Deizm, 17. yüzyılda Hristiyanlığa tepki olarak ortaya çıkmış bir düşünce. Deizmi ortaya çıkaran tarihsel koşulları Hristiyanlığın orta çağ Avrupa coğrafyasının üzerinde yarattığı kâbusa karşı akılcı bir yaklaşımla geliştirilen tepkiler bağlamında okumalıyız. Bu tarihsel koşulların yaşanmadığı bir İslam dünyası açısından, Deizm modern dönem öncesi İslam dünyasında ciddi bir karşılık bulmamış. Bunda Deizmin Hristiyan dini özelinde bir tepki olarak ortaya çıkmasının önemi büyük. Hristiyanlıktaki asli günah anlayışı, Hz. İsa’nın ilahlığı inancı, din adamlarının Tanrı ile insan arasında aracı olmaları, Hristiyan dininin bilimle çatışması, eski ve yeni ahitteki çelişkiler, Hristiyan dini adına oluşan ruhban sınıfı ve bunların özellikle Avrupa kıtasındaki sürdürdüğü despotik yönetim, mezhep savaşları, reform hareketleri, Newtoncu hakim bilimsel görüş ve buna bağlı determinist dünya anlayışı… Tüm bu gibi sebepler Deizmin ortaya çıkışını hazırlayan tarihsel koşullar olmuştur.
Deist düşünürler aklı insanın mutlak rehberi kabul etmişlerdir. Dinleri doğal din ve bildirilmiş dinler şeklinde ikiye ayıran Deistlere göre bildirilmiş dinler vahiy iddiasıyla kurulan tüm dinleri kapsamaktadır ve bu dinler yalan, uydurma ve sömürü üzerine kurulmuşlardır. Doğal din ise kaynağı vahiy değil akıl olan ve insanın tamamen kendi aklıyla hayatı anlamlandırarak ulaştığı yaşam tarzı olarak ifade edilebilir. Hatta bazı Deistlere göre İsa doğal dine kendi aklıyla ulaşmış ve onu insanlara anlatmıştır. Ancak İsa’dan sonra gelenler akıldışı mucizeler, ritüeller ve doğaüstü anlatımlarla İsa adına yeni bir din icat etmişlerdir. Deizm, ilkin Hristiyanlığın bir yorumu olarak ortaya çıkmış diyebiliriz. İlk başta Hristiyanlığı rasyonalize etmeyi hedeflemişler ve Hristiyan inançlarını akılcı bir şekilde izah etmeye çalışmışlar. Ardından ise tüm dinleri insan ürünü oldukları iddiasıyla tamamen reddederek sadece Tanrı inancını benimsemişlerdir. Böylece Teist dinlerden farklı bir tanrı-evren ve tanrı-insan anlayışı geliştirmeye çalışmışlardır.
Deist düşünürler, kendi aralarında farklılıkları olmakla beraber genel olarak şöyle bir inanç geliştirmişlerdir: Bir Tanrı vardır. Bu Tanrı her şeyi yaratan, her şeye güç yetiren, eşi benzeri bulunmayan, irade sahibi, her şeyi bilen mükemmel bir varlıktır. Bazı Deistler ise daha sınırlı veya evrene içkin bir Tanrı tasavvurunu benimsemişlerdir. Deistlere göre insanın Tanrı’ya karşı vazifeleri vardır. Bu vazifesi ahlaklı olmaktır. Neyin ahlaklı olup olmadığına ise insan aklı karar verecek güce sahiptir. Tanrı ahlaklı oluşumuza göre bizlere ödül veya ceza verecektir. Söz konusu ödül ve ceza bu dünyada gerçekleşmeyeceğine göre ahiretin varlığı kaçınılmazdır. Ahirette dünyada yaptıklarımızın karşılığını göreceğiz. Birçok deist, insanın günahlara tövbe etmesi gerektiğini savunurken bazıları da Tanrı’nın yaptığımız günlük dualara bile cevap vereceğini düşünmektedirler. Bazı deistler ahiret inancını reddederken bazısı evreni ezeli kabul etmiş, kimisi ödül veya ceza olmadığını da savunmuştur. Ancak görüldüğü gibi çoğunlukla vahiysel dinlerin izah biçimlerinin etkisinde kalmışlardır. Deistler görüşlerini sistematik bir biçimde ortaya koyamadıkları için kendi aralarında belirsizlikler ve görüş farklılıkları çoktur. Bunun en önemli sebebi deistlerin daha çok dinleri eleştiriye odaklanmaları fakat dinlere alternatif varoluşsal bir izah geliştirememeleridir.
Deizm, ilk başta Hristiyanlık içinde ayrı bir ekol olarak doğmuştur. Ancak Deizm’in tarihsel arka planı ve Deistlerin tanrı-evren ve insan tasavvurları çoğu kez göz ardı edilmiştir. Çoğu zaman kabaca, Tanrı’nın evreni yarattıktan sonra ona müdahale etmeyip bıraktığı, dolayısıyla evrene hiçbir vahiysel veya mucizevi müdahalede bulunmadığı şeklinde bir anlatımla bilinir. Bu anlatım gerçeklik payı taşısa da Deizm’in sınırlandırıldığı bir anlatımdır. Bu bağlamda Deistlere göre Tanrı evreni yarattığı ilk müdahale sonrasında ikinci bir müdahalede bulunmamıştır. Eğer böyle bir müdahalede bulunursa bu onun Tanrılığına halel getirecektir. Bu sebeple peygamberlik, vahiy ve mucize gibi ikinci müdahale anlamına gelen olaylar reddedilmelidir. Deistlere göre Tanrı evrenin işlemesini sağlayan doğa yasalarını yaratmış ve öylece bırakmıştır. Çünkü bu doğa yasaları kendisi mükemmel olan bir Tanrı tarafından kusursuz bir şekilde yaratılmıştır ve herhangi bir ikinci müdahaleyi gerektirmemektedir. Bazı Deistlere göre vahyin gönderilmesi mümkün olsa da bu gerekli değildir ve Tanrı’nın yüceliğine aykırıdır. Bu yaklaşımda Deistlerin mucizeler mevzusuna ayrıca kafayı taktıklarını belirtmeliyim. Çünkü Deistler mucizelerin doğa yasalarını ihlal anlamına geldiğini düşünmektedirler. Deizm’in bu iddiasını, Newton’un mekanik evren görüşünün hâkim olduğu bir bilimsel düzeyden hareketle dile getirdiğini unutmamamız gerekiyor. Bu, kanaatimce can alıcı, noktayı ileride açacağım. Evrenle ilgisiz bir Tanrı anlayışına rağmen Deistlerin çoğuna göre Tanrı’nın evrene müdahale etmemesi evrene tamamen ilgisiz olduğu anlamına gelmez. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi birçok Deist ahiret inancına sahiptir ve insanın dünyada bir görevi olduğunu düşünmektedir.
Deistlere göre Tanrı, Hristiyanlıkta anlatıldığı gibi insan kılığına girmez, yarattıklarına benzemez. Dinlerin Tanrı’ya yaptıkları yakıştırmalar ve Tanrı adına kurallar uydurmaları Tanrı’ya hakarettir. Onlara göre din adamları insanları sömürmek için dinleri ve dini kuralları uydurmuşlardır. Gelgelelim yazının girişinde de belirttiğim gibi Deistlerin, çıktığı coğrafya itibariyle, aslında muhatap oldukları din Hristiyanlıktır. Hristiyanlık özelinde geliştirdikleri tepkiye diğer tüm dinleri de dâhil etmişlerdir. Örneğin ünlü Amerikalı deist düşünür Thomas Paine’nin İslam hakkında pek bir şey bilmediği eserlerinden anlaşılmaktadır. Mesela Paine’e göre Müslümanlar Kuran’ın cennette yazıldığına inanmaktadırlar. Bu noktada Deistlerin Hristiyanlık dışındaki dinleri oldukça yüzeysel bir şekilde inceledikleri veya onlardan çok da haberdar olmadıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bir Müslüman açısından ise İslam söz konusu olduğunda Deizm’in iddiaları gereksiz ve tutarsız kalmaktadır. Çünkü Deistlerin Hristiyanlık dini özelinde geliştirdikleri argümanlar tarihsel olup İslam dinini alakadar etmemektedir. Deistlerin temel eleştirileri açısından şöyle birkaç örnek sıralayabilirim: İslam dinine göre Tanrı yaratıklarına benzemez, İsa da Tanrı değildir. Deistler de her türlü antropomorfik anlatımı Tanrı’ya yakıştıramadıkları için reddetmektedirler. Müslümanlar da yaratıcıyı yarattıklarına benzemekten tenzih etmektedir. Deistler ruhbanlığı ve asli günahı eleştirirler, İslam’da zaten bir ruhban sınıfı yoktur. İslam’a göre kimseye bir başkasının suçu yüklenemeyeceği için asli günah gibi bir anlayış da kabul edilemez. En önemli konulardan olan din-bilim çatışması İslam’da yoktur. Hristiyanlık dini bilimle çatışmışsa da İslam tarihinde bu tür bir çatışma hiçbir zaman meydana gelmemiştir. İslam’da da Deistlerin savunduğu gibi yaratıcı ile insan arasına hiçbir aracı giremez. Tanrı tektir ve teslis (Hıristiyanlığın üç unsurlu baba-oğul-kutsal ruh) gibi inançlar şirk görülüp reddedilir. Kısaca Deistlerin dinler özelinde geliştirdikleri eleştirilerin neredeyse tamamı İslam söz konusu olunca geçersiz olmaktadır.
