Âlemleri terbiye eden Allah’a hamd, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e, Ehl-i beytine ve ashabına ise salât ve selâm olsun.
Allah’ın var ettiği şu dünyada, ayette işaret edilen iki sınıf hiçbir zaman eksik olmamıştır: “İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tâğût (şeytan) yolunda savaşırlar. O halde siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.” 1
İki sınıf insanı şu şekilde sıralayabiliriz: Islah ehli, ifsat ehli.
Islah uğruna bedel ödeyen kocaman bir tarihin izlerini, her sokakta izlerini görebiliyoruz. Eyüp’ün (r.a.) kabrini İstanbul’da, Ümmü Haram’ın kabrini Kıbrıs’ta görüyoruz ve daha nicelerini…

İfsattan başka bir derdi olmayanları, mükemmel şekilde dizayn edilmiş bu evrende fesat çıkarmak için çabalayan, uğraşan grupları, Kur’ân bize şu şekilde bildirmiştir: “Onlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!” derler. İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir.” 2
Fesat uğruna ölenler, tarihin çöplüklerinde kurtlara yem oldular. Müzeler ibretlerle dolu. Dedik ki; İnsanlık imtihan içindedir. İmtihanı kazanmak için feda ettiğimiz lüks yaşamdır, kıymet verdiğimiz mallarımız ve mülklerimiz ve en çok da canımızdır. Kimileri için böyle bir sınav çiledir, kimileri içinde boş bir şeydir. Ama biz Müslümanlar için asla böyle değil. İmtihanlar bizim çilemiz değildir. Mücadelemiz bizim ispatımızdır, fedakârlıklarımız mührümüzdür.

