Sizi tanıyabilir miyiz, bize kendinizden bahseder misiniz?


İsmim Tülay Gökçimen. Yaklaşık yirmi yıldır medya sektörü içerisinde bulunmaktayım. Evliyim, iki çocuk annesiyim. Son 13-14 yıldır da savaş, çatışma, işgal afet ve yokluk bölgelerinde, belgeseller çekmeye çalışıyorum. İslam coğrafyalarında yaşanan hak ihlallerini tüm dünyaya duyurmaya çalışıyorum. Bu coğrafyalarda belgesel çekmenin bize verdiği bir görev de insani yardım oldu. Ben kendimi bildim bileli insani yardım konularında bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Özellikle Suriye savaşının da şiddetli bir şekilde hemen yanı başımızda cereyan etmesi sebebiyle pek çok mülteci kampında çalışmalar yapmaya başladık. Özellikle kadın ve çocuklara yönelik, insani yardımlar yapmakla daha çok ilgileniyorum diyebilirim.

Ayrıca sanırım Beyoğlu Gençlik Merkezinde gençlere sinema dersi veriyorsunuz.
Şöyle; biz ‘Human Movie Team’ olarak ve ben kendim de belgeselci Tülay olarak elimden geldiği kadar bu mesleği gençlere öğretmek için toplandığımız her yerde yapıyoruz bunu. Medya eğitimini, farklı yerlerde farklı coğrafyalarda da yapıyoruz. Beyoğlu Gençlik Merkezinde 8 hafta süren bir medya eğitimi verdik. Şu anda ‘Human Movie Team’ olarak Gençlik ve Spor Bakanlığı sağ olsun orada ders yapmak istediğimizde sınıfları, toplantı odalarını, binayı kullanabiliyoruz.

Kudüs meselesinde dünya oldukça sessiz kalıyor, en azından tepki konusunda Türkiye’nin biraz daha önde olduğunu düşünüyoruz. Kudüs tarafında da bu böyle mi, Filistinlilere sesimiz ulaşıyor mu?
Türkiye’de tabiri caiz ise bardak kırılsa Filistinlilerin haberi olur. Filistinlilerin Türk ve Türkiye sevgisini artık bütün dünya biliyor. Cumhurbaşkanımızın “one minute” çıkışı, Mavi Marmara Gemisi, son birkaç yıldır sayıları oldukça fazlalaşan Kudüs ziyaretleri, bizi onlara daha da yakınlaştıran ve onlara bir ses olmaya çalıştığımızın kanıtı olaylar. Filistinliler Türkiye’yi bir anne gibi görüyor, kendilerini de o annenin evlatları… Onlar için yapmaya çalıştıklarımızın da farkındalar… Aslında Filistin hassasiