Çok Yakında Zafer İslam’ın Olacak

0
7381

Sizlere bir müjde vermek istiyorum: “Çok Yakında Zafer İslam’ın Olacaktır”

Prof. Dr. Ali Muhyiddin KARADAĞİ kimdir?

İslam dünyasının önde gelen âlimlerinden biri ve Uluslararası Müslüman Âlimler Birliği Genel Sekreteri olan Prof. Dr. Ali Karadaği, 1949 yılında Irak Kürdistanı’nın Süleymaniye vilayetinde dünyaya geldi. Tüm eğitim süreçlerini üstün başarıyla tamamladı. Yüz’e yakın ilmî araştırma ve yirminin üzerinde kitap ve telifi bulunan Karadaği, birçok bilimsel yayın, davet, bilinçlendirme vb. amaçlarla kurulan müesseselerin ve birçok uluslararası fıkhî konseyin de başkanı ve üyesi durumundadır.

İlerlemiş yaşına rağmen dünyanın dört bir yanında davet ve hizmet çalışmalarına büyük bir azimle devam eden Üstad Karadaği ile “İslam dünyasında yaşanan sorunlar ve çözümleri” üzerine bir röportaj gerçekleştirdik. Bize zaman ayırdığı için üstadımıza çok teşekkür ediyoruz. Önemli açıklamaların yapıldığı söyleşimizi siz değerli okurlarımızın istifadesine sunuyoruz.

Günümüzde Batı ve batılı değerler iflas etmiş ve insanlığa hiç bir şey vaat edemeyecek hale gelmiştir. Dünyada yaşanan kargaşa bunun açık bir göstergesidir. Buna karşılık İslam insanlığa alternatif olarak nasıl bir metot sunuyor?

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

Batı dünyası modern haliyle ilk kurulduğu aşamadan itibaren ahiret yerine dünyaya, ruh yerine cesede önem veren maddi değerler üzerine kuruldu. Bundan dolayı ruhi bir boşluk oluştu. Bazı batılılar manevi saadet ve mutluluk için araştırmalar yaptılar fakat tüm gelişmelere ve maddi ilerlemeye rağmen bu saadeti elde edemediler. Bu anlattığım batı dünyasının ilk oluşumunda ger- çekleşmişti. Günümüzde ise batının attığı adımlar geçmişe nazaran daha tehlike arz etmektedir. Batı düşüncesi kendi dışındakiler ile olan ilişkilerinde çifte standart uyguladığını görmekteyiz. Batı kendi milleti ve kendi projeleri dışında başkaları için herhangi bir mutluluğu veya kazanımı arzu etmiyor. Bilakis bugün batı dünyası ne gariptir ki demokrasi ve hürriyet gibi inandığı en temel değerlere karşı savaşmakta ve bu değerleri ifade eden her şey ile mücadele ederek insanoğlunun varabileceği en alçak seviyeye inmiştir. Bu alanda batılı güçler ahireti, ruhu ve maneviyatı ilgilendiren değerlere karşı birçok yöntemle mücadele etmektedir.

prof-dr-ali-muhyiddin-karadagi-ile-roportaj-10İslam dinine incelediğimizde ise, hem dünya hem ahiret mutluluğunu kapsayan, maddi boşluğu doldurduğu gibi manevi boşluğu da dolduran bir projeye sahip olduğunu görüyoruz. Batılı aşırıcı akımlar, Siyonistler ve Haçlılar, İslam’ın hakikat ve sağlam fıtratının ortaya çıkmaması ve sahayı kuşatmaması için onunla sürekli savaş halindedir. İslam âlemindeki tüm bu çatışmalar, ortaya çıkartılan DAİŞ, El-Kaide, Gülen hareketi gibi aşırı yapılar, İslam hakikatinin ortaya çıkmaması ve olan boşluğu dolduracak bir alternatif olmaması için, bu güçler tarafından oluşturulmuştur.

İslam âlemine baktığımızda büyük çelişkiler görmekteyiz. Gruplar cemaatler veya hareketlerin çoğu Allah, Peygamber ve Kur’an diyor. Ama her biri diğerini tekfir edebiliyor veya ona karşı pozisyon alabiliyor. Ölçü ne olmalıdır? İslam âleminin vahdeti hangi ölçüler çerçevesinde sağlanabilir?

Şüphesiz ki günümüzde İslam ümmetini yaralayan en büyük sorun, Müslümanların birbirlerine karşı faaliyetlerde bulunmaları, birbirleriyle savaşmaları, birbirlerini öldürmeye teşebbüs etmeleri ve belki de DAİŞ, El-Kaide vb. örgütlerin yaptıkları gibi birbirlerini öldürmeleridir. Bu aşırı grupların Müslüman’ı öldürmekle Cennet’e gireceklerini düşünmeleri İslami bir anlayış olarak öne sürülmesi kabul edilemez. Nitekim İslam’a göre Müslüman veya gayrimüslim olsun, masum insanları, çocukları, kadınları ve yaşlıları öldürmek Allah’ın (c.c) rızasını kazanmaya sebep olur diye bir şey söz konusu dahi olamaz. İslam’la bağdaşmayan bu fikri karışıklık bir beyin yıkamasından ibarettir. Günümüzde İslam adına ortaya çıkartılan aşırı gruplar yabancı ülkeler ve bölgesel devletlerin, çıkarlarını gerçekleştirmek, İslam âlemini parçalara ayırmak ve yıkıcı bir kaos ortamı oluşturmak için ortaya attıkları sun’i yapılardır. Sykes-Picot anlaşmasından 100 yıl sonra bu güçler parçalanmış olan İslam Ümmetini daha derinden parçalamayı hedeflemektedirler. Bu hedefin gerçekleşmesi ise sadece “yapıcı kaos ortamı” diye isimlendirdikleri bu projeleriyle mümkün olacaktır. Batılı güçler İsrail’in güvenliğinin sağ- lanması için uğraş vermektedirler. Son beş – altı yıla baktığımız zaman İsrail de hiçbir şekilde bir sorun ve sıkıntının olmadığını görmekteyiz. Bununla beraber İslam ümmeti İsrail sorununu ve Filistin meselesini maalesef düşünmemekte ve dert edinmemektedir.

Batılı ve Siyonist proje; İslam âlemi ve Arap âleminin parçalanmış olan bölgelerinin daha da parçalanması, İsrail’in güvenliğinin sağlanması ve bununla beraber İran’ın yayılımcı politikasını devam ettirmesidir. Buna bir örnek olarak Suriye’de İran’ın Esed rejimi ile birlikte DAİŞ’in oluşmasın da büyük bir çaba sarf etmesini gösterebiliriz. İslam ülkeleri gün geçtikçe parçalanıyor ama İsrail gittikçe güvenliğini daha da sağlamlaştırıyor ve İran yayılımcı politikasını sürdürüyor. Yüz yıl önce Skyes-Picot anlaşması ile batının amacı toplulukları prof-dr-ali-muhyiddin-karadagi-ile-roportaj-11birbirine vurdurmaktı. Yani o zaman ki proje milletlerin ve toplulukların birbirine kırdırılmasıydı, tam yüz yıl sonra ise batının yeni projesi Müslüman toplulukları ve Müslüman grupları, yani İslamcıları birbirine vurdurmak ve kırdırmaktır. Bundan dolayı İslam ve Müslümanların dünyada bir rol almasını istiyorsak tüm bu projeleri ortaya çıkartıp onları rezil ettikten sonra Allah’ın (c.c) Kur’an-ı Kerim ve Nebevi Sünnette belirtmiş olduğu orta yollu mutedil İslam’ın programını öğrenip insanlığa açıklamamız gerekmektedir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen, hayır için, iyilikleri gerçekleştirmek, güzellikleri ve refahı insanlığa sunmak için gelen bu din nasıl olurda şerri gerçekleştirmek, kötülükleri, darlığı ve fakirliği insanlığa dayatmak için gönderilmiş olsun ki? Konuyla alakalı âlimlerin, düşünürlerin, ihlaslı kimselerin ve cemaatlerin birleşerek bu büyük sorunu halletmeye yönelik adımlar atması gerekir.

