Sanatta yozlaşma nasıl olur, yozlaşan sanat fesada yol açar mı? Sanatın bizdeki/İslam’daki karşılığı, Yüce Allah’ın el-Bedi’ ism-i celiliyle benzersiz olarak hayret verici bir şekilde yarattığı evrendeki her şeydir. Gözümüzün gördüğü yeryüzündeki nebatat ve hayvanatıyla tüm doğa; temaşa ettiğimiz gökyüzündeki yıldızlar, göremediğimiz sonsuzluk ve insan…
Bir sanat eserinin meydana gelmesi mutlaka bir sanatkârın, yani duygu ve düşüncelerin ahenkli bir birleşimini yapabilecek kabiliyete sahip bir zatın varlığını gerektirir. Sanatın ferde bağlı oluşu, onu ilk bakışta topluma ait olan dil, din ve töre gibi diğer temel unsurlardan ayırır. Fakat ferdin ortaya koyduğu sanat, toplumdan soyutlanarak tamamen bağımsız bir varlık olarak nitelendirilemez. Çünkü ferdin duygu ve düşüncelerinin kaynağı, içinde yetiştiği kültür çevresidir. Bundan dolayı sanat eseri, halkın müşterek duygu, düşünce ve zevkini yansıtır. Her sanat eserinde, o eserin oluşumuna katkı sağlayanın telkin ettiği bir takım duygu ve düşünceler vardır. Sanat, bu duygu ve düşünceleri kaynaştırarak ahenkli bir birleşim hâlinde ifade edebilmektir. Bu, sanatın bütün dallarında resimde, musikide, şiirde ve mimaride kendini göstermektedir.

Sanatçı, yaratıcının eserlerini taklit ediyor olduğunun farkında olarak, ilk başta insan olma bilinci ile hareket etmelidir. Bunu göz ardı ettiği noktada insan olma vasfından, sonra Allah’tan, öz benliğinden ve nihayet içinde yaşadığı toplumdan uzaklaşır. Birtakım çevrelerin sanat için hiçbir vasıf ve kaide kabul etmeden sınırsız özgürlük adını verdikleri keyfiliği ana prensip kabul etmek, gerçek sanat tanımından uzaklaştırır bizleri. Çünkü sanattaki özgürlük de içinde bulunulan toplumun değerlerine saygı çerçevesindedir. Özgürlük adı altında, toplumu ayrıştırıcı, toplumun dini ve millî değerlerine hakaret edecek şekilde sanatı tanımlamak olacak şey değildir. Bilakis sanatçı, ortaya koyduğu eserleriyle, Allah’ın hayret verici sanatına ışık tutmalı, onu hatırlatmalıdır.

Bize eserleriyle dönemin sosyal, dini, kültürel yapısı hakkında bilgi vermesi gereken sanatçı, bazen içine yaşadığı kültürden uzaklaşıp başka bir kültüre özenerek, ahlaki değerlerinden uzak, aykırı eserler ortaya koyabilir. Yine sanatçı tek başına, etkili bir hitap ile etrafında binlerce kişiyi toplayıp toplumda huzuru inşa edebileceği gibi o toplumun değerlerinden koparıp kişiler arası fesada da yol açabilir. Örneğin şiir ve hitabın toplumlar üzerinde her zaman büyük bir etkisi olmuştur. Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı ile bir ulusu coşturabilmesi ve günümüzde o coşkunun hâlâ hissedilebiliyor olması, sanatın toplum üzerindeki etkisini gözler önüne sermektedir.

Sanat, içinde var olduğu devrin politik, sosyal, kültürel yapısından payını almıştır. Sanatçı çoğu zaman, saraylara, kiliselere yaranmaya çalışmış, devletin en üst kademeleri için eserler ortaya koymuştur. II. Abdülhamid döneminde Osmanlı sarayına hizmet vermiş, Oryantalist İtalyan ressam Fausto Zonaro, II. Abdülhamid’in beklentileri yönünde eserler ortaya koymuş, II. Abdülhamid’in devrilmesi ve kadrolarının tasfiyesiyle de Ekim 1909’da saray ressamlığı unvanı kaldırılmış ve ailesiyle birlikte İstanbul’u terk etmek zorunda kalmıştır. J. J. Rousseau da “İlimler ve Sanatlar Hakkında Nutuk” adlı kitabında benzer durumları şöyle anlatıyor: “Lüks yüzünden bozulan ahlak zevkin de bozulmasına sebep olur. Yüksek istidatlı insanlar arasında tesadüfen sağlam ruhlu bir sanatkâr çıkar da zamanının düşüncelerine uymaya, çocukça eserlerle kendini küçültmeye razı olmazsa, vay hâline! Bir köşede unutularak yoksulluk içinde ölür.”

