Bir binanın tuğlası bina için ne kadar önemli ise her bir Müslüman fert de Müslüman toplumda o kadar önem arz etmektedir. Bina yapımında ilk yapılacak işlem temelin atılmasıdır. Bu temel üzerinde yapılan işlemin sağlamlığı binanın da sağlam olması için önemlidir. İnsanın yetişmesinde çocukluk dönemi binanın temeli gibidir. Çocukluk döneminde verilen bilgiler taşa nakşedilmiş gibidir.

Bu dönemde çocuklarımızı Allah’a kulluk görevini hakkıyla yerine getirebilecek bir şuurla donatmalıyız. Bunu yaparken de zamanın ve mekânın şartlarını göz önünde bulundurarak yapmalıyız. İnsan iyiye ve kötüye meyilli olarak yaratılmıştır. Bu, çocukluk döneminde de böyledir. Bu yüzdendir ki çocuklarımızı anne ve babalar olarak emaneti yaratanın razı olduğu şekilde yetiştirmek büyük bir görevdir. Sadece çocukluk döneminde değil hayatının her safhasında bu bilinçle çocuklarımızı yetiştirmeliyiz. Bir binanın yapımında sadece temelini oluşturup bırakmak ne kadar anlamsız ise çocuğumuza sadece hayatının bir döneminde bu şuuru vermek de yeterli olmayacaktır. Şehadeti arzulayan bir nesil yetiştirmek için Allah’ın dini uğrunda canlarını ve ömürlerini veren güzel örneklikleri gençlerimize anlatmalıyız. Bir Furkan Doğan’ı, bir Esma Biltaci’yi, Şehit İmam Hasan el-Benna’yı bu ümmetin gençleri tanımalıdır.

Sevmek ilgi duyma ile başlar. İlgi duymak ise tanımakla oluşur. Bizler bu nesle şehadeti güzel bir şekilde tanıtıp anlatmalıyız. Şehadet, sadece en ön safta savaşmakla elde edilecek bir şey değildir. Ancak ihlâslı bir şekilde isteyenlere Rabbimizin lütfedebileceği bir makamdır.
Şehadeti anlamak ve yaşamak için önce Rabbimize kulluğu anlamalıyız. Yaşadığımız bu dünyada en büyük gaye ve en büyük şeref Allah’a kul olmaktır. Rabbinin razı olacağı işleri yapmak bir Müslüman için hayatının en önemli vazifesidir. Müslüman bir nesil yetiştirmek için öncelikle bir Müslüman kendisini yetiştirmelidir. Bizler şehadet sevdasını yüreğinde hissedecek bir nesil yetiştirmek istiyorsak öncelikle bir anne ve bir baba olarak kulluğun ne manaya geldiğini anlamalıyız. Kul olduğunu anlayan bir çocuk, kimin kulu olduğunu bilen bir çocuk şehadet sevdasını yüreğinde hissedecek ve o yolda olmayı en büyük gaye bilecektir.
Hasan el Benna, öncelikle bir annenin çocuğunu yetiştirmeden önce kendi kendini yetiştirmesi gerektiğini şu sözleri ile ifade ediyor: “Vaaz ve nasihat murat etmese bile kadınlar, çocuğun ilk örneğidir. Çocuk çok süratli bir şekilde onu taklit edip, onun tesiri altında kalır. Çocuk, kadına dininden sonra ikram edilen emanetlerin en azizidir. Kadına “Çocuğunu hayır üzerinde yetiştir” demeyeceğiz. Bilakis kadına, “Kendini hayır prensipleri üzerinde yetiştir ve çocuğuna örnek ol” diyeceğiz.”

