
Bunun üzerine, Amerika, İsrail’e yardım etmek ve HAMAS’a bir ders vermek, böylece İsrail’in yerlerde sürünen itibarını tekrar geri kazanmak istedi. Ne yapmayı düşündü? Birçok insanı öldürecek, kalanları Sina’ya sürecek ve Gazze’yi boşaltacaktı. Hem İsrail’in itibarını geri alacak hem de Yahudilerin burayı terk etmesini engelleyecekti. Bu hedefinde de başarısız oldu. Anlayacağımız İsrail hiçbir şekilde başarı kaydetmedi bu süreçte. Kara operasyonuna sıfır zayiat hedefi ile adım attı ancak büyük zayiatlar verdi. Mantığına göre yukarıdan bombalayacak ve tanklarla ilerleyecekti ancak hiç umduğu gibi olmadı.
D.M: Hocam, bu operasyonun başarısız yanı yok mu sizce?
Dr. Maruf Çelik: Bu süreçte maalesef İsrail ve Amerika, üçüncü hedefi olan Gazze’yi yok etme planı çerçevesinde biraz başarılı oldular. Tüm bir şehir; caddeleri, sokakları, hastaneleri ve okullarıyla bombardımana maruz bırakıldı. HAMAS’ın görevi İsrail ordusuna darbe vurmaktı. Oradaki sivil insanları korumak, Gazze şehrini koruma görevi de tüm Müslümanlara aitti. Bu konuda aslında Müslümanlar başarısız sayılır. Arap ve İslam ülkelerinin, ben varken Gazze’ye dokunamazsın, demesi gerekirdi İsrail’e. Ancak bunu demediler.
D.M: Arap ve İslam ülkeleri durum böyleyken ne yapabilirlerdi sizce?
Dr. Maruf Çelik: Ne yapmaları gerekirdi? Kesinlikle diplomatik ve ekonomik ilişkileri kesmeleri gerekirdi. Türkiye ve diğer Müslüman ülkeler dünyaya şunu diyebilirdi: “Gazze’de İsrail tarafından benim oradaki kardeşlerim öldürülüyor, şehirleri bombalanıyor, hastaneleri bombalanıyor, okulları bombalanıyor; en masum insanlar, yaşlılar, çocuklar öldürülüyor. Bunu kabul etmiyorum, bunu yapan İsrail ile ilişkilerimi kesiyorum.” Fakat Türkiye’den oraya hâlâ ticaret gemileri gidiyor. Oraya gıda gidiyor, İsrail’deki Siyonistler diyorlar ki “biz Gazze’ye hiçbir gıda, hiçbir yakıt sokmayacağız. Hiçbir ürünün girmesine izin vermeyeceğiz.” Fakat bizden ona yardımlar gidiyor. Bu hususta maalesef, halkı Müslüman olan ülkeler üzerine düşeni yapmadı ve sınıfta kaldı. Tekrar belirtmek istiyorum eğer Müslüman ülkeler Batı’ya meydan okusaydı İsrail bu katliamları yapamazdı. Türkiye’ye, Cezayir’e rağmen yapamazdı. Bu devletlerin tavırları yeterli değildi maalesef.
D.M: Daha büyük bir tepki verebilirdi diyorsunuz, yani?
Dr. Maruf Çelik: Kesinlikle. Daha net ve daha üst düzeyde olmalıydı. Evet, Türkiye’ye, “HAMAS’ı kına!” dendi kınamadı. Türkiye’ye, “HAMAS’ı bir terör örgütü olarak ilan et!” denildi etmedi. Bilakis İsrail’i üst düzeyde kınadı, terör örgütü olduğunu söyledi. Artık İsrail’in devletten örgüte dönüştüğünü ifade etti. Türkiye’de 3 günlük milli yas ilan edildi, camilerde selalar okundu. Büyük bir miting gerçekleştirildi. Tüm bunlar güzel şeyler. Aidiyet noktasında çok güzel anlamı olan adımlar. İnsani yardım konusunda yapılanlar güzel. Ancak diplomatik ve ekonomik ilişkilerin durdurulmaması yapılması gereken ve eksik kalan tarafı teşkil ediyor. Maalesef bunların yapılmaması gerçekten ciddi bir eksiklik ve bu da İsrail’in bu kadar hunharca, zalimce hareket etmesine sebep oldu. İsrail’in gücü Müslümanların zaafıyla orantılı.
Katar, Kuveyt, Türkiye, Malezya ve Endonezya gibi; halkına ve Filistin davasına düşman olmayan; Filistin davasına dost ve bir şeyler de yapmak isteyen ve yapan ülkeler var. Fakat maalesef bağlantılı oldukları Batıdan kopamıyorlar. Yani şimdi Türkiye olsun Endonezya olsun, Malezya olsun, Cezayir olsun Kudüs ve Filistin ile ilgili İsrail’e karşı bir şey yapmak istediği zaman bir vicdanına bakıyor bir de Amerika’ya bakıyor.
