Okulsuz Yüzyılların Sonu
İnsanlık tarihinde imparatorlukların hüküm sürdüğü çok uzun bir dönemde toplumsal değişimler, savaşların yanı sıra sel, salgın ve deprem gibi doğal olaylar sonucunda gerçekleşen göçlerle şekillenmiştir. Askeri üstünlüğü elinde bulunduran devletler, ele geçirdikleri ülkelerin halkları üzerinde siyasi, iktisadi ve dinî tesirler bırakarak onları değişime zorlarken, yaşanan büyük çaplı göçler de farklı toplumların kaynaşması ve birbirlerine galebe çalmasıyla sonuçlanmıştır. Fransız İhtilali ile başlayan siyasî talepler ve cumhuriyetçi yönetim düşüncesi ulus devletlerin tarih sahnesine çıkmasını beraberinde getirirken, toplumsal değişim dinamikleri de dışarıdan çok içeriye yönelmişti.
Geniş halk ayaklanmaları ve tabandan gelecek taleplerin tetiklediği olayların sonuçları görüldükçe, toplumların bir fikir üzerinde birleşmesinin önemi anlaşılmış; ulus bilincinin ve cumhuriyet fikrinin halklara ulaştırılmasının en etkili yolu da keşfedilmişti: Eğitim.
Fransız İhtilali’nden başlayıp Birinci Dünya Savaşı ile klasik imparatorlukların tarih sahnesinden silinmesine kadar bir asrı aşan zaman diliminde, birçok devlette eğitim kurumlarının sayıları ve çeşitleri arttı. Osmanlı Devleti de bu gelişmelerden nasibini aldı. Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında, gerek saltanata muhalif çevrelerin fikirlerinin yayılmasında, gerekse azınlıkların ayrılıkçı faaliyetlerinin yerleşmesinde okullar önemli bir işlev gördü.
Eğitim kurumlarının toplumları dönüştürmedeki bu rolü, sonraki yüzyılda da devam etti. İkinci Dünya Savaşı’na giden süreçte ve sonrasında gelen Soğuk Savaş yıllarında savaşlar sadece meydanlarda verilmekle kalmadı, ideolojiler de çok farklı sahalarda birbirleriyle mücadele etti. Barut kokusundan uzak ama namlu soğukluğu gölgesindeki bu mücadelenin kıyasıya yaşandığı sahaların başında da, genç nüfusların dimağlarının şekillendirileceği eğitim kurumları gelmekteydi.
Bir Halkın Çocuklarının Okul Yılları
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte yeni yönetimin tercihleriyle başlayan “Osmanlı’dan kopuş”, hem iç dinamikler hem de dışarıda meydana gelen gelişmeler paralelinde derinleşmekteydi. Bununla birlikte bu kopuşun halktan ziyade belli bir elit üzerinde ve bürokratik kadrolarda meydana geldiği, yapılan ilk demokratik seçimlerin sonuçlarında görülmüştü.
Devlet idaresinin tek partili ve tek sesli dönemlerinde yapılan tercihlerin özellikle toplumu dönüştürmeye matuf olanlarına karşı genişleyen itiraz, siyasi bir talebe dönüşmüştü. Çok partili siyasi hayat ile birlikte “Nasıl bir ülke ve gelecek?” sorusunun cevabı çeşitlenmiş oldu. Bu soruya verilen cevaplara göre de eğitim politikaları farklılık gösterdi. Elbette ki bu farklılık, Cumhuriyetin kurucu kadrolarının çizmiş olduğu ana çerçevenin içinde kalması şartı ile tezahür edebiliyordu.
Hayatın her alanında belirlenmiş olan bu çerçeveler zorlandığında ya da aşıldığında farklı şekillerde yapılan müdahaleler ile karşılaşılıyordu. Çerçevenin sınırları ve tarifi, asıl gücü elinde bulunduran dâhili ve hârici zinde kuvvetler tarafından belirleniyordu. 1950 yılından başlayan toplumsal ve siyasi itirazlar, her on yılda bir olmak üzere çerçevenin içine tekrar çekildi. Çerçevenin bazen sağından bazen solundan vuku bulan bu hizaya sokma hadiseleri, ülkeye birçok alanda ağır bedeller ödetti.
