Rabbimiz kerim kitabında “Andolsun ki, Allah’ın Rasulünde sizler için güzel bir örnek vardır” (Ahzâb, 21) buyurmaktadır. Rabbimiz bu ayette insanın örnek alma ihtiyacını hakkıyla tatmin edebilecek en mükemmel örneğin Resulullah Efendimiz (sav) olduğunu bizlere bildirmektedir. Bundan hareketle Resulullah (sav) başta olmak üzere onun yolunu takip eden ashabı, tabiin nesli ve onlardan sonra günümüze kadar gelen, hayatlarını İslam’a adamış olan öncü şahsiyetler, bizler için örnek şahsiyetlerdir.

Bu örnek şahsiyetlerden biri de Selahaddin Eyyûbî’dir. Selahaddin Eyyûbî, hayatının her yönüyle bize örneklik oluşturmuştur. Örneğin, Sultan Selahaddin’in cihad aşkı ve anlayışından bahsedelim: Sultan Selahaddin cihada adeta âşıktı. Cihad, onun en büyük zevki ve ruhunun gıdası idi. Selahaddin için ‘cihad’ hakkında kitap yazan Kadı İbni Şeddad şöyle diyor: “Cihad uğruna o, çoluk çocuğundan, sülalesinden, vatanından, yuvasından ve bütün mal ve mülkünden ayrılmaya razı olmuş ve bir rüzgârın söküp savurabileceği kadar basit bir çadırda yaşamaya katlanmıştı. Bütün gün boyu Sultan, bir lokma bile ağzına yiyecek koymazdı. Sadece doktorunun ısrarı ve tavsiyesi üzerine bir şerbet içiyordu. Doktoru bana dedi ki: Bir keresinde Sultan cuma gününden pazar gününe kadar birkaç lokmadan başka bir şey yemedi. Savaş alanında başka bir şey ile ilgilenmiyor, hiçbir şey aklına gelmiyordu.”1 Selahaddin Eyyûbî kendi döneminin şartları itibariyle savaş meydanında yaptığı cihada bu kadar bağlıyken, bugün bizler bulunduğumuz şartlar itibariyle cihada ne kadar bağlıyız?

Örneklik oluşturduğu özelliklerinden diğer bir tanesi de ilme verdiği önemdir. Nitekim Selahaddin Eyyûbî, hocası Kadı el-Fadıl hakkında şöyle demiştir. “Ben nice yerleri kılıcımla değil, Kadı el-Fadıl’ın görüşüyle fethettim.”2 Değişimi ve özgürlüğü yöneten bilgidir, zihinlerdeki işgal sona ermeden İslam topraklarındaki işgalin sona ermeyeceğini bilen Selahaddin, Kadı el-Fadıl gibi ilim adamlarının İslam coğrafyasında açtığı medreselerle zihinlerdeki işgali sona erdirip İslam topraklarını özgürlüğüne kavuşturmuştur. Bugün bizler de işgal altında olan İslam coğrafyalarını yeniden özgürlüğüne kavuşturmak istiyorsak, önce işgal altında olan zihinlerimizi ilimle, bilgiyle özgürlüğüne kavuşturmamız gerekir.

Selahaddin Eyyûbî’nin örnek alabileceğimiz bir diğer özelliği ise adaletli ve hakkaniyetli olmasıdır. Kadı İbni Şeddad der ki: “Eğer biri feryat eder, şikâyette bulunursa bizzat kendisi ayakta o kişinin davasını takip eder, onun yardımına koşar, bütün benliği ile o kişinin derdine derman olmaya çalışır, bundan derin bir haz alırdı. Bir keresinde sade bir vatandaş, sultanın çok düşkün olduğu oğlu Takiyüddin’den davacı oldu. Sultan, oğlunu derhal çağırdı ve davayı takip edip dinledi. Sultanın bizzat kendisini adamın biri dava etmişti. Davacı haklı olduğunu ispat edememesine rağmen Sultan onu eli boş göndermedi. Bir hilat ve bir miktar para vererek taltif edip gönderdi.”3 Selahaddin Eyyûbî çok düşkün olduğu oğluna bile dava açılmasına rağmen o dava üzerinde durup adalet çizgisinden asla taviz vermemiştir. Adam kayırmanın basitleştiği bir çağda bugün bizlere bakacak olursak, ne kadar adaletli olabiliyoruz?

