Can düştüğünden beri bedeni cana
Ölü bedenler düştü toprağa Canan uğruna
Ve dünya var olduğu müddetçe
Ne zulüm eden bitecek
Ne de zalime dik duran tevhit sayfasında…
İşte tarihte bir zalim daha. İblisin baş kaldırmasından daha beter baş kaldırıyor o yüce ilah olan Allaha. Kendisiyle beraber tüm insanları da yoktan var eden, her yarattığına hesapsız rızık veren ve karşılığında sadece kendisine ibadet edilmesini isteyen Rabbini unutup üstelik unutturmaya çalışarak en büyük ilahınız benim diyor (hâşâ) en asi bir şekilde… İsmi firavun. Daha doğrusu firavun, o ve onun gibilerine verilmiş bir isim. İlahi kudret Hz. Musa’yı tahtından olacak korkusuyla tüm erkek çocukları katlettiği sırada onun sarayında büyütmüş, tevhit tohumlarını en yakınlarından başlamak suretiyle gönüllere serpiştirmişti. İşte firavuna en yakın insan Hz. Asiye başta olmak üzere sarayın diğer sakinleri de Hz. Musa’ya gönülden iman etmişlerdi. Fakat firavun haberdar olduğu kimseyi yakalıyor ve en ağır işkenceler altında onu küfre zorluyordu. Bunlardan biri de saray sakinlerinden Maşita hatundu…
İman, öyle yerleşmişti ki kalbine
Kalbinden vuruldu da yine de dönmedi küfre
Büyük imtihan başlayınca mahzun yüreği
Yaratılanı mı yoksa yaratanı mı seçecekti?
Firavun, Maşita hanımın iman ettiğini haber alır almaz onu tutuklatır ve karşısına alarak onu küfre zorlar. “Söyle bakalım senin en büyük Rabbin ben değil miyim?”… Maşita hatun gözü kan ve zulüm bürümüş bu insana, bir de onu zorladığı sözlere bakıp kısa bir suskunluktan sonra cesaretle haykırdı. “senin de benim de en büyük Rabbim ancak Allah tır. Sana gelince, sen kalbi ve gözü körelmiş, kendinden başka kimseyi görmeyen ancak bir zalimsin. Sarayın o büyük ve görkemli salonunda firavun ve birkaç adamı bu cesaret karşısında önce afalladılar. Öfkeden kan beynine sıçrayan firavun hemen emirler yağdırdı kölelerine “onu bağlayın ve en ağır işkenceler uygulayın”…
Mazlum bedenlere eziyet eden zalimler!
Ruhlar kalkmışken şaha
Bilin ki siz asla ulaşamazsınız onlara…
Ve elleri kolları bağlanan Maşita hatunun sırtına, göğsüne, yüzüne, artık nereye gelirse kamçılar şakıyor o her ah çekişte firavun kahkahalar atıyordu. İşkenceden başı önüne düşüp artık dayanacak hali kalmayınca tekrar yanına geldi ve sordu zalim firavun. “şimdi söyle bakalım. İlahların ilahı olan en büyük Rabbin kim?”
Yorgunluk ve acı dolmuş gözlerle baktı Maşita firavunun yüzüne ve var gücüyle tükürüp tekrar haykırdı. “ilahların ilahı olan en büyük Rabbim şüphesiz ki ancak Allah tır.”Deliye dönen firavun, bu sefer başka bir yol denemek istedi. Kaçışı yok, ya küfre dönecek ya da en büyük acıları tadarak ölecekti Maşita. Emir verdi zalim firavun, “Maşita’nın kızını getirin” henüz beş yaşında, annesinin göz bebeği ilk yavrusu, can parçası kızı getirildi. Maşita hüzün dolu gözlerle küçük kızına bakarken firavunun gözlerine de nefret kusuyordu. Bu kadarını da yapamaz dese de bir yandan yüreği, diğer yandan da zalimden her şey beklenir diyordu. Firavun bu zulüm ve katletme anını bizzat yaşatmak isteyerek kızı kucağına alıp boğazına keskin hançerini dayadı. “ Söyle bakalım Rabbin kim?”