Deistler akla haddinden fazla bir sorumluluk yüklemişlerdir. Tanrısal akla karşı insan aklını tercih edip onu öne çıkarmışlardır. Tanrı anlayışının insanın zihninde fıtri olarak var olduğunu savunmuşlardır. Dolayısıyla onlara göre insan, kendi aklıyla Tanrı’yı bulabilir.  Bu durumda, Tanrı’nın insanlara din gönderecek olmasından dolayı insanın fıtratına Tanrı inancını yerleştirdiği şeklindeki bir eleştiriye Deistlerin vereceği tutarlı bir cevap olmayacaktır. Yine Deistlere göre Tanrı’nın insandan ne istediğini, ahlaklı olma görevini ve ahiret inancını dahi insan kendi aklıyla kavrayabilir. İnsan kendi aklıyla dini ve ahlaki ilkelere kavuşabilir. Neyin iyi neyin kötü olduğunu bulabilir. Tüm insanlar bir araya gelerek evrensel bir ahlak üretebilirler. Ancak bu durum tarihi ve sosyal gerçeklere terstir. Yine de Deistlerin insanın vicdanıyla fıtri olarak iyiyi ve kötüyü bulabileceği düşüncesi büyük ölçüde doğrudur. Fakat yine de iyi ve kötüyü belirlemek insanın gücünü aşan bir durumdur. Bu konuyu sonraki yazıda detaylandıracağım.
İslam dünyasında Deizmin yayılmasının önemli bir sebebi İslam’ın asıl kaynaklarından hareketle, doğru bir şekilde anlaşılmamasıdır. Ülkemizde kendisini Deist olarak tanımlayanların büyük çoğunluğu Deizmin felsefi açıdan neye karşılık geldiğini bilmemektedirler. İslam dünyasında insanların dine aldıkları tavır felsefi olmaktan çok psikososyal bir tepkisellik barındırmaktadır. Bu tür insanların çoğu, modern hayatın sunduğu nimetler karşısında baskıcı, haramları helallerinden fazla olan dolayısıyla yaşanması mümkün olmayan dini anlatımlara tepkilidirler. Modern hayat alabildiğince özgürlükler sunuyorken gençlerin yaşam alanlarını daraltan yanlış dini anlayışlar tepki doğurmaktadır. Müslümanlar arasında deizmin yayılmasını besleyen önemli bir diğer etken ise ötekileştirici, fantastik anlatımların ve hurafelerin hâkim olduğu, 7. yy. Araplarının kavrayış seviyesine hitap etmesine rağmen olduğu gibi günümüze taşınmaya çalışılan din algısı ve yaşayış tarzıdır. İslam dünyasının içinde bulunduğu siyasal ve sosyal geri kalmışlık durumu ve buna bağlı yaşanan çok yönlü problemler de deizme geniş bir alan açmaktadır.
Bu gibi sebeplerle, Ateizmi felsefi boyutuyla da savunan birçok insanla karşılaşmamıza rağmen Deizmi derinlikli bir şekilde savunan kimselere pek rastlamadık. Yine de bir sonraki yazıda Deizmin felsefi açıdan eleştirisini yapmaya çalışacağız. ■

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?