“Senin olmadığın yerde seni en savunan şey, ahlakındır.
Güneşin kavurucu ışıkları, yine bir Temmuz sıcağının sabahında vurmuştu İstanbul’u. Emniyet Amiri Yusuf, gecenin yorgunluğu ile havanın sıcaklığı arasında bir tercih yapmak zorundaydı. Terden sırılsıklam olmuştu, başka seçeneği yoktu. Çaresizce yataktan çıkıp lavaboda elini yüzünü yıkadı. Aynaya baktı. “Bilumum mafyanın, organize çetelerin, hırsızların, dolandırıcıların, hülasa tüm suçluların en çok korktuğu kişi bu aynadaki yüz mü?” diye düşündü. “Keşke benim gibi aciz birinden korktuklarından daha fazla, Allah’tan korksalardı… Belki de hiç kimse suç işlemeye cesaret edemezdi.” dedi.
Ailesini uyandırmadan giyindi. Resmi kıyafetiyle aşağı indiğinde, onu makam şoförü ve koruması bekliyordu. Görev başındaykenki sert tavrını takınarak konuştu:
-Oğlum! Size kaç defadır beni evimden almayın, dedim. Benim arabam yok mu?
-Ama amirim dün geceki operasyondan sonra güvenliğiniz için endişe ettik, dedi koruması kapıyı açarak.
-Yakup bak, yıllar önce bir öğretmenim bana “Bir şeyi kaybetmekten korkarsanız, kaybedersiniz. Allah’ın rızası ve muhabbeti hariç!” demişti. Oğlum eğer ecel gelmişse değil sen, bir koruma ordusu bile beni koruyamaz. Hem sen Hz. Yakup (a.s.) değilsin, ben de Hz. Yusuf (a.s.) değilim, neden benim için endişeleniyorsun?
Şoförün gülümsediğini gören Yusuf Amir, ‘La Havle…’ çekerek bindi arabaya. Yakup polis önce sert bir bakış fırlattı şoföre. Fakat o da arabaya binince gülümsemekten kendisini alamadı.
Makam arabası köprüye doğru ilerlerken, kendi tarafının camını açtı Yusuf Amir. Boğazın enfes manzarası onu büyülüyordu. Tertemiz havayı içine çekti. Hanımı ısrarla karşı tarafa yerleşmelerini istemişti. Ama onu ikna etmişti bir şekilde. Belki de sırf boğaz manzarasını her gün görebilmek için bunu yapmıştı. Ama aslında sebep farklıydı. Tarih öğretmeni Tahir hocayı düşündü. Derin düşüncelere daldığında aklına gelen ilk kişi oydu. Neden o olmasın ki? Onu bu çağın iğrençlikleri arasından Allah’ın izniyle çekip çıkaran o değil miydi? Rabbine şükrettikten sonra her duasının içinde ona da yer vermiyor muydu? Bu güzel insanı nasıl unutabilirdi ki? O, Allah’ın dostlarından bir dosttu. Bu dünyada, bütün hayatını öğrencilerine vakfeden bir öğretmene sahip olmaktan daha değerli ne olabilirdi?
Araç, Emniyet Müdürlüğüne doğru ilerlerken sessizliği Yakup Polis bozdu:
-Amirim, dün geceki o operasyon neydi öyle? Meslek hayatımda birçok operasyona şahit oldum ama böylesini görmedim. Gencecik kızları, küçücük çocukları yurtdışına kaçırıp insan tacirlerine teslim etmek isteyen o alçakları yakalamasaydık eğer, ailemin yüzüne bir daha bakamazdım. İnsanoğlu bu kadar canavar olmayı nasıl başarabiliyor?
-Oğlum! Bir öğretmenimiz, “Karanlığı görebilmeniz için aydınlığa ihtiyacınız yoktur!” derdi. Fıtratı bozulmamış kişiler, insanlığını daha kaybetmemiş insanlar, bu canavarları daha iyi görürler. Yeryüzü, insanlığını kaybetmiş bir mahlûktan daha tehlikelisini görmemiştir.
-Amirim! Ne olacak bizim şu hâlimiz? Daha neler göreceğiz kim bilir? Toplumumuzun çürümüşlüğüne en çok da biz şahit oluyoruz. Bazen çok sevdiğim bu mesleği bırakmayı bile düşünüyorum.
-Yakup, senin yaşlarındayken ben de birçok defa bu görevi bırakmayı düşündüm. Fakat bu, çözüm değil. Neticede bu mesleği birileri yapacak. Yara, en çok iyileşirken sızlar. İşte biz tam da o yaranın merkezindeyiz. Eğer bu görevi hatta hayatımızdaki bütün görevleri Allah’ın rızasını kazanmak yerine başka amaçlar için yaparsak, hiçbir şey elde edemeyiz. “Bu dünyada en ciddi meselemiz, öbür dünyadır.” derdi bir öğretmenimiz.
-Amirim! Kim bu öğretmeniniz? Ne güzel şeyler öğretmiş size. Doğrusu kıskandım sizi.
Yusuf Amir gülümsedi. Cevap vermedi. Yüzünü tekrar çevirdi. Araba camından şehirde koşuşturan insanlara baktı. Kimi iş yerine, kimi de başka işlere koşuşturuyordu. Son sekiz yılını Tahir Hoca’yı aramakla geçirmişti. Son görüşmeleri Tahir Hoca’nın evinde olmuştu. Emniyet Amirliği görevine atandığını söylemiş, o da kendisini “Kibrin şımarttığı, kinin şaşırttığı, kirin kuşattığı insanlardan olmaması” duasıyla uğurlamıştı. O günden sonra defalarca evine gitmiş ama onu bulamamıştı. Ev sahibi aylardır kendisinden haber alınamayan hocanın eşyalarını dışarı atmış, bunu öğrenen Yusuf Amir, eşyaları tekrar içeri almıştı. Sekiz yıl boyunca kimsenin oturmadığı bu evin kirasını kendi cebinden ödemişti. Sanki yer yarılmış da hocası içine girmişti. Onu bulmak için emniyetin kayıtlarını didik didik etmiş ama bir sonuca ulaşamamıştı. O yüzden arabadayken gözlerini genellikle camdan ayırmazdı.
