Mutafa Kutlu’nun özgün üslubuyla hikâyeciliğe yeni bir soluk getirdiği bilinir. Hikâyeleri okunduğunda okuyucularına bir Anadolu yazarı olduğunu hemen hissettirir. Sade ve yalın Türkçe ile yazmış olduğu geniş kelime hazneli eserleri, okuyucunun dile yatkınlığını arttıracak türdendir. Birçok hikâyesi bulunan Mustafa Kutlu’nun bu ve benzeri özelliklerinden olacaktır ki, yaptığı konferanslarla bir dil şuuru kazandırmaya çalışan Yusuf Kaplan’ın hazırlamış olduğu yüz kitaplık listenin yayınlandığı ilk kısmında beş kitabı yer almaktadır. Bunlar: Uzun Hikâye, Ya Tahammül Ya Sefer, Sır, Bu Böyledir, Yoksulluk İçimizde.
Kutlu, İslâmî davette bulunan kesimlere hiç de yabancı olmayan konulara sıkça değinmektedir. Kendisini de bu camiadan gelmiş biri olarak görüyor. Şairin hayat tecrübesinin hikâyeleştiğine tanıklık ediyoruz adeta. Bu manada, vermiş olduğu en güzel ve ilgi çekici hikâyelerden biri de Ya Tahmmül Ya Sefer isimli hikâyesidir. Burada dava adamı olmanın ve bir dava adamı yetiştirmenin hiç kolay olmadığını ortaya koyan bir hikâyecilik örneği ile karşı karşıyayız.
Hikâyenin karakterlerini okuduğunuzda her birinin gerçek hayattan alınmış olduğu izlenimine kapılırsınız. Yazarın kendi hayatında edindiği tecrübeler ve tanıştığı insanların da özelliklerini bir bakıma yansıtmaktadır. Bununla beraber bir dava derdi olanın anlayacağı ve yabancı olmadığı karakterler mevcuttur: Davasını bir kadın uğruna terk eden ve bu şekilde mevki ve makam sahibi olanlar, siyasette bir yere gelmek için dava arkadaşlarını yüzüstü bırakanlar gibi.
Kitabın başında hikâyeye şekil veren iki temel karakter görmekteyiz. Kerim ve Murat Hoca, ikisi de gönül vermiş oldukları davaya canla başla hizmet etmektedirler. Kerim, babası köyde vefat edince şehre Kunduracı Nazım ustanın yanına çırak olarak gelmiş ve dükkânın karşısında bulunan dernek üyeleriyle tanışıp şahit olduğu çalışmalar sebebiyle dava âşığı olan bir çocuktur. Derneği Murat Hoca kurmuştur; sürekli olarak yazılar yazar, konferanslar verir, derneğin dergi çıkarmasına ve yayın işlerine öncülük eder.
Derneğin düzenlediği derslere rağbet çoktur fakat zaman geçtikçe insanlar dernekten yavaş yavaş uzaklaşmış, derneğe gelmemeye başlamıştır. Medresenin bir odasından diğerine geçip ders yapan kalabalıklar yoktur artık. Bu durum Murat Hocayı çokça huzursuz etmektedir fakat çaldığı her kapının yüzüne kapanması ve eski dostlarının da kendisini terk etmesiyle bir gün o da ayrılmaya karar verir. Anahtarı Kerim’e vererek çekip gider. Artık kimse uğramaz olur derneğe. Ayda yılda bir, uğrayan biri “Ben arkadaşları arayayım bir; burayı eski günlerine kavuşturmak gerek” dese de kimse gelmez olmuştur artık.
İlerleyen kısımlarda Murat Hocanın “Sabahı beklemeyiniz dostum, geceden yola çıkınız” diye hitap ettiği Asım Bey ve Yunus Bey karakterleri yer almaktadır. Hikâyenin vermek istediği mesajı almamızı sağlayan iki isimdir bunlar. Asım bey çalıştığı fabrikada mevki sahibi olur. Fabrikatörün güzel olan kızı Fetanet ile evlenir ve davasına sırtını döner. Daha sonra meşhur bir profesör olur ama başarılı bir evlilik geçirmez. Gençliğinde güzel ve şatafat düşkünü olan Fetanet Hanım da eskisi gibi güzel değil, aksine şişmanlamıştır.
