Sa’y sözlükte; koşmak, çaba göstermektir. Istılahta ise, Safa ile Merve tepeleri arasında 7 defa gidip gelmektir ama aslında sa’y imanın, tevekkülün ve adanmışlığın adıdır.
Eğer sa’y yalnızca koşmaktan veya çaba göstermekten ibaret olsaydı, Allah katında İslam’ın temel ibadeti olan Hacc’ın ana şartlarından olmazdı. Çünküsa’yın temeli imana dayanmaktı, tevekkül ederek adanmaktı. Hem de kölelikten gelen bir kadının imanı, tevekkülü ve adanmışlığıydı. Kıyamete kadar gelecek tüm Müslümanlara gerçek sa’yın nasıl yapılması gerektiğini, aynı zamanda imanın, tevekkülün ve Rabbine adanmanın kadın veya erkek işi olmadığının göstergesiydi.
İşte bundan dolayıdır ki, sa’y denince akla Hacer annemiz, Hacer annemiz deyince de akla sa’y gelmektedir. Ama öyle bir sa’y ki, Hacer’cesine, makam-mevki sa’yı değil, şan-şöhret sa’yı değil, para-pul sa’yı değil, yalnızca ve yalnızca Hacer’cesine bir sa’y. Ve bu sa’yın mükafatı ise Zemzem idi, Peygamber annesi olma şerefi idi, kıyamete kadar gelecek Müslümanların onun ayak izini takip etme şerefi idi ve en önemlisi de Allah’ın rızasına erme şerefi idi.
Evet Hacer’cesine sa’y hiç kolay değildi. O sa’y ki, Hz. İbrahim (as.) onu Mekke vadisine bırakıp giderken “Yoksa bizi buraya bırakıp gitmeni, sana, Allah mı emretti?” sorusuna “Evet” cevabını alınca “ Öyle ise, Allah bize yeter, O, bizi zayi etmez, himayesiz bırakmaz!” (İbn Sa’d, Tabakat) tevekkülü idi. O sa’y ki; tevekkülden sonra oturup beklemek değil, suyu bulmak için çaba ve gayret göstermekti. O sa’y ki, şeytan, ciğerparesi İsmail (as.)’in boğazlanmaya götürüldüğü haberini verince “ Eğer, Rabb’i, bunu emretti ise, Allah’ın emrine boyun eğmek gerekir.” (Hakim-Müstedrek) diyebilmekti. İşte Hacer’cesine sa’y buydu. Bizlere örnek olan, yolunun takip edilmesi gereken ve kurtuluşa erdiren sa’y.
Bu öyle bir sa’y idi ki, bir tek insanın bulunmadığı vadiyi, tevekkülü ile ticaret merkezi yapan; bu öyle bir sa’y idi ki, çöl olan Mekke vadisini Zemzem suyu ile sulayan; bu öyle bir sa’y idi ki, teslimiyeti ile koç kurban ettiren ve bu öyle bir sa’y idi ki, Rabbinin rızasına erdiren.
Peki Hacer’cesine sa’y ve Ben!!!
Benim hayatımdaki sa’y???
İmanı mı, tevekkülü mü, adanmışlığı mı gösteriyor mu?
Tıpkı bu gün Hacer’cesine sa’y edenlerin gösterdiği gibi?
Kadın olarak, erkek olarak, genç olarak, ihtiyar olarak, talebe olarak, hoca olarak, yönetilen veya yöneten olarak, kısacası hangi hal ve durumda olursam olayım, bu gün Hacer’cesine sa’y edenler de bana bir defa daha Hacer annemizi hatırlatıyor ve “Dünya fanidir, her şey geçicidir ve bu dünyadaki sıkıntılar ahirette son bulacaktır, cennete atılan ilk adımla her şey unutulacaktır”diyorlar ve bunu sözleriyle değil hayatlarını, özgürlüklerini feda ederek gösteriyorlardı. Bir kez daha Hacer’ce sa’y’ı “Canan yolunda canım giderse canıma minnet!” diyerek yaşıyorlardı.
Ali Haydar Bengi, Furkan Doğan gibi ümmete emanet edilen Mescid-i Aksa’yı muhafaza eden kardeşlerine yardım götürürken İsrail kurşunlarıyla şehadete koşanlar gibi.
Tıpkı “Kur’an anayasamızdır” dediği için Firavun zindanlarında özgürlüğü elinden alınan Muhammed Mursi, Bedii, Biltaciler gibi.
Rabia meydanlarında yaralı halde çadırlarda diri diri yakılan, tankların ezip geçtiği, göğsünden vurulup şehadete eren Esmalar gibi.
Dünya âlimler birliği başkanlığı gibi üstün bir meziyete sahip olmasına rağmen dünya mazlumlarının yanında yer alıp Mısır, Filistin, Türkiyeli kardeşlerine verdiği destekten dolayı terörist ilan edilen Prof. Dr. Yusuf el-Karadâvî gibi.
15 Temmuz da ezanlar dinmesin, bayrağımız inmesin diye tankların altına yatan, kurşunlara göğsünü siper eden yiğitler gibi.
İşte bu olsa gerektir HACER’CE SA’Y ve işte bu olsa gerektir İMANIN, TEVEKKÜLÜN VE ADANMIŞLIĞIN İSPAT…