Bazı ülkeler de Siyonistlerden daha Siyonist bir tavra sahip ve HAMAS’ı yok etmek istiyorlar. BAE, SA, Mısır ve Ürdün rejimleri gibi. Bir de özellikle İran gibi, Filistin davasını kullanmak isteyen ülkeler de var.
D.M: Hocam bu savaşta Amerika’nın apar topar yardıma koştuğunu gördük. Amerika’nın Siyonist İsrail’e bunca desteği ortada. Amerika’nın bu telaşı neyden kaynaklanıyor? Emperyalist ABD Yahudilere bu kadar mı muhtaç?
Dr. Maruf Çelik: Biz biliyoruz ki bugün dünyada Siyonist lobi çok güçlü. Siyonist lobi aslında sahip olduğu nüfuzla dünyayı sömürebiliyor. “Kocaman” Amerika ülkesini Siyonistler yönlendiriyor. Yahudiler Amerika nüfusunun belki yüzde beşini bile oluşturmuyor ama bakıyorsunuz ki senato gibi ya Amerika’nın üst meclislerinde, üst idare ve organlarında bazen yüzde altmış-yetmişlik bir temsil hakkına sahipler. Yani ülkenin yüzde beşi değil ama ülkenin en önemli icra organlarında, Hollywood’unda, sinemasında müziğinde yüzde elli-altmışa hatta doksana kadar nüfuza sahip. Bu sebeple ABD İşgalci İsrail’e arka çıkıyor ve kimse de çıkıp İsrail’e neden bu katliamları yapıyorsun diye hesap soramıyor. Putin bugün Ukrayna’da savaş suçu işledi diye yargılanmak üzere. Hatta bazı ülkelere gidemiyor. Oysa Filistin’de ne kadar suç işlendi de kimseden ses çıkmıyor. Sanki İsrail bütün dünyayı işgal etmiş. Bu denli güçlü bir Yahudi lobisi var.
Öte taraftan, Batılılar da Siyonizm’i kullanıyorlar. Batı ve Avrupa, Yahudileri kendi içinden sürdü, tabir yerindeyse onları pislik olarak gördü ve içinden atmak istedi. Zaten bu topraklarda bir hegemonya da kurmak niyetindeydiler. Zira kendileri için uzak bu bölgede bir İsrail devletinin olması işlerine yarayacaktı. Bir karakol, bir üs işlevi görecekti. Güçlü bir İsrail devleti bu bölgedeki herhangi bir devlet başını kaldırdığında Batılıların çıkarına hemen başını ezebilecek bir güç demekti.
Bunun yanında, İsrail, Aksa Tufanı operasyonundan önce İsrail Cezayir, Fas, Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerine şu mesajı verdi: Eğer benimle ilişkilerinizi normalleştirirseniz Batı’yla yaklaşmanız noktasında size destek olurum. Ekonomik imkanlar veririm ve Avrupa ile aranızın iyi olmasını sağlarım. Tabiri caizse Muhammed Bin Selman’a “Sen Amerika ile aranı mı düzeltmek istiyorsun, yolu benden, Tel Aviv’den geçer” dedi. Aksa Tufanı bunu da yıktı. İsrail, Arap rejimlerine benimle iyi geçinin güvenliğinizi sağlayayım diyordu. Şimdi olsa Arap ülkeleri, “sen daha kendini koruyamıyorsun” diyecek. Hani senin demir kubben vardı, basit füzelerle bile darmadağın edildi.
D. M: Hocam sorularımıza cevap verdiğiniz için çok teşekkür ederiz. Son olarak söylemek istedikleriniz var mı?
Dr. Maruf Çelik: Hamas, sergilediği çalışmalarla, yaptığı fedakârlıklarla ve Müslümanlara aşıladığı izzet duruşlarıyla artık kendisini aştı ve Filistin direniş tarihinde bir sembol olarak çoktan yerini aldı. İslâm dünyasında ve tüm özgür ruhlarda milyonların artık “Ebû Ubeyde” adında bir rol modeli var. Başta Riyad olmak üzere halkı Müslüman olan ülkelerin başkentlerinde oturan karar vericiler, sadece Ebû Ubeyde figürünün kitlelerde uyandırdığı heyecan ve coşkunun sebepleri üzerinde biraz düşünseler, tarihin akışına karşı kürek çekmenin faydasızlığını kendileri de görecekler. Fakat tarihleri ihanetten ibaret olan SA, BAE ve Sisi vb. rejimler bunu görmekten ve ders almaktan uzaktırlar.
Biz Müslümanlara düşen bu temel davamız hususunda üzerimize düşen sorumluluklardan kaçmamaktır ve Filistin topraklarında tüm Müslümanlar adına cihad eden kardeşlerimizi yalnız bırakmamaktır.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?