İlhan isminde bir erkek çocukları vardır. Üniversitede okuyan İlhan, düşünmeyi seven, hakikati araştıran ve doğru bildiğinin peşine düşen biridir. Bundan ötürü yer yer ailesiyle fikir uyuşmazlığı yaşar. Kader onu babası, Murat Bey ve Yunus Beyin gençken davalarını güttükleri ve dernek olarak da kullandıkları medreseye getirir. Murat Beyin edinmiş olduğu iş, yemek kitapları yayınlarının tercüme işlerine bakmaktır. Kafasındaki sorulara cevap bulma arayışıyla geldiği Murat Beyde umduğunu bulamaz. Buradaki öğlenciler -Veysel hariç- kendisine bir türlü ısınmaz ve aralarına almazlar. Veysel ise Murat Hocayı örnek alan, peşinden ayrılmayan, dava için uğraşan birisidir.
Yunus Bey’e gelecek olursak, kendisi de Asım Bey gibi dünya hayatını fazlaca benimsemiş böylece yıllarını harcadığı davayı terk edip siyasete karışmıştır. İlk başta milletvekili daha sonra da bir bakan olmuştur ve salonlarda partilere nutuklar çekiyordur. Bir müftünün kızı olan Neslihan hanımla evlidir ve işi dolaysısıyla Neslihan hanımın başını açtırır. Onu da Asım Beyi de bir nebze olsa kendilerine getiren olay, Murat beyin ölüm haberidir ve kulaklarında çınlayan şu sözleridir:
“Sabahı beklemeyiniz dostum, geceden yola çıkınız. Olur ki, uyuyakalırsınız. Sırtınızdaki çıkında ebedi gayenin dürülmüş azıkları varsa ne mutlu size. Gece serindir, yapraklardan süzülen yel gözlerinizdeki yaşları kuruturken, ruhunuzda kâinatın derin serinliğini taşıyarak sabaha doğru yürüyüp fecri başlatınız. Cemiyetin vahşi, zehirli bitkilerle dolu, her dalında uğursuz baykuşların manasız telkinler yaptığı sık ağaçlı ormanlarında çetin yolculukların başlangıcı için sabahı beklemeyiniz. Sabahı beklemek öğleni, öğleni beklemek akşamı beklemek gibi bir ruh gevşekliğini doğurur.” 1
Cenazeden sonra gündelik hayatlarına tekrar devam ederler: “Bir kere taviz verildi mi, asla çiğnenmemesi gereken unsurlar bir kere gözden çıkarıldı mı, kalbin aynası bir yerinden çizildi mi, kefareti büyük oluyor.” 2
Hikâyenin sonlarında Veysel ve İlhan’ın arasında geçen bir mektuplaşma vuku bulur. Veysel atanmıştır. Görev yaptığı kasabada mutlu bir hayat sürüyordur. Mektubun sonunda bir sonraki seçimlerde aday olmayı kafasına koymuştur. O da siyasete atılıp özünü kaybetme tehlikesiyle yüz yüzedir. İlhan ise hala anlamaya çalışıyordur hakikati ve meşguldür zihni. Aradığı bir davadır onun.
“İçinde olması gereken bir şeyin kaybından hangi mağaraların ücrasına saklandığımı, oradan hiç çıkmamak üzere kendime davalar aradığımı anlıyorum. Her şeyi tamamlayacak olan o şey. Ancak onunla var olabilirim.” 3
Hasılı, “Ya Tahammül Ya Sefer” kitabı gençlik çağlarında bir grup gencin güttüğü bir davanın ileriki yıllarda eş, iş ve mevki gibi durumlarla imtihan olup davalarını ve davalarını büyüttükleri derneklerini bırakmalarını konu edinmektedir. Tüm anlatılanlar bir dava uğrunda vakit geçirenlerin sıklıkla karşılaştığı hususlardır ve imtihanlar hiç bitmeyecektir. Her bir karakter davette bir direktif, bir yöndür. Herkes onlardan biri olabilir; öyle ki, yazarın kendisi de bu karakterlere şahit olmuştur hayatında.
Kaynakça
1) Kutlu, Mustafa. Ya Tahammül Ya Sabır, s. 50. 2) A.g.e., s. 111 3) A.g.e., s. 123.