Günümüz sanat yozlaşmasının en bariz misallerini kentsel mimaride görebiliyoruz. İnsan dâhil hiçbir canlı düşünülmeden imar edilen yapılar, tamamıyla estetikten uzak bir görüntü sergiliyor. Var olan güzel eserler, yenileme adı altında tahrip ediliyor. Oysa her bir tarihi mekân/yapı bizim için birer açık müze niteliğindedir. İslam medeniyetine baktığımızda cami, mescid, türbe, han, çeşme gibi yapılar imar edilirken, bu yapıların duvarlarına inşa edilen kuş evleri (aşiyanlar), canlılara gösterilen merhamet ve sevginin yanı sıra mimari zarafetin de sembolleri olarak öne çıkmıştır. Camiler, külliyeler, çeşmeler, insan ve doğa göz ardı edilmeden yapılmış. Camiler imar edilirken kuş evleri binaların özellikle daha sıcak olan güney cephesine, kuşların rüzgârdan ve aşırı güneş ışığından korunmasını sağlayacak şekilde, yüksekçe bir yere, genellikle de saçakların altına inşa edilmiştir. Bunların hem işlevsel hem de sanatsal özelliği vardır. Çeşmelere hayvanlar su alsın diye yalak yapıldığı gibi, mezarların üzerine kuşların su içmesi için küçük tekneler yerleştirilmiştir. Bu bir merhamet göstergesi, toplumda ortak bir bilinç oluşturma çabasıdır. Oysa bugün o bilinçten tamamıyla uzaklaştık. Bu durum, yazılı metinler için de geçerlidir. Günümüzde yazılı metinlerin çoğu edebi ve sanatsal içerikten uzak tamamıyla ticari kaygı ile oluşturulmuş eserler konumundadır. Neslimizi İslami kültür ve medeniyetten uzaklaştıran eserlerdir bunlar.

Peki, başka toplumların kültürüne özenip İslami kültürden uzaklaşmamızın sebebi nedir? İslami şuurumuz mu yok yoksa yetersiz mi? Yeni şeyler üretme iştiyakımız yoksa eskileri neden yıkıyoruz? Sınırlı olanaklarla ortaya konulmuş eserlerin aynısını bugün daha fazla imkâna sahip olmamıza rağmen neden yapamıyoruz? Doğrusunu söylemek gerekirse teknoloji de olduğu gibi sanatta da tam anlamıyla Batıyı taklit edemedik.
Bugün toplumun faziletli sanatçılara ihtiyacı var. Bu sanatçılar, ahlakın övdüğü ve ahlaklı olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, bilgelik, alçakgönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi nitelikleri ortaya koymalılar. Bunlar, erdemli bir toplumun inşasına hizmet ederek halkı aynı değerler etrafında bütünleştirmeye çalışmalıdırlar.

Tarih boyunca her toplumda fertleri birbirine bağlayan, onları kaynaştıran ve organik bir bütünün uzuvları hâline getiren dört temel unsur vardır. Bunlar: Din, dil, töre ve sanattır. Dini, dili ve töresi olmayan bir toplum bulunmadığı gibi, kendine has sanatı olmayan bir toplum da gösterilemez.
Şüphesiz şartların değişmesiyle kültür ve sanatta ve ona bağlı olarak üslupta da değişimin olması kaçınılmazdır.
Kendine dönüş, şüphesiz, geçmişi aynen tekrarlamak değildir. Teknik, malzeme, mevzu, temalar ve olanaklar daima değişebilir, esere kimliğini veren esprisi ve üslubudur. Bu yola girebilmek ise bozulan kültürümüzün ihya edilmesine bağlıdır.
Öze dönüş ile şehirlerimiz, göbeğine dikilen kültürümüzden uzak ‘sanatsal anıtlardan(!)’ kurtulur, dini ve millî değerlerimize uygun hüviyetine kavuşur. Tabii bu, devletin kültür ve sanat siyasetinin şuuru ve iyi niyetiyle beraber duyarlı ve şuurlu sanatçılarımızın dünyadan haberdar şuurlu yeni nesillerin yetiştirilmesi doğrultusundaki gayretleriyle olacaktır. Yine bu, Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) buyurduğu “Allah güzeldir, güzelliği sever” (Müslim) düsturu doğrultusunda güzeli yaşatmak ve güzeli ortaya koyabilme gayreti ölçüsünde mümkün olacaktır.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?