Bu koca yeryüzü meydan muharebesidir. Hakkın ve batılın davasıdır. Allah Resulü (s.a.s.), Cennettin kılıçların altında olduğu bizlere söylemiştir. Öyle ise kılıçların gölgesi altından hiçbir zaman ayrılmayacağız. Hangi çağda olursa olsun. Meydanlar müminlere rahmet olacak, kâfirlere, despotlara, ceberutlara korku olacak. Bizim alınyazımız cenk, cihad ve şehadettir.
Meydan meydan, yazılacak tarihlerimiz var. Çünkü biz Müslümanlar izzet ile ölmeye talibiz, aziz bir şekilde, klas bir duruş ile sancağımızı ileri, hep ileri doğru götüreceğiz.
Tarihe şu sözün altın harflerle yazılması gerekiyor;
“Korkaklıkta ar, ilerlemek te şeref var!” (Ebu Dücane)
Halid’in (r.a.) Fars halkına ve Rüstem’e yazdığı şu mektup bizim duruşumuzu anlatır:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla!
Bu mektup Halid b. Velid’den Rüstem, Mehran ve Fars halkı ordusunadır!
Selam, hidayete tâbi olanların üzerine olsun!
Biz sizi İslâm’a davet ediyoruz. Eğer İslâm’a girmek istemezseniz zelil kimseler olarak bize haraç veriniz. Eğer bunu da yapmayacak olursanız bizim öyle bir ordumuz vardır ki siz içkiyi nasıl seviyorsanız onlar da Allah yolunda şehit olmayı, öldürülmeyi seviyorlar.
Selam hidayete tâbi olanların üzerine olsun!” 3
Böylesine şehadet sancısı çeken ordunun elbette şanı yüce, değeri paha biçilmezdir. Şehadet sancısı olan müminin, ıslahtan başka hiçbir isteği yoktur. Evet, hiçbir isteği yoktur. Sadece karşılığını Rabbinden almak isteyen müminin durumu şu şekildedir:
Ashab-ı kiramdan Şeddad (r.a.) anlatıyor:
Bir zat Resulullah Efendimizin (s.a.s.) huzuruna gelerek iman edip Müslüman oldu. Müslüman olduktan sonra Peygamber Efendimize (s.a.s.): “Sizinle beraber hicret etmek istiyorum” dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) yeni Müslüman olan bu zatı, sahabilerden birine teslim ederek, yeni Müslüman olan sahabe ile ilgilenmesi söyledi. Aradan bir zaman geçtikten sonra Peygamberimiz (s.a.s.) bir savaştan ganimet elde ettiler. Bu ganimetleri Peygamber Efendimiz (s.a.s.) savaşa katılan sahabiler arasında taksim etti. Bu ganimetlerden bir miktar da kısa bir süre önce Müslüman olan o zat için ayırdı. Ashaptan birisine teslim etti. Yeni Müslüman olan o sahabi, askerin gerisinden geliyordu. Yolda düşen veya kalan bir şey olur mu diye geriden gelme görevi ona tevdi edilmişti.
İslam ordusunun arkasından gelen bu yeni Müslüman sahabi, askerlere yetişince payına düşen ganimet kendisine verildi. “Bu nedir?” diye sordu. Oradakiler: “Bu ganimet payıdır. Resulullah Efendimiz (s.a.s.) bunu senin için ayırdı” dediler. Yeni Müslüman olan o sahabi ganimet payını eline alarak Peygamber Efendimizin (s.a.s.) huzuruna çıktı ve “Bu nedir ey Allah’ın Resulü?” diye sordu. Peygamber Efendimiz (s.a.s.): “Savaşta elde edilen ganimetten senin payına ayırdığımdır” buyurdu. O zat Peygamber Efendimize:
-Ya Resulullah, ben sana böyle dünya malı için iman edip tabi olmadım. Ben sadece seninle cihat ederken şu boğazıma bir ok atılıp saplansın ve öylece ölüp cennete gideyim diye tabi oldum, dedi.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kendisine karşılık olarak:
– Eğer Allah’a karşı bu niyetinde samimi isen O seni tasdik eder, yalancı çıkarmaz, dedi.
Bir müddet sonra yeniden düşmanla savaşa gidildi. Yeni Müslüman olan bu sahabe boynundan okla yaralandı. Savaştan sonra bu zat, sahabe tarafından elde taşınarak Peygamber Efendimizin (s.a.s.) huzuruna getirildi. Hakikaten tam işaret ettiği yerden boğazına bir ok isabet ederek şehit olmuştu.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) onu görünce: “Bu adam o adam mıdır?” diye sordu. Ashab, “Evet ya Resulullah, o adamdır. Yeni Müslüman olan falanca zat” dediler. Peygamberimiz: “O, Allah’a karşı niyetinde sadık ve samimi idi, Allah da onu tasdik etti” buyurdu.
Daha sonra Peygamberimiz kendi cübbesiyle onu kefenledi ve namazını kıldırdı. Resulullah Efendimiz (s.a.s.) namazdan sonra şöyle dua ettiler: “Allah’ım! Bu senin kulundur. Senin yolunda hicret edip şehit oldu. Ben de bunun şahidiyim.” 4
Evet, Tarih bu Adamları yazdı. “Ölümü öldüren adamlar” diye yazdı. Sözlerinde sadık idiler, sebat ettiler, kan döktüler. Onlar sadece bunlar ile kalmadı, Allah uğrunda daha neyimizi verebiliriz diye cihaddan cihada koşturdular.
“Müminlerden öyle yiğitler vardır ki; Allah’la yaptıkları sözleşmeye sadık kaldılar. Onlardan kimisi adağını yerine getirdi (şehit oldu), kimisi beklemektedir. Kesinlikle (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” 5
Ey şehadeti arzulayan kardeşim!
Şu ayeti okudun mu:
“Ey iman edenler! Ne oldu da size “Allah yolunda sefere çıkın” denince yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.” 8
Ve Allah Resulü’nün şu hadisi sana ışık olsun:
“Ümmetimden bir grup (taife), hakka yardım konusunda savaşmaya devam edecektir. Onlara karşı çıkanlar, kendilerine zarar veremeyeceklerdir. Nihayet onlar bu haldeyken Allah’ın emri (kıyamet) gelecektir.” 8
İslam âleminin kaderi korkaklık değildir. Rabbimiz, kitabında; “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın” buyuruyor. [10] Bu ayetin bize verdiği heyecanı ve arzuyu tüm iliklerimizde hissetmemiz gerekmektedir. Şehadete talip olmak, korkakların iştiyak edeceği bir arzu olmamıştır.
Eğer izzetli bir şekilde yaşamak, ıslah için sancak taşımak gerekiyorsa, cihadı terk etmeyin! Üstelik cihadı terk etmek, korkak Yahudilerin işidir. Rabbimiz izzet sahibi olmak için tüm kapılarını, sonuna kadar açmıştır. Eğer bunun aksini isteyip dünyaya tamah ederlerse zelil duruma düşeceklerini bildiriyor: “Şayet (çağrıldığınız hâlde) savaşa çıkmazsanız, size can yakıcı bir azapla azap eder, sizin yerinize yeni bir topluluk getirir ve siz O’na hiçbir zarar da veremezsiniz. Allah, her şeye güç yetirendir.” 11
Ve sözlerimi Şehid İmam Hasan el-Benna’nın “mücahid” tanımı ile bitirmek istiyorum:
“Bir mücahidi şöyle tanımlayabilirim: Mücahid, bütün hazırlıklarını yapan, gereken tedbirlere başvuran, durmadan davasını düşünen, çok dikkatli davranan, tam teçhizatlı bir kişidir. Yardıma çağrıldığında hemen koşar. Cihad meydanından başka bir yere gidip gelmez. Cihaddan başka bir şey konuşmaz. Hayatını verdiği cihaddan başka bir vazife bilmez. Gayesi uğrunda durmadan cihad eder. Kalbini yakan dava aşkını, içini kavuran ıstırabını, alnının çizgilerinden okursun. Gözlerinin parlayışında görürsün. Dilinden kaçırdığı sözlerden işitirsin. Samimiliğini, kararlılığını, yüce bir gaye güttüğünü büyük bir himmet sahibi olduğunu bütün davranışlarından anlarsın. Fert olsun, cemaat olsun, işte mücahidlerin durumu budur.”
O, dünyanın kulu olup dinar ve dirhemlerle uğraşan ve yerinde oturan kimselerin özellikleri hakkında şöyle der: “Buna mukabil gözleri şişinceye kadar uyuyan, karnı genişleyinceye kadar yiyen, kahkahalarla gülen, vaktini eğlence ile geçiren, kendini manasız şeylerden uzaklaştıramayan, arzuların esiri olan insan ise hiçbir zaman başarıya ulaşamaz. Gerçek mücahidlerden olamaz.” 12
İslam âleminin yeniden uyanışı için damarlarında cenk ve cihadın akması, sancısının şehadet olması zarurettir. Selam ve dua ile…

Kaynakça
[1] Nisa, 76 [2] Bakara, 11-12 [3] Hayatus-Sahabe, 1/198 [4] Nesai [5] Ahzab, 23 [6] Buhari, Cihad, 2 [7] Mefâhimu’t-Terbiye [8] Tövbe, 38 [9] Müslim, İmare, 170-171 [10] Enfal, 60 [11] Tevbe, 39 [12] Mefâhimu’t-Terbiye

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?