Küresel Güçlerin ve Seküler Elitlerin Müşterek Endişeleri:
Milli Görüş Hareketi ve İmam Hatip Liseleri
Prof. Dr. Necmettin Erbakan liderliğindeki Milli Görüş Hareketi, batı medeniyetinin normlarına ve siyasetine karşı esastan ve çok güçlü bir itiraz ile siyaset sahnesine çıktığı ilk zamanlarda, toplumda bulduğu desteğin azlığı sebebiyle batı dünyasını endişelendirmemişti. Ancak 1990’lı yıllara gelindiğinde Milli Görüş Hareketi toplumda hatırı sayılır bir güce ulaşmıştı. Refah Partisi’nin 1994 yerel seçimlerinde aldığı başarılı sonuç bir yıl sonraki genel seçimlerde olacakların da habercisiydi. 1995 yılında oluşan TBMM milletvekili aritmetiğinde RP birinci parti olmuş ve ülkede sandığa giden her beş kişiden birinin oyunu almayı başarmıştı. RP her ne kadar DYP ile koalisyon kurarak da olsa artık iktidardaydı.
Siyaset cenahında bu gelişmeler yaşanırken, eğitim alanında da benzer bir gelişme dikkat çekiyordu. Turgut Özal’ın Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı yıllarının getirdiği normalleşme ve rahatlama ile Milli Eğitim Bakanlığı çatısı altında İmam Hatip Okullarının sayıları her geçen gün artmaktaydı. Normal müfredatın yanında din eğitiminin de resmi okullarda veriliyor olması, toplumun bir bölümünün teveccühünü kazanmıştı. Çocuklarının imam hatip okullarında eğitim görmesini arzulayan vatandaşlar bir seferberlik ruhuyla harekete geçip, bu okulların binalarını kendi imkânlarıyla yapmaya başladılar. İmam Hatip okullarından mezun olan öğrencilerin üniversite sınavlarında göstermiş olduğu başarılar bu okullara talebi daha da arttırmıştı.
Milenyuma birkaç yıl kala Misâk-ı Milli dışından bakıldığında görülen manzara şuydu: Batıya esaslı itirazları olan, kendine özgü maddi ve manevi kalkınma hamlesini uygulamaya başlayan bir siyasi iktidar, onun bu kalkınma hamlesini gerçekleştirecek genç bir nüfus. Bu manzarayı merkeze alıp Türkiye’nin 20 yıl sonrasına projeksiyon tutan aktörler, kendileri açısından durumun ciddiyetini görüp harekete geçti.
Türkiye ve bölge üzerine planlar kuran batılı devletler ile onların desteğini alan iç dinamikler bugün soğukkanlılıkla bakıldığında, incir çekirdeğini doldurmayacak münferit meseleleri bahane ederek adına post modern denilen bir darbe ile Milli Görüş iktidarına son verdiler. İktidarda kaldığı 11 aylık sürede yaptığı ve yapmaya çalıştığı projeler ile birilerinin uykusunu kaçırmayı başaran Erbakan ve arkadaşları, ülkenin selameti için çıktıkları iktidar yolculuğuna yine ülkenin selameti için ara vermek zorunda kalmışlardı.
Refah İktidarı Sebep mi Sonuç mu?
Refah Partisi’nin iktidardan indirilmesi, zinde güçleri teskin etmemişti. Çünkü yaptıkları siyasi ve sosyolojik analizler Milli Görüş hareketinin toplumda kök salmaya başladığını gösteriyordu. Hem bu kökleşme engellenmeli hem de toplumun mütedeyyin kesiminin canlanmakta olan bilinci frenlenmeliydi.
28 Şubat Kararları bu sebeple taviz verilmeden uygulamaya konuldu. Birçok hukuk dışı ve insan hakkı ihlali içeren kararlardan bazıları da İmam Hatip okulları ile ilgiliydi. RP-DYP hükümetinden sonra Mesut Yılmaz’ın Başbakan olduğu koalisyon iktidarı, “kesintisiz sekiz yıllık eğitime” geçme kararı alarak İmam Hatip Orta Okulları’nı kapattı. İmam Hatip Liseleri’nin üniversitelere girmesini imkânsız hale getirecek olan “katsayı uygulaması” kararı ile okullar pratikte bitiriliyordu. Ülkedeki öğrencilerin %12’sinin (600 bin öğrenciye tekabül ediyordu) gittiği okulların kapılarının kapanması anlamına gelen bu uygulamanın yanı sıra, lise ve üniversitelerde başlatılan “başörtüsü yasağı” ile özelde imam hatip mezunlarına genelde ise mütedeyyin kız öğrencilere devletin eğitim kurumlarında yaşam alanı bırakılmamıştı. Alınan bu tedbirler (!) neticesinde İmam Hatip Liselerinin öğrenci sayıları hızlı bir düşme eğilimi gösterdi. Öğrencilerinin %90’ını kaybeden İmam Hatip Liseleri 60 bin öğrenci ile ve büyük zorluklar içerisinde eğitim-öğretime devam etmeye çalıştı. Aynı dönemde bu okullarda görevli olan öğretmen sayısı da 18 binden 7 bine kadar geriledi.