Radyodaki hüzünlü türküye içerledi Yakup Polis:
-Amirim, nerede o eski sevdalar? Ferhat, dağ yerine kulağını delmiş, Şirin de feminist olmuş!
Bu sefer gülme sırası şofördeydi. Sesinin fazla çıktığını görünce kendini toparladı:
-Özür dilerim Amirim!
Yakup polis konuyu değiştirmeye çalıştı:
-Amirim! Geçen gün Ayasofya Camisi’ne gittim. Bu mübarek mekânda öğle namazını kıldım. Fakat camiye gelenlerin birçoğu fotoğraf çekip gitti. Kul olmak yerine cool olmayı tercih ediyor bu insanlar sanki!
Yusuf Amir, Tahir Hoca’nın sözlerini hatırladı ama isim vermedi:
-Evladım, namazdayken bile Rabbimizi unutuyoruz. Namaz kılmayan bu Müslümanları hor görmektense, kollarına girip onları namaza götürmek en doğrusudur. Çünkü namaz kılmak; dünyanın fani astarını, cennetin ebedi kumaşına dikmektir.
Makam arabası, İstanbul Emniyet Müdürlüğünün kapısına ulaşmıştı. Yusuf Amir bu kapıya her geldiğinde Tahir Hoca’yı hatırlardı. 28 Şubat post modern darbesinde emekliliğine bir yıl kala, Tahir Hoca’yı lisede irticai faaliyetler (!) yaptığı suçlamasıyla buraya getirmişlerdi. Yusuf Amir üniversiteye giderken olayı öğrenmiş, soluğu burada almıştı. Tahir Hoca’yı elleri kelepçeli görünce daha fazla dayanamamış ve hüngür hüngür ağlamıştı. O da kelepçeli ellerini saklamaya çalışarak şöyle demişti:
-Üzülme oğlum! Bir gün ebedi yurdumuza göçtüğümüzde kim aşırı, kim normal, kim abartıyor, kim boş veriyor, hepimiz göreceğiz!
Emniyet Müdürlüğünün merdivenlerinden çıkanlar, binadakilerin hareketlenmesine sebep olmuştu. Yusuf Amir’in önde olduğu grup koridorda ilerlerken, durup selam veren polislerin selamına karşılık veriyorlardı. Yusuf Amir, kapısı açık olan bir odanın yanında aniden durdu. “Tahir” diye bir ses duymuştu:
-Bakın memur bey! Tahir amca, Demans Hastası. Böyle bir şey yapması mümkün değil. Onu camide yatıp kalkarken cami cemaatinden biri bize getirdi. Üzerinde herhangi bir kimlik yoktu. Hafızası gidip geliyor. Bir keresinde bana yıllar önce eşini kaybettiğini, çocuğunun olmadığını ve emekli bir öğretmen olduğunu söylemişti. Ailesinden kimseyi bulamayınca ona yeni bir kimlik ve soyadı verdik. Huzurevimizde sekiz yıldır kalıyor. Çok karakterli, çok iyi bir insan. Fakat hastalığından dolayı birçok şeyi hatırlamıyor.
-Fakat hanımefendi, yolda yürüyen bir adama “Yusuf, oğlum!” diye seslenmiş ve cebini karıştırmış. Adam da şikâyetçi olmuş. İşlem yapmamız lazım!
İçerideki polis memuru çalan telefonu açtı. Bir müddet dinledikten sonra telefonu kapattı:
-Hanımefendi kusura bakmayın. Kamera kayıtlarında Tahir amcamız şikâyetçi olan şahsın cebine para koymaya çalışıyor. Yani herhangi bir hırsızlık söz konusu değil.
Yusuf Amir, bir an sendeledi. Yakup Polis onu tutmasaydı, belki de düşecekti. Yıllar önceki o olayı hatırladı. Lisede öğrenciyken hasta olan kardeşi için eczaneye ilaç almaya gitmişti. Babası vefat ettiği için ailece zor günler geçiriyorlardı. Eczanede parası çıkışmayınca kardeşinin ilacını sağ cebine gizlice atmıştı. O esnada Tahir Hoca da oradaydı. Henüz tanışmıyorlardı. Sağ cebinden bir miktar para çıkarıp onun sağ cebine atmıştı. İlacın parasını bu şekilde verebilmişti. Eczaneden çıkarken ona “Oğlum, bundan sonra sağ cebine bir şey atmadan önce benim sağ cebimin senin hizmetinde olduğunu hep hatırla!” demişti. Sonraki yıllarda maddi olarak ona hep arka çıkmış, onu öz oğlu gibi sahiplenmişti.
Yusuf Amir odaya girince ayağa kalkanlara aldırış etmeden zayıf ve epey yaşlanmış Tahir Hocasının dizlerine bir çocuk gibi sarılıp ağladı. Odada bulunanların anlam veremediği bu durum karşısında anlamlı olan şu sözler döküldü Yusuf Amir’in dilinden:
-Senin o sağ cebine kurban olayım! Hasta olduğunu bilmiyordum. Allah affetsin beni! Bundan sonra seni hiçbir zaman yalnız bırakmayacağım!