İfrat ve tefrite kaçan DAİŞ, El-Kaide, Gülen hareketi ve bazı cihatçı(!) hareketler gibi İslam adı altında çıkan hareketleri incelediğimiz zaman bu yapıların İslam düşmanları tarafından kuşatılmış ve adam yerleştirilmiş yapılar olduğu kanaatine varıyorum. Elimizde bulunan belgeler net bir şekilde bizlere DAİŞ’in kurulmasında ve El-Kaide’nin desteklenmesinde ABD’nin ciddi bir etkisinin olduğunu ve bizzat işin içine girdiğini göstermektedir. Irak’ta İslam Partisinin başkanı olan Tarık el-Haşimi’nin anlatmış olduğu basit bir örneği sizlerle paylaşmak istiyorum: “Irak ve Basra’da binlerce Sünni genç tutuklanır ve cezaevlerine konulurdu. Bu gençler cezaevlerinde çok rahat bir şekilde bazı kişiler tarafından yanlış ve aşırı fikirlerle yetiştirilirlerdi. (Hatta DAİŞ’in şu anki sözde lideri olan Ebu Bekir el-Bağdadi de bu hapishanelerde yetişip sonrasında salıverilenlerden biridir.) DAİŞ’in olmadığı dönemde ise bu gençler el-Kaide tarafından bozuk ve aşırı fikirlerle zehirleniyorlardı. Bizler bu riski zamanın Irak’ta ki Amerikan kuvvetlerinin komutanı L. Paul Bremer’e ilettiğimiz halde hiçbir şekilde bizlere cevap vermedi. Bu gençlerin sözde eğitimleri tamamlandıktan sonra cezaevlerine baskın düzenlenmiş bahanesi ile bu gençlerin hepsi çıkarılıp serbest bırakılarak bu aşırı gruplar oluşturuldu.’’ Sizler Gülen cemaatinin ABD ve Vatikan ile olan bağlantılarını zaten bilmektesiniz.

Türkiye’de 15 Temmuzda yapılan askeri darbe girişimi üzerine değerlendirmelerinizi özel olarak almak istiyorum. Askeri darbeye karşı karşıt tutumunuz biliniyor. Sizce neden darbe yapılmak istendi, darbecilerin ve işbirlikçilerin hedefleri nelerdi?

İster Türkiye de gerçekleştirilmek istenen darbe olsun, ister Mısır da askeri cunta tarafından gerçekleşen Sisi darbesi veya Yemen de gerçekleşen Husi darbesi olsun hepsine karşı tutumumuz bellidir. Âlimler Birliği olarak yapılan tüm bu darbeler ve Türkiye’deki darbe girişimini hem yasal olarak hem de Âlimler birliği olarak kabul etmemekte ve kınamaktayız. Çünkü bu darbelerin tümü yasal olan ve halk tarafından seçilen hükümetlere karşı yapılmıştır. Şer’an yasal olarak yönetime gelen bir hükümete ve başkana karşı çıkmak caiz değildir. Bu zulüm, haddini aşma ve düşmanlık olarak isimlendirilir.

prof-dr-ali-muhyiddin-karadagi-ile-roportaj-8Türkiye de ki darbe girişimi ise çok daha tehlikeliydi. Kanaatimce bu sadece bir darbe girişimi değil bilakis Türkiye’yi parçalamaya, yok etmeye ve yıkıcı bir kaos ortamı oluşturmaya yönelik bir girişimdi. Darbe girişiminin başlangıcında TBMM bombalandı. Nasıl olurda halkın parasıyla alınan uçaklar halkın meclisini bombalayıp sokaktaki halkına doğru silah doğrultarak masum insanları katleder? Bu darbe girişiminin hainler tarafından yapıldığı ve Allah’ın (c.c) dinine muhalif olduğu apaçık bir şekilde bellidir.

Müslüman Âlimler Birliğinin Genel Sekreteri olmanız hasebiyle sizce İslam ümmetinin en önemli sorunları ve çözüm önerileri hakkında düşünceleriniz nelerdir?