Maşita hatun bir kızına döndü bir de içindeki sese. Anne yüreği kedinin ağzında çırpınan bir kuş gibi titriyordu şimdi. İmtihan şimdi başlıyordu onun için.”sen benim canım kanımsın. Ama Rabbim için senden de vazgeçmem gerekiyorsa vazgeçerim” dedi içinden ve firavunu çıldırtan o cümleyi tekrar haykırdı” benim Rabbim âlemlerin Rabbi olan Allah tır”
Zulümden kalbinde merhamet kalmayan firavun hançeri bir uçtan diğer uca hızlı bir şekilde çekti. Öyle ki güzel kızının masum kanı annenin yüzüne sıçramıştı. Çaresiz Maşita bu vahşete ancak gözlerini kapamış sessizce gözyaşı döküyordu. Hıncını alamayan firavun bu sefer de ikinci kızı ve daha kundakta olan yavrusunu getirmelerini istedi. Yavrucak günlerce sütünden ve kucağından mahrum, ağlamaktan sesi kısılmış bir şekilde getirildi. Firavun Maşita’ya daha çok acı vermek için minik yavruyu annesine yaklaştırır. O sırada annesinin kokusunu alan bebek ağlamaya başlar. Bu ise Maşita’ya en acı gelen olaydır. Firavun kenarda cayır cayır yanan fırının kapağını açar ve masum yavruyu kapağa yaklaştırıp tekrar sorar. “söyle! Benim Rabbim firavun de”(hâşâ)
İmtihanın büyüğü küçüğü mü olurmuş deme. İmtihandan da büyük imtihanlar vardır. Kişi imanı nispetinde imtihanlara maruz kalır. Bu imtihan içinde de iki seçim arasında… Ya Rabbine giden yolu seçecek ya da dünyada sevdiği ve hoşuna gideni.
Neler feda edilmedi ki hak uğruna
Tarihin bir dili olsa da teker teker anlatsa
Nice zifiri karanlıklara güneş ışığı girmezken
Gönüllerin nuru aydınlattı mahzenleri
Ne yapsaydı Maşita? Bu zalimi nasıl durdursaydı bilmiyordu. Canı yanıyordu Maşita’nın. Ama işkence acılarından değil, anne yüreğinin yakıp yıkan acılarından… Bir sessizlik kaplamıştı her tarafı. Sadece minik bebeğinin sanki “anne!” haykırışlı ağlamaları duyuluyordu. Şimdiye kadar belki de köşeye sıkışıp bu iman dolu yüreği saptıramayan şeytana bir fırsat doğmuştu. Annelik duygularından yaklaşarak fısıldadı ona.”bir evladını zaten kaybettin. İkincisi de ölecek. Hem sen zaten Allaha gönülden inanıyorsun. Kalbinden vazgeçmeyerek dilde söylemende bir mahsur olmasa gerek. Firavuna söyleyececeğin bir cümleden ibaret. Sonra kızını alır buralardan gidersin ”Yeryüzü suskun, gökyüzü telaşlı. Sanki binlerce melek inmiş de hayır Maşita sakın imanından dönme diyordu. Minik yavrusunun gözbebeklerinde bile bu haykırışı görüyor gibiydi. Ama anne yüreği işte dayanamıyordu. Bir an evet Rabbim sensin diyecek oldu ki minik bebek Allahın izni ile dile geldi
“hayır anneciğim. Sakın imanından dönme. Allah sana cennette büyük mükâfatlar hazırlamış seni bekliyor. Sakın ha sakın dönme küfre.”
Zalimler hayret içinde, inananlar ise içten içe bir sevinç yaşıyordu. Maşitanın gönlü ise şimdi daha rahattı. En yüksek sesiyle haykırdı. “Allah! Allah tır benim Rabbim. İşte böyle büyüktür. İşte böyle koşar inananların yardımına.”Firavun bu mucizeden kimsenin etkilenmemesi için derhal çocuğu ateşe atıp kapağını kapattı. Ateşin içinde anneye gülümseyen çocuk seslenmeye devam ediyordu “ sabret anneciğim. Ebedi huzur ve saadet seni bekliyor. Sabret! Ve zalime boyun eğme!” Boyun eğmeyecekti cesur anne, iman dolu yüreği tevekkül dolu Maşita. Artık çılgına dönen firavun son olarak Maşita’ya yöneldi ve en can alıcı bir şekilde onu şehit etti. Mutlu son Maşita ve onun gibilerinindi.
Tarih, şehit ve şehidelerle dolu değil miydi? Fedakârlığı, sebatı, imanın gücünü ve Allahın inananlara zafer ve müjdesini bir de Maşita hatunun hayatında görüyoruz. Tıpkı asırlar öncesinde Rasulullaha inanıp ilk şehit düşen kadın Sümeyye gibi! Tıpkı ömrünü tevhit uğruna zindanlarda çürüten Zeynep gazali gibi Ve tıpkı ismini tarihe şerefli kanıyla kazıyan Esma Biltaci gibi. Bu dava şehitlerin kanında, mücahitlerin omzunda ve fedakâr annelerin dua ve mücadelelerinde yükselecek. Güneş en zifiri karanlıkta doğduğu gibi, belki de toprağa en çok şehit bedeni düşerken islamın nuru doğacak ve kâfirlerin gözlerini kör edecek. Candan, maldan ve vakitten fedakârlık ederek kazanılır ilahi rıza.
Rabbim rızasına erenlerden eylesin.
Feride Karadaş