Müslüman kadın ve kızlar, kendilerini Allah’ın buyrukları, Resûlullah’ın (s.a.v) hayatı, sahabenin örnekliği ile yetiştirmelidir. Efendimiz (s.a.v.), kulluğun en büyük örneğidir. Sahabe efendilerimiz nasıl iyi bir kul olunacağını Resûlullah’tan (s.a.v) öğrenip yaşadılar. Onların hayatlarındaki en büyük gayeleri kulluk ve şehadetti. Kendimize örnek alacağımız bu ilk nesil hakkında Allah c.c. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:

“İslam’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, onlara güzelce tabi olanlar var ya, Allah onlardan razı olmuştur; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.” (Tevbe, 100)

Bu nesil, Allah Resûlünün terbiyesinde yetişmişti ve ilk öğrendikleri şey ise yüce Yaratıcımıza gereği gibi kulluktu. Bu kulluğun en büyük gayesi ise İslam’ı yeryüzüne hâkim kılmaktı. Bu yüzdendir ki birçok sahabe kendi şehrinde vefat etmemiştir.
Müslüman anne ve babanın sahabe sevgisini evinde, dilinde, davranışlarında çocuğuna hissettirmesi lazımdır. Bir anne babanın sahabe sevgisi ne kadar çok ise o çocuğun bilinçaltına da o derecede yerleşecektir. Sahabe sevgisi çocuğun kalbine ve gönlüne nakşedilecektir. Örneğin günümüzün siyer araştırmacılarından Muhammed Emin Yıldırım, siyer alanındaki sevgisini annesinin Resûlullah’a (s.a.v.) olan sevgisinden kaynaklandığını söyleyerek “Ben annemi Resûlullah’ın (a.s.) adı anıldığı zaman gözünün yaşarmadığı anı hatırlamıyorum.” demektedir.

Şehadeti arzulayan bir nesil inşa etmek istiyoruz. Bunun en muhteşem örneği ise yine sahabe efendilerimizdir. Birçok sahabe efendimizde bu örnekliği görebiliriz. Ancak sadece iki tanesini burada anmamız yeterli olacaktır.

Ashâb-ı Kirâm’ın önde gelenlerinden Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) şöyle anlatıyor: Uhud Savaşı’nın başlamasından hemen önce Abdullah yanıma gelerek bana şöyle dedi: “Gel, bir köşeye gidelim de Allah’a dua edelim. Sen benim duama “âmin” de, ben de senin duana “âmin” diyeyim. Ben “Olur.” deyince bir kayanın ardına gittik. Sonra ben dua etmeye başladım: “Allah’ım! Savaş sırasında karşıma güçlü kuvvetli bir düşman çıkar. Ben onu öldüreyim ve üzerindeki kıymetli eşyaları ganimet olarak alayım.” Ben duamı bitirince Abdullah “Âmin” dedi ve kendi duasına başladı: “Ya Rabbi! Savaş meydanında karşıma güçlü, kuvvetli bir düşman çıkar. Ben onunla çarpışayım. O beni öldürsün. Burnumu ve kulaklarımı kessin. Yarın Senin huzuruna çıktığımda, Sen bana: “Ey kulum, burnun ve kulakların nerede, burnun ve kulakların neden kesildi?” dediğinde, ben “Senin ve Resûlü’nün rızası için kesildi.” diyeyim. Abdullah’ın duası bittiğinde, söz verdiğim için “Âmin” demek zorunda kaldım.”

Sa’d b. Ebî Vakkas, savaş sonrasında Abdullah b. Cahş’ın paramparça edilen vücudu ile karşılaştı. Abdullah, Ebû’l-Hakem b. Ahnes b. Şerik tarafından şehid edilmişti. Abdullah’ın duası kabul olmuş, Allah yolunda şehid olmuştu.1