Buraya kadar birkaç analiz cümlesi ile özetlediğimiz o günler, arkasında milyonlarca insanın gözyaşını ve acısını bırakmıştı. Yüz binlerce gencin hayalleri ve hayatları çalınmış, onurları kırılmış, en temel hakları ellerinden alınmıştı. Gençliklerinin baharını yaşadıkları bir zamanda reva görüldükleri bu haksızlıklar, onları küstürmüş ve öfkeyle doldurmuştu. Travmatik sonuçlarını yıllarca yaşayacakları bir mağduriyete maruz bırakılmışlardı. Aradan geçen bunca yıla rağmen bu hak ihlali kararlarını alanlar ve bunu uygulayanlar, adalet önünde yaptıklarının hesabını vermediler.
Eğitime İndirilen Son Darbe ve Meslek Liseleri
İmam Hatiplerin orta kısımlarını kapatmak için hazırlanan Sekiz Yıllık Kesintisiz Eğitim Kanunu, bu okullarla birlikte ülkedeki ortaokulların hepsini kapatıyordu. “Alınan kararların uygulamasında halkın tepkisini azaltmak için böyle bir yol izlendiği” gibi bir izlenim verse de aslında planlanan şey çok daha sofistike ve yıkıcıydı. Zira dönemin siyasileri ve zinde güçleri, en sert tedbirleri almaktan çekinmemiş ve “siyasi hayatlarına mal olsa da” bu kararları tavizsiz uygulayacaklarını deklare etmişken, İmam Hatip Ortaokullarında okuyan öğrencilerin velilerinin tepkilerinden çekinmiş olmaları düşünülemezdi.
Alınan kesintisiz sekiz yıllık eğitim kararı sonucu, Anadolu Liseleri ile Meslek Liselerinin de ortaokul bölümleri kapanmış oluyordu. Sınavla öğrenci alan ve 7 yıl boyunca kaliteli bir dil eğitimi ile birlikte akademik eğitim veren Anadolu Liseleri de ortaokul bölümünün kapatılması ile derin bir yara alıyordu. Diğer taraftan yine 7 yıl verdiği eğitim ile onlarca alanda ülkenin ara eleman ve teknisyen ihtiyacını karşılayan ve gittikçe daha çok talep gören Meslek Liseleri de ortaokuldaki öğrencilerinden mahrum kalıyordu. Meslek Liselerine giden öğrencilere de üniversite tercihlerinde katsayı uygulaması başlatılınca, bu okullar üniversite hedefi olan öğrencilerin kaçtığı okullar haline gelecekti.
Böylece görev tamamlanmış oluyordu: Erbakan’ın hedef gösterdiği maddi ve manevi kalkınmayı yapacak olan unsurlar bertaraf edilmişti. Artık ne Avrupa Birliği’ne alternatif D-8 projesi uygulayacak bir siyasi iktidar vardı, ne de Türkiye’de kurulu olan faiz sistemini kaldırıp üretim merkezli kalkınma hedefleyen bir lider. Manevi kalkınmanın dinamiklerini oluşturacak yüz binlerce İmam Hatipli genç de olmayacaktı, bileklerinin ve ustalıklarının üzerinde yükselecek maddi kalkınmayı sağlayacak Meslek Liseli gençler de.
Dört bir koldan başlatılan ve yürütülen faaliyetler sonucu hayata geçirilen 28 Şubat Kararları ile Türkiye Cumhuriyeti’nin gelişmiş ülkelerin verimli bir pazarı olarak kalması garanti alına alınmıştı. Gerek İslam dünyasında gerekse bölgede bir aktör olma ihtimali kalmamış, Batı medeniyetine karşı mücadele edecek bir kültür havzası olma potansiyeli de akamete uğratılmıştı.
Aynı yıllarda Avrupa başta olmak üzere gelişmiş devletler, ülkelerinde eğitim alanında çok önemli kararlar alıp uygulamaya koyuyorlardı. Robotik ve Kodlama dersleri ile başlayıp STEM merkezleri ile donattıkları okullarda öğrencilerine bilim ve teknik sunuyorlardı. Huzurlu ve ülkesine bağlı bir gençlik ile yarınlarını planlıyorlardı.