Selahaddin Eyyûbî’nin örnek alabileceğimiz bir diğer özelliği ise merhameti ve ince yürekliliğiydi. Nitekim Sultan, çok asil duygulu, ince yürekli, merhametli bir insandı. Zulme tahammül edemezdi. Haksızlığa, eziyete uğramış zavallı bir kimsenin acıklı halini görmeye dayanamazdı. İbni Şeddad bizlere şöyle aktarıyor: “Bir keresinde bir Hristiyan kadın ona geldi. Göğsünü döverek durmadan ağlıyordu. Sultan sebebini sorunca kadın şöyle dedi: “Bir eşkıya gelip küçük kızımı çadırımdan alıp kaçırdığı için gece boyu feryat edip ağladım. Sonra biri bana, ‘Sultan çok şefkatli ve merhametlidir. Git ondan imdat dile’ dedi, ben de kalktım, sizden yardım istemeye geldim. Ben kızımı artık ancak sizden alabilirim.” Sultan kadının haline çok acıdı, gözleri yaşlarla doldu. Hemen birini ordu pazarına göndererek bu kızı kimin satın aldığını araştırıp bulması için emir verdi. Kim satın aldıysa verdiği paranın kendisine verilerek çocuğunun getirilmesini istedi. Biraz sonra, giden askerin kız çocuğunu omzuna almış olarak getirmekte olduğu görüldü. İhtiyar kadın yere kapandı, alnını yere koyarak uzun süre kendi (batı) dilinde bir şeyler söylendi durdu, sonra da sevinç, neşe ve gözyaşları içinde çocuğunu alıp göğsüne bastırdı. Onu seyreden insanlar da ağladılar. Selahaddin ona bir at getirilmesini emretti ve kadını Frenk ordugâhına gönderdi.” Selahaddin, Frenk ordusundan olan yaşlı bir kadının yardım feryatlarına karşılık verip ona yardımcı olmasına rağmen, bugün bizler değil düşmanlarımıza, kendi Müslüman kardeşlerimize dahi ne denli merhameti kuşanıyoruz?

Hayatı nice güzel örneklerle dolu olan Selahaddin, biz Müslüman gençler için büyük bir örnek şahsiyettir. İsteseydi o da hayatın zevk ve sefasına dalıp hiçbir şeyi umursamadan Şam’ın bahçelerinde ve saraylarında bir ömür tüketebilirdi ama genç yaşlarda olmasına rağmen kendisini çok iyi yetiştirip haçlılara karşı cihad meydanlarında daima at üstünde koşturdu. Kudüs’ün işgal altında olması onun yüreğini yakıyordu. İslam davasına olan bağlılığı, adaletli olması, zühd sahibi olması, dünyaya meyletmemesi, merhameti ve yüreğindeki cihad aşkı onu, Kudüs fatihi ve şarkın en sevgili sultanı yaptı.

Gelin, bugün Selahaddin dönemini kendi zamanımıza uyarlayalım. İslam ümmeti yine haçlı siyonizm işgali altında ve yine darmadağın. Kudüs ise 103 yıldır işgal altında ve bizler hayatın zevk ve sefasına dalıp bir Selahaddin’in çıkmasını, Kudüs’ü ve Müslümanları kurtarmasını bekliyoruz. Peki, neden bizler birer Selahaddin olmuyoruz? Bu ümmeti zilletten kurtarmak için neden bir adım atmıyoruz? Neden hala Selahaddin Türk müydü, Kürt müydü, Arap mıydı tartışmalarına dalıyoruz? Selahaddin gibi öncü bir şahsiyetin hayatından çıkarabildiğimiz tek şey neden ırkı oluyor?

Gelin hep birlikte bir adım atalım; son bir asırdır düşmanın postalları altında inim inim inleyen bu ümmet için bir şeyler yapalım. Her birimiz kendimize Selahaddin Eyyûbî gibi İslam davası uğruna canını ortaya koymuş bir öncü şahsiyeti örnek alalım. Örnek olarak seçtiğimiz şahsiyetlerin hayatlarını öğrenip onların ahlakları ile ahlaklanalım. Mesela bir mazlum için gözyaşı dökmemiz, adaletli ve merhametli davranmamız, İslam düşmanlarına karşı öfkeli olmamız veya İslam birliği için çalışmamız bizleri birer Selahaddin yapar. İşte o zaman bu ümmetten yeniden Selahaddinler, Ömerler, Şamiller, Ebu Ubeydeler, İzettin el-Kassamlar, Şeyh Ahmed Yasinler, Hasan el-Bennalar, Abdulhamidler ve nice büyük şahsiyetler ortaya çıkar. İşte o zaman zilletimiz de kalmaz, mağlubiyetimiz de…

Allah bizleri kendi yolunda çalışıp son nefeslerini yine bu yolda veren şahsiyetlerden eylesin. Âmin…

Kaynakça

1) Abdullah Yıldız, Selahaddin Eyyûbî Minberin Sırrı, s. 42-43 2) Sallâbî, 2009, s. 293. 3) Abdullah Yıldız Selahaddin Eyyûbî Minberin Sırrı, s. 98-99.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?