Bir diğer örnek isim ise Bera bin Malik’tir. Bera Bin Mâlik Ümmü Süleym’in oğlu Enes bin Malik’in abisidir. Enes bin Mâlik ile arasında geçen bir konuşmada Bera bin Malik’in nasıl bir şehadet aşığı olduğunu anlıyoruz. Enes Bin Malik diyor ki: “(Yemame Savaşı’nda) Bir gün baktım Bera askerlerin uzağında oturuyor, yanına yaklaştım; onun bir şeyler mırıldandığını duydum. Biraz daha yaklaştım; baktım nağme ile şiirler okuyor, biraz kızdım ona ve dedim ki: “Ey Bera! Allah’ın kitabından bazı ayetleri okuyacağına, tutmuşsun bu nağmelerin yakasını, bırak onları da ille de bir şey okuyacaksan Kur’an oku.” Birden başını kaldırdı; Gözleri dolmuş bir hâlde bana baktı ve dedi ki: “Korkuyorum Enes, korkuyorum.” Neden korktuğunu anlamamıştım. Merakla yüzüne baktım, o devam etti: “Yatağımda öleceğim diye, şehit olmadan gideceğim diye korkuyorum.”

Pişman oldum ona biraz önce söylediklerimden. Ben onu öylesine, kendi kendine meşguliyet olsun diye bir şeyler yaptığını zannederken demek ki o şehadet, şehadet diye yanıp tutuşuyormuş. Sonra gözyaşlarını sildi. Büyük bir ümit ile: “Hayır Enes, hayır! Allah beni bundan mahrum etmeyecektir. Ben şimdiye kadar yüzlerce düşman ile karşılaştım, onlarla dövüştüm ve her zaman onları ben öldürdüm. Eğer Rabbim bunca karşılaşmada beni yaşattıysa bu bana vereceği büyük bir mükâfattan dolayıdır; büyük bir rızıktan dolayıdır. O rızık şehadettir. Ben de ona inşallah kavuşacağım.”

Enes diyor ki: “O gün Bera’nın nasıl bir şehadet aşkının olduğunu daha iyi anladım.”2
Yine sahabenin şehadeti arzulayan bir nesil olduklarına en güzel örneklerden birisi ise onların çocuklarına şehitlerin isimlerini takma gayretleridir. Bu isimlerden bir tanesi de Zübeyr bin Avvam’dır. O şöyle demiştir: “Talha b. Ubeydullah, Muhammed’den (a.s.) sonra peygamber olmadığını bildiği hâlde çocuklarını geçmiş peygamberlerin isimleri ile adlandırıyordu. Ben de şehit olmaları ümidi ile çocuklarımı şehit isimleri ile adlandırıyordum.”3

Bizler çocuklara isim koyarken bu örnek davranışları kendi hayatımıza da yansıtmalıyız. Evlerimizin içinde sahabe efendilerimizin ismi anılmalı. Bizler de çocuklarımıza şehit ismi vermeliyiz ki onların dava uğrunda canlarını nasıl verdiklerini bu nesil her zaman hatırlasın. Böylelikle asr-ı saadetin günümüze taşınmasına bir nebze de olsa katkı sağlamış oluruz.
Diğer bir husus ise anne babaların çocuklarına şehit olmaları için dua etmeleridir. İlk etapta bu çok ağır bir durum olarak görünüyor. Ama bir anne ve baba unutmamalıdır ki ölüm insanın başına her zaman gelecektir. Çocuklara dua ederken ya da sevdiklerimiz için dua ederken hiçbir insan sevdiğinin ölmesini isteyerek dua etmez. Bunu dile getirmekte zorlanır. Ama hem kendi şahsımıza hem ailemizin herhangi bir ferdi için ya da çocuklarımız için ömrümüzün güzel bir akıbet ile son bulmasını isteyebiliriz. Biz biliyoruz ki her nefis ölümü tadacaktır. Öyleyse çocuklarımıza ve diğer yakınlarımıza hayırlı bir son güzel bir ölümle bu dünyadan göçsün diye dua ederiz. Madem ölüm tek bir defa gelecek, o da neden Allah için olmasın?

Kaynakça
1) Vâkıdî, Meğâzî, I, 300; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 91; Hâkim, el-Müstedrek, III, 220; İbn Esîr, Üsdü’l-ğâbe, III,196.) 2) Zehebi, SiyeruA’lâmi’n-Nübela 3) 126 3- 60 Seçkin Sahabe Hayatı. Halid Muhammed Halid.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?