Yeryüzünde derdi olmayanın gökyüzünde değeri olmaz. Çünkü dert bile kendine layık olanı arar, herkese nasip olmaz. Derya olarak gördüğümüz bazı dertlerin çukurdaki bir su birikintisinden farkı yok aslında… Kısa bir süre sonra kuruyup gidecek sığ ve basit meseleler yüzünden etrafımızda oluşan dev dalgalar bizi alıp götürecek! Biz denizlerde çırpınırken, hangi gemi gelip bizi alırsa o gemiyi kurtuluş olarak göreceğiz, gemi tayfasını kahraman, kaptanı önder ilan edeceğiz, istedikleri zaman bizi denizin orta yerine bırakıp gidebileceklerini bile bile… Artık celladına âşık biri olarak ölümü bekleyeceğiz! Gerçek şudur ki, küçücük dertlere büyük hakikatleri feda etmemeliydik. Hangi derdin beni uyutmadığını anlatırdım elbette! Ancak bunu uyanınca okuyacak olmanız derdimin izzetine dokunur…

Herkesin başka dertleri konuştuğu bu aynalar pazarında, seni kimselere söylemeden ölmeyeceğim ey derdim! Doğru yanlışlarla ve yanlış doğrularla kirletilen bu dünyada aynaya bakmalı insan; güzel miyim diye değil, insan mıyım diye… Ne çok kirlettiler seni yalanlarla ey hakikat! Ne çok kandırdılar seni ey insanlık! Ve ne çok seni gündeminden uzaklaştırdılar ey Müslüman! Takımının attığı bir gol kadar ayağa kalkmadın, mazlumların katledilen masum bedenleri için… Evinin metrekaresini, arabanın modelini, telefonunun markasını düşündüğün kadar düşünmedin bu ümmeti! Doğruyu söyleyecek yer bırakmadılar, aslında ben hep ilk köydeydim…

Ben nasıl güleyim? Yüzbinlerce masumun zindanlarda şehid edildiği, çocuklara bile işkencenin yapıldığı bir Suriye varken ben nasıl güleyim?

Ben nasıl sevineyim? Eşinin gözleri önünde kirletilen, bebeği ateşe atılan, kardeşleri palayla doğranan Arakanlı kadınlar varken ben nasıl sevineyim?

Ben nasıl uyuyayım? Katliamlardan kaçarken denizde boğulan, boğulmasa bile organ ve fuhuş mafyaları tarafından kaçırılan yavrularımız varken ben nasıl uyuyayım?

Ben nasıl üzülmeyeyim? Gençlerimizin manevi değerlerle alay ettiği, dünyanın basit ve sığ meseleleriyle uğraştığı, her geçen gün uçuruma daha da yaklaştığı bir dönemde ben nasıl üzülmeyeyim?

Ben nasıl ölmeyeyim? Her gün kahrolasıca bombalarla bombalanan binaların enkazından paramparça olarak çıkarılan masum bebek bedenlerini görünce ben nasıl ölmeyeyim?

Ben nasıl yiyip içeyim? Açlıktan kemikleri görünen esmer tenli yavrucakların kahrettiği, göğsünde sütü kalmamış annelerin feryatlarının arşı alayı titrettiği bir dünyada ben nasıl yiyip içeyim?

Ben nasıl ağlamayayım? Amel defterimizi yeni günahlarla doldurduğumuz bu hayata, her geçen zamana yenildiğimiz bu hayata, nefislerimizin azgınlığını durduramadığımız bu hayata, ben nasıl ağlamayayım?

Ben nasıl yanmayayım? Batının rezil kültürüyle yoğrulmuş, eğitimini almış ama kendi ulvi değerlerinden habersiz yetişmiş evlatlarımıza ben nasıl yanmayayım?

Hangi bulut bizi saklayacak? Hangi yeryüzü bizi taşıyacak? Hangi elbise bizi örtecek? Hangi hayâ bizi temizleyecek? Erkeklerimiz kadınlaştı, yöneticilerimiz tevazuyu katlettiler, ümmete utancı getirdiler, düşmanlarımızla dost oldular, kalelerine hapsoldular, sessizliğin duvarlarını üzerimize yıktılar. Erkeklerin çağı kapandı, korkakların zamanı geldi. Titreyin ey dağlar! Boğulun ey bulutlar! Sürünün ey kumlar, sessizliği boğun! Harap et ey rüzgâr! Göktaşı yağdırın ey yıldızlar! Ateşlenin ey silahlar, vurun sessizliği…

Ferit YAVUZ

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?