Yaşamanın ne ulvi bir hâl olduğunu, gözümü çevirip doğaya baktığımda idrak ediyorum. Öyle ki Mülk Sûresi’nin girişinde: “Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak; kusur arayan göz, aradığını bulamadan bitkin olarak sana dönecektir” buyruluyor. Bu bereketli cümleler hakkıyla idrak edildiği vakit insanı gerçek manada yaşamın lezzetine ulaştırıyor
Hatta;
“Hiç düşünmez misiniz?”
“Hiç sorgulamaz mısınız?”
“Hiç akletmez misiniz?” ayetleriyle birlikte mütalaa edildiğinde alınan lezzet bir hayli artıyor. Bu gözle bakıldığında her şeyin ruhunu hissetmek, her bir mahlûkun “hayy” sırrına imtisal ettiğini görmek, düşünmek, algılamak ve farkında olmak Allah’ın (c.c.), bize tefekkür bilincini yaşattığının tecellisidir.
Düşünme, insana has bir eylemdir. Bizi diğer canlılardan ayıran, üstünlük vasfımızı sağlayan en önemli ayrıcalığımızdır. Bununla beraber bunu nerde nasıl ve ne şekilde kullandığımız da gidişatımızın ne yönde olduğunu bize açıkça gösterebilmektedir. Tefekkür, aklın ve kalbin uyum içinde birlikte çalışmasıyla gerçekleşir. Tefekkür neticesinde imanımız daha güzel bir hâl alır. Aksi takdirde bu döngü sağlanmadığında akletmemek, Allah’ı (c.c.) ve yarattıklarını düşünmeme gafletine düşmek imanımızı zedeleyebilir. Durumun vahametini ve de önemini anlamak açısından şöyle bir egzersiz yapalım:
Allahu Ekber, deriz değil mi? Deriz.
Bazen öylesine deriz.
Sanki heyecansız deriz.
Allah korusun. Bazen inanmıyormuş gibi deriz.
Öyle ki:
Yaşadığımız şehrin, ülkenin, büyük olduğunu sandığımız dünyanın ona eşlik eden Ay’ın, Güneş’in ve hatta tüm bilip bilmediğimiz yıldızları ve gezegenleri içine alan Samanyolu galaksisinin tek olmadığını onun gibi milyarlarcasının içinde zerreden daha küçük durduğunu düşündüğümüz vakit “Allah en büyüktür!” demek gerçek anlamını kazanıyor. Bu korkunç kalabalıkta 7,2 milyar ışık yılı mesafeden baktığımızda ortalıkta biz yokmuş gibiyiz. Ama kalabalığın içinde galaksimiz bile nokta hâlinde değilken galaksinin içinde nokta bile olmayan bir gezegenin içinde nokta hâlinde bile olamayan bizin, kalbimizin en ince sızılarını bilecek, duyacak kadar şah damarımızdan daha yakın olan, parmak uçlarımızı, gözlerimizi, kirpiklerimizi dahi biricik yapacak kadar bizi önemseyen bir Allah-u Teâlâ var.
Bu küçük tefekkür egzersizi bize “Allah en büyüktür!” ifadesinin asıl idrak edilme seviyesini gösteriyor. Ve bu deyişle birlikte tefekkür gerçek manasına ulaşıyor.
Bu çerçeveden baktığımda yaptığım bir dakikalık tefekkür ile kâinata hayranlık duyuyorum. Çünkü kâinat bana her bir zerresi ile yüce Hâlık’ı ve sonsuz sanatı hatırlatıyor.
Hani derler ya: “Hayatımı düzene koymaya nerden başlamalıyım” diye? Hani bu gidişat böyle devam etmez deyip canımıza tak ediyor ya… İşte tam da bu soruların cevabı, hakkıyla yapılmış bir tefekkür ile neticeleniyor. Öyle ki tefekkür ile beraber insan geniş bir ilme sahip olur. İnsanın ilmi artınca da kalbinin hâli değişir. Onun neticesinde de insanın hâli ve hareketleri değişir. Görülüyor ki kişinin bilgisinin artması ve davranışlarının düzelmesi, bu minvalde başlar. Bu sebepledir ki yüce sanatkâr sık sık “Şüphesiz bunda, tefekkür eden (düşünen) insanlar için ibretler vardır” buyurur.
Hülasa varmak istediğim yer bize verilmiş bu kıymetli vakitleri, kâinatı ve onun sonsuz yaratıcısını tefekkür ile kullanmaktır. Hazret der ki: “Bir saat tefekkür bazen bir sene ibadetten daha hayırlıdır.”
Biz de: “Her can özün izah eder” sırrınca özümüze dönmeli, ruhumuzun beklentilerini keşfetmeli ve karşılamalıyız. Biz bu evrende yaşıyoruz ve bu sonlu evrenin bir parçası olarak her bir varlığa karşı sorumluluk içindeyiz.
Biraz merhametten,
Biraz nezaketten,
Biraz hulusi kalpten,
Biraz anlayıştan,
Biraz tefekkürden, kimseye zarar gelmez.
Bilakis bu güzel hasletlerden ötürü kâinat daha yaşanılabilir hâle gelir.
Tefekkür sırrına erebilme temennisiyle…