İslam âlemi bugün tarihten bu yana en kritik bir durumu yaşamaktadır. Günümüzdeki en büyük sorun aslında Müslümanların aralarında ki ihtilaflardan ziyade İslami cemaatlerin birbirlerine karşı gerçekleştirdikleri büyük ihtilaflardır. Yüz yıl öncesine, yani 20. yüzyılın başlarına baktığımız zaman Müslümanların milliyetçilik gibi ulusal etkenlerden ötürü birbirlerini vurduklarını ve nitekim Osmanlı devletinin de bu sorunlardan dolayı yıkıldığını görmekteyiz. 21. asırda ise İslamcıların birbirlerini vurduklarını görüyoruz. Yakın bir örnek olarak Mısır’a baktığımız zaman İhvan-ı Müslim’in ve meşru hükümetin, Nur Partisi (Selefi), Ezher Şeyhleri ve Fetva Kurulu tarafından darbeye uğratıldığını görüyoruz. Türkiye’de ise aynı şekilde meşru hükümete sözde İslamcılar tarafından darbe girişiminde bulunulduğunu gördük. Aslında Müslümanların Müslümanlara saldırması daha da tehlikelidir. Bu darbe kendiliğinden yanlışlıkla gerçekleşen bir darbe değildir. Son dönemde gördüklerimiz 30- 40 yıldan bu yana İslamcıların birbirlerini kendi saflarında boğmaları için batılı güçlerin gösterdikleri gayret ve çabaların birer neticesidir. İşte bu acısını çektiğimiz en büyük sorundur.

prof-dr-ali-muhyiddin-karadagi-ile-roportaj-9Aslında tüm bunlar düşmanlarımızın ürettiği sorunlardır ve bizler de maalesef bunları uyguluyoruz. Bu sorunların üretiminde özellikle Siyonistler, haçlılar ve daha genel bir ifade ile batılı teorisyen ve siyasetçilerin, İslam âlemini işgal edip ele geçirme noktasında belirgin rolleri vardır. Bunlar, İslam’ı ve Müslümanları rahat bırakıp müdahale etmeseler İslam’ın tüm âleme yayılacağını hakkıyla bilmektedirler. İşte bu bilinçte oldukları için sürekli Müslümanlar arasında sıkıntılar oluşturuyorlar. Tüm mücadele ve savaşları fıtrata uygun olan mutedil (orta yollu) İslam’a karşıdır. İslam dini insan fıtratına uygun bir dindir. Eğer İslam’ın önüne bir engel konulmazsa tüm dünyada yayılır. İşte bundan dolayı Batılılar özellikle Müslüman olmayan kesimler olmak üzere gerçek fıtrata uygun olan İslam dini ile insanların arasında nice engeller oluşturmaya çalışıyorlar. Bu engelleri de İslam âleminde İslamofobi stratejisi ve aşırı radikal olan örgütleri oluşturarak gerçekleş- tirmeye çalışıyorlar. Bu yapılar sayesinde sadece İslam’ın değil Türklerin, Kürtlerin ve Araplarında itibarını bozup lekeliyorlar. Onun için bizler İslam’ın mutedil olan yorumuna ve metoduna ciddi manada sarılmalıyız ki Allah’ın (c.c) seçmiş olduğu seçkin ve muhteşem İslam’a sahip olalım. Onun için gerek âlim gerek aydın (düşünür) ve gerekse de ilim talebeleri olarak bizlerin ciddi sorumluluğu vardır. Bu sorumlulukta, İslam’ı doğru bir şekilde anlayıp İslam’ın aydınlatıcı ve muhteşem olma yönünü olduğu gibi diğer insanlara aktarmaktır.

Dünya Müslüman Âlimler Birliği olarak tek amacımız da bu sorunun çözümü için ihlaslı İslami Cemaatleri en azından aynı söz üzerine birleştirmektir. Buna yönelik 2014’te ‘İslam Ümmetini kalkındırma’ projesini oluşturduk. Bu konuda çalışmalar yaptık ve alt başlık olarak da 20’ye yakın alternatifler belirledik. Fakat bu projenin uygulamaya koyulması basit bir şey değildir. Allah (c.c)’tan bu konuda bizlere yardım etmesini diliyoruz.

Batılı güçleri birlikte hareket etmeye iten faktörler nelerdir? Müslümanlar arasında da ekonomik işbirliği olursa birleşmeleri, bütünleşmeleri kolay olmaz mı?

prof-dr-ali-muhyiddin-karadagi-ile-roportaj-7Batılı güçleri beraber hareket etmeye iten 3 temel faktör mevcuttur. Bunlar; siyasi, ekonomik ve dini faktörlerdir. Sahada bu üç etken de birbirini destekliyor. Yani batılılar misyonerlik faaliyetlerine destek verirken aynı zamanda siyasi ve ekonomik olarak da sömürge planlarını uygulamaya çalışıyorlar. İslam âleminde ise ekonomik birliktelikten önce özgürlük ortamının sağlanması daha önemlidir. Müslümanları birleştiren ve birlik ortamını sağlayan temel altyapı özgürlük ve eşitlik ortamıdır. Biz bunu Arap baharı sürecinde net olarak gördük. Nitekim batıda Ortodoks ve Katolikler 400 yıl boyunca, toplumlar ise yüz yıllar boyunca birbirleriyle savaştılar. Onları ekonomik çıkarlar birleştirmedi. Aslında ne zaman ki insani, siyasi ve dini yönden özgürlük ve hürriyet kapsamında geleceği belirlemek için temel bir sistem oluşturuldu, batılılar arasında onlar açısından bir birlik oluşabildi. Özetle İslam âlemi de özgürlük ortamında bunun altyapısını oluşturabilir.

Yaşadığımız coğrafyada dört ülkeye bölünmüş Kürt halkının genel olarak sorunları, sorunlarının kaynaklandığı temel nedenler ve bu sorunların çözümleri nelerdir?

prof-dr-ali-muhyiddin-karadagi-ile-roportaj-4Kürt halkının tarihi süreç içerisinde gerek Selahaddin-i Eyyubi olsun gerekse de farklı büyük âlimler olsun diğer halklar gibi İslam’a ve Müslümanlara birçok faydası ve hizmeti olmuştur. Aynı zamanda Kürt halkı Osmanlı’nın İslam birliğini sağlayacak önemli bir parçasıydı. Yaklaşık yüz yıl önce resmiyette İngiltere ve Fransa dışişleri bakanlarının yapmış olduğu ama aslında Rusya’nın da desteklediği Skyes-Picot anlaşması ile 1916 yılında hasta adam olarak nitelenen Osmanlı hilafeti parçalandı ve paylaşıldı. Bu paylaşımın sonucunda Osmanlı’nın bir eyaleti olan Kürdistan bölgesi de bazı ülkeler arasında dört parçaya bölündü. Bundan dolayı biz Laik Kürtlere diyoruz ki; Kürdistan’ı parçalayan Müslümanlar değildir. Kürdistan’ı parçalayanlar Fransızlar, İngilizler ve Ruslardır. Kürdistan bölgesi bu şekilde parçalandığında bu devletlerde ciddi manada ırkçı bir milliyetçilik akımı vardı. Kürtler başlangıçta Arapların Arap milliyetçiliği veya bazı Türklerin yapmış olduğu Turancılık fikri gibi milliyetçilik anlayışlarını benimsemediler.

Kürdistan’ın bölüşüldüğü Irak, Suriye, Türkiye ve İran ülkelerinde yönetimi ele geçiren kadrolar milliyetçi bir anlayışa sahip oldukları için İslam dinine büyük hizmetler yapmış olan Kürt halkının doğal haklarını kabul etmediler ve bu hakları onlardan esirgediler. Kanaatimce eğer bu ülkeler İslam’ın kapsayıcılık anlayışına sahip olsalardı veya İslami olmasa bile normal bir vatanperverlik anlayışına sahip olsalardı, Kürtler ile Türk, Arap veya Farisi kardeşleri arasında bu tür sıkıntılar yaşanmazdı.

Bilindiği gibi bu ülkede merhum Turgut Özal dönemi ve daha sonrasında Ak Parti ve Erdoğan’ın liderliğine kadar Kürtçe dilinin yanı sıra Kürt kültürü bile kabul edilmiyordu.

Irak’a baktığımızda da benzer bir durumla karşı karşıyayız. Irak Arap birliğinin bir parçası kabul ediliyordu fakat Iraktaki Kürtler için bir hak ve hukuk söz konusu değildi ve orada ki Kürtler Irak devletinin mensubu sayılmıyordu.

Suriye’de Baas rejimi ise Kürtlerin varlığını bile kabul etmeyip Kürtlere göçmen ve mülteci muamelesi yapıyordu. Daha önce vatandaşlığı olan 700.000’e yakın Kürt vatandaşın vatandaşlık hakkını bile geri almıştı.

İran’daki Kürtlere baktığımızda ise onların iki sorunla karşı karşıya olduğunu görüyoruz. Bu sorunların birincisi milliyetçilik diğeri ise mezhepçilik sorunuydu.

prof-dr-ali-muhyiddin-karadagi-ile-roportaj-5Yani Kürt sorununun alevlenmesinde ve büyüyüp artmasında bizzat bu ülkelerin belirgin bir rolü vardır. Bu sorunun temel çözümü ise adalet ve eşitliktir. Kur’an-ı Kerim’de de yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.’ (Hucurat, 13)

Bu konu ile ilgili batılı yazarlardan okuduğum bir anıyı aktarmak istiyorum. Ortadoğu’da yakından tanınan İngiliz Ms. Gertrude Bell: ‘‘İngiliz ordusu olarak İslam âlemine geldiğimiz zaman Kürtlere hak verme gibi bir planımız ve düşüncemiz yoktu.’’ Özelde bu yazarın, genelde ise İngilizlerin bu yaklaşımı iki sebeple açıklanıyor:

Birincisi: Kürtlerin, Selahaddin-i Eyyubi’nin askerleri ile aldığı zaferler ve Mescid-i Aksa’yı özgürlüğüne kavuşturup haçlıları yenilgiye uğratmalarıyla dolup taşan tarihi süreçleri bir neden olarak görülüyor.

İkincisi: Ortadoğu’da Araplar, Türkler, Kürtler ve Farisiler olmak üzere dört temel halk bulunmaktadır. Hedefleri bu halkları sürekli birbirleriyle mücadeleye sevk etmek ve Kürtleri dört parçaya bölerek bu ülkelerde iç sorun çıkarıp kaos ve huzursuzluk yaşatmaktı. Huzursuzluk ortamında ki bu halklar ve bölünmüş olan Kürt halkı sürekli batılılara muhtaç olacak ve batılılar da bunları yöneteceklerdi.

İslam dünyasının genelinde bir oyun oynandığını söylediniz. Özellikle Kürtlerin yaşadığı bölgede Kürtlerin dört parçaya bölünmesi üzerine bir oyun oynandı. Gerek Türk gerek Kürt birer şahsiyet olarak Kürt sorunu konusunda yapmamız gerekenler hususunda tavsiyeleriniz nelerdir?

Bu konuda iki tane temel ölçümüz olması gerekmektedir:

Birincisi: Peygamberimiz’in (s.a.s.) ve Müslümanların İslam dini tarafından terbiye edildiği adalet ve eşitlik değerleridir. Yani birisi için istediğimizi bir diğeri içinde istemeliyiz. Veya birinden esirgediğimizi diğerinden de esirgemeliyiz.

İkincisi: Bakış açısı ve konum olarak çifte standartlı davranmamalıyız. Örneğin bizler batılıları Müslümanlara karşı çifte standart uyguladıklarını söylemekle eleştiriyoruz. Yani onlar kendileri için istediklerini bizler için istemiyorlar. Ama maalesef bizlerde birbirimize karşı çifte standart uyguluyoruz. Bizde kendimiz için istediğimiz şeyleri Müslüman kardeşimiz için istemiyoruz.

prof-dr-ali-muhyiddin-karadagi-ile-roportaj-6Peygamberimiz döneminde bir Müslüman ve bir Yahudi arasında bir husus yaşanıyor. Resulullah (sav) hakemlik yapıyor fakat bu hakemliğinde içinden biraz Müslüman’a meylediyor. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim’de bu durumu düzeltmeye yönelik ilk ayetinin meali ‘’Hainlere tarafgirlik yapma’’ olmak üzere 12 ayet nazil oluyor. Peygamberimiz zamanında gerçekleşen Yahudi kıssası en başta peygamberimizi ve biz Müslümanları eğiten önemli bir husustur. Yani bizim aynı durumda eşit davranmamız ve çifte standartlık yapmamamız gerekiyor.

1987 yılında İngiltere’de bir konferansta bu hususu Arap kardeşlerimize anlattığım zaman program bitişinde bir hoca bana gelerek ‘senin anlattıklarının hepsini bende söylüyorum ama ben söyleyince onaylamıyorlar sen söyleyince ise onayladılar’ dedi. Bende ona ‘Ey kardeşim bizler eğer ihlaslı bir şekilde hiçbir ırkçı tutum sergilemeden, Kur’an ve Sünnet ışığında konuşup sorunlara çözüm üretirsek insanlar buna boyun eğip kabul ederler. Bizim bu kültürü önce kendi aramızda sonra diğer toplulukların içinde yaymamız ve uygulamamız gerekmektedir.

Dergimizin takipçileri genel olarak gençlerdir. Elhamdülillah söz konusu gençlerin doğru fikirlere sahip olduğu inancındayız, fakat uygulamada sıkıntı yaşıyoruz. Gençlere yönelik bu konuda ki tavsiye ve önerileriniz nelerdir?

Allah’ın takvası, ihlâs ve manevi dinamiklerden sonra kardeşlerimize en önemli tavsiyemiz ilmi, sosyal ve kültürel alanda kişiliklerini iyi bir şekilde oluşturmalarıdır. Her bir genç kardeşimizin ileriye yönelik bazı stratejik hedefler belirlemesi gerekmektedir. Ve her biri belirli bir alanda belirginleşecek ve sembol hale gelecek şekilde kendini yetiştirip dünya düzeyinde tanınan öncü bir şahsiyet ve aydın bir kişilik haline gelmelidir.

Çağımız ilim, düşünce ve üretim yani buluş çağıdır. Günümüzde ümmetler ve topluluklar ilmi ve teknik açıdan yeni buluşlar ve çağdaş yöntemlerle ilerleyip gelişmektedir. Tüm bu alanlar şahısların toplumlarına, dinlerine ve ümmete faydalı olmasını ve hizmet etmesini sağlamaktadır.

Dünya üzerinde bir örnek olarak Yahudileri verebiliriz. Dünyada Yahudi nüfusu 16 milyondur. Fakat Yahudilerin dünyayı yönettiklerini görüyoruz. Bu konuda Yahudiler 3 önemli alanda ileride olmaları nedeniyle dünyayı yönetmektedirler.

prof-dr-ali-muhyiddin-karadagi-ile-roportaj-2Bunlar;
1. Bilim ve Teknoloji
2. Sermaye ve Ekonomi
3. Basın ve Medya

Örneğin Yahudiler Osmanlı döneminde Sultan Abdülhamit’i ve Osmanlının fikirlerini T. Hertzel’in yaptığı para teklifiyle satın almak istediler ama Sultan Abdülhamit Han (r.a) bunu kabul etmedi. Daha sonra Yahudiler İngiltere’nin gelecekte önemli bir rol oynayacağını öngörerek oraya ekonomik olarak yatırım yaptılar. Bunun sonucunda da 1817’de Balfour Deklarasyonu’nu İngiltere kabul etti. İngiltere’den sonra da ilerde hüküm sürecek bir güç olarak Amerika’yı gördüler ve Amerika’ya yatırım yaptılar. Atom bombasının bilgi ve sırlarını Amerika ile paylaştılar. Yahudiler bu imkânları haksızlıkta ve batıl bir yolda harcı- yorlar. Fakat bizlerin bu bilgi ve birikimleri elde ederek İslam’ın yolunda ve halklarımızın menfaati konusunda harcamamız gerekiyor.

Kur’an-ı Kerim çok açık bir şekilde Ümmet olarak mücadele ettiğimiz diğer milletleri ve toplulukları geride bırakıp yarışı kazanmamız için hayatın tüm alanlarında onlardan önde olmamız gerektiğini vurgulamaktadır. Kur’an-ı Kerim’de Mülk suresinin ilk ayetlerine yüce Allah’ın kâinattaki hükümranlığı, ölümü ve hayatı niçin yarattığına dair hikmetler açıklanırken tüm bunlar hangimizin daha iyi işler yapacağı içindir diyor. Bazı tefsir âlimleri burada ki ameli dar bir çerçevede sadece namaz vb. ibadetlerden ibaret olarak algılamışlardır. Fakat bu yanlış bir yorumdur. Ayetteki amelden kasıt sadece dini ibadetler değildir. Aslında bu maddi ve manevi dünyada ki üretim, ekonomi vb. tüm işleri kapsıyor.

Dolayısıyla ayetin burada ifade ettiği husus biz Müslümanların bugünün dünden, yarınının da bugünden daha iyi ve ileride olmasıdır.

prof-dr-ali-muhyiddin-karadagi-ile-roportaj-1Bunu da dinamik, yenilikçi ve stratejik akıllara sahip olarak gerçekleştirebiliriz. Rakiplerimizden daha iyi olmamızı vurgulayan ifade Kur’an-ı Kerim’de 20 ayette geçmektedir. Devam etmek ve zirvede kalmak iyi olanlar için değildir bilakis en iyi olanlar içindir.

Kur’an-ı Kerim’in bu parolasını batılılar 1980’den sonra yani 4. nesille birlikte en iyi senaryo adıyla uyguladılar ve yükseldiler. Onlar iyi ile yetinmiyorlar beklide en iyisini hedefliyorlardı. 80’li yıllardan itibaren batı her zaman bir işte en iyi olmak ve en iyi olmaya yönelik değişime de sahip olmak gerektiğini vurgulamıştır. Örneğin Nokıa şirketi bir dönem telefon alanında dünyada en iyi şirket haline geldi. 10 milyar doların üzerinde bir servete sahip oldu. Fakat kendi sistemini geliştirmediği ve sürdüremediği için Samsung ve Iphone gibi şirketler onu geride bıraktı ve şuan çok basit bir sermayeye sahip oldu.

Gençlere diğer bir tavsiyemde okul dersleri ile yetinmeme hususudur. Çünkü üniversite ve okullar sadece birer anahtar görevi görmektedirler. Sizlerin farklı alanlarda derin okumalar yapmanız gerekmektedir. En basitinden telefonunuzda ki Google’dan dahi birçok şey öğrenebilirsiniz. Örneğin ben Mısır’da yüksek lisans ve doktora döneminde tezimi hazırlarken 5 yıl zaman aralığında yaklaşık 7 bin sayfa yazı yazdım. O dönemde bilgi edinmek için fotokopi nadir bulunurdu. Almak istediğimiz bir yazıyı başka bir sayfaya yazarak elde ediyorduk. Hâlbuki o günlerde 5 yılda yazdığım 7 bin sayfayı günümüzde 6 ayda rahat bir şekilde yazabiliriz. Ayette de ifade edildiği gibi ‘O gün sizlere verilen nimetlerden hesaba çekileceksiniz.’ (Tekasür, 8)

Son olarak, İslam âlemindeki tüm sorunlarımıza rağmen ümmetin geleceğini nasıl öngö- rüyorsunuz?

prof-dr-ali-muhyiddin-karadagi-ile-roportaj-3Tüm bu kaos ortamına rağmen sizlere bir müjde vermek istiyorum; 80 yıl önce, özellikle Hilafetin yıkılmasından bu yana İslam kendisiyle çarpışı- lan bir güç değildi, bilakis emperyalist güçler İslam Ümmeti üzerine çarpışıyorlardı. Fakat bugün İslam kendisiyle çarpışılan bir güç haline geldi. Tüm dünya güçleri İslam’a karşı çarpışıyor ve bu konuda kesin bir kanaate sahibim ki çok yakında zafer İslam’ın olacaktır. Bizim bu öngörümüz gerçekleşmesi çok uzak olan bir öngörü değildir. Çünkü Arap baharı dönemine baktığımız zaman neredeyse bu söylediğimiz zafer bir sene zarfında gerçekleşiyordu. Tunus’ta Binali rejimi, Libya’da Kaddafi rejimi, Mısırda Mübarek rejimi yıkıldı. Suriye ve Yemen de halk ayaklanmaları oldu. Hatta Fas’ta Kral 6. Muhammed akıllıca davranıp anayasada bazı değişiklikler yaparak baharın önünü kapattı. Aslında baktığımız zaman Ortadoğu’da Müslümanların bir birlikteliği olsaydı hazır olan Türkiye’nin yanı sıra Malezya ve Endonezya gibi ülkelerde bu birlikteliğe katılarak büyük bir İslam birliği sağlanırdı. Fransız devrimi 80 yıllık bir süre zarfında zafere ulaştı. Ben önümüzde ki 10 sene içinde yeni bir bakış açısıyla, yeni bir akılla ve hikmetli bir şekilde Arap baharı dediğimiz devrimlerin, Müslüman toplulukların İslam düş- manlarının oyununa gelmeden başarıya ulaşacaklarına inanıyorum. Bu anlattıklarım İslam âlemindeki kaosun yanı sıra müjdelerle dolu olan İslam Ümmetine yönelik genel bir yaklaşımımdır.

Prof. Dr. Ali Muhyiddin KARADAĞİ ile Röportaj

Ekrem Özgüç

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?