Bin Yıl Sürmedi Ama Hep Birlikte Çeyrek Asır Geriye Gittik
Neredeyse çeyrek asır önce her yönüyle toplumsal hayatı alt üst eden 28 Şubat kararlarının bin yıl sürmesi planlanmıştı. Ancak tarih ve talih, kimsenin uhdesine verilmemiştir. Takdir ise her şeyin üstündedir. 2012 Yılında 4+4+4 şeklinde kesintisiz 12 yıllık zorunlu eğitime geçilmesiyle birlikte, İmam Hatip okullarının ortaokul bölümleri de tekrar açılmış oldu. Katsayı adaletsizliğinden de kurtulan İmam Hatip Liselerinin öğrenci sayıları her geçen yıl artış gösterdi. Bugün öğrencilerin yaklaşık olarak %14’ü İmam Hatip okullarında eğitim-öğretim görmektedir. Yani 28 Şubat kararlarının alındığı tarihteki istatistiklere yaklaşık 20 yıl sonra ancak ulaşılmıştır.
28 Şubat post modern darbesinin üzerinden geçen çeyrek asırdan bugüne gelindiğinde; medyada ve gençler arasında “Meslek Liseli” klişeleri ile Türkiye’nin teknik okullarının karizması çizilmiş, herhangi bir akademik beklentisi ve başarısı olmayan öğrencilerin zorunlu olarak sınıflarını doldurduğu Meslek Liseleri bitme noktasına gelmiştir. Son yıllarda bu okullar ile ilgili ortaya konulan çabaların ve olumlu politikaların Meslek Liselerini tekrar hak ettiği noktaya getirmesi ülkenin sanayi ve teknik geleceği açısından hayati bir meseledir.
Yazılı ve görsel basında, daha çok da sosyal medyada planlı bir şekilde İmam Hatip karşıtlığı yapılması, 28 Şubat zihniyetinin canlı tutulmak istendiğinin bir işaretidir. İmam Hatiplerin sayısının, akademik başarısının, binasının, programının olumsuz bir dille haber yapılması ve aleyhte algı oluşturulması yoluyla ötekileştirilme çabaları; özellikle ortaokul ve lise çağındaki öğrencilerin İmam Hatip okullarına olan teveccühlerini engellemeyi amaçlamaktadır.
28 Şubat Kararları ile birlikte Türkiye; siyasetten ekonomiye, bürokrasiden eğitime birçok alanda çok şey kaybetti. Kendi vatandaşlarının geniş bir bölümünün eğitim haklarını ve inanç özgürlüklerini ortadan kaldıran bir devlet görüntüsü ortaya çıktı. Devletin açtığı kurumlarda devletin belirlemiş olduğu müfredat ile okumak ve cehaletten kurtulmak isteyen gencecik kızlar, kendilerini okulların bahçe duvarlarına zincirledi. Eğitim talep eden liseli gençlere devletin güvenlik güçleri tarafından gaz bombası, takibat, jop ve cezaevi reva görüldü. Tek arzuları en temel hakları olan eğitimlerine devam etmek isteyen gençler okullarından koparılmakla kalmadı, devletin en yetkili ağızları tarafından Suudi Arabistan’a veya İran’a gidip eğitim almaları salık verilerek ülkelerinden kovuldular.
Kendi devlet yetkilileri tarafından on beşli yaşlarda sınır kapıları adres gösterilip sürgün yiyen gençlerin çok büyük çoğunluğu gözyaşları içinde evlerine geri döndü. Kızlar iyi anneler olmak için eş adayları tarafından seçilmeyi beklerken, erkekler vasıfsız işçi olarak hayata tutunmayı öğrendi. Oysa gencecik ve hayat doluydular. Ülkelerine hizmet etmek için okumak, daha çok okumak gibi büyük çok büyük hedefleri vardı. Üniversite eğitimlerini sınır kapılarının dışında devam ettirme şansı(!) bulan çok küçük bir grup ise zannedilenin aksine Avrupa’nın farklı ülkelerinde çok zor şartlar altında mezun olabildiler.
İronik bir şekilde; “Demokrasi, Eğitimde Çağı Yakalamak, Özgür Üniversite, Yükseköğretime Geçişte Adil Uygulama, Bilimin Rehberliği, Laiklik, Ülkenin Düşmanca Eylemlerden Korunması, İrtica’ya Hayır” gibi kavramların ve cümlelerin resmi metinlerde, mahkeme salonlarında ve medyada bolca kullanıldığı bir “Zulüm iklimi” yaşatmıştı 1997 yılının Şubat kararları ülkeye. Tarihin tekerrür etmesinin mümkün olmadığını iddia eden görüş ne kadar haklıdır bilinmez. Ancak İmam Hatip Liselerine ve kendi değerlerine 28 Şubat’ın buz tutmuş camlarından bakan gözler olduğu sürece, göremedikleri güzelliklere düşman olmaya devam edeceklerdir. Umulur ki buzları çözüldüğünde camdaki suretlerinin dehşetine kapılıp yeni kararlar almaya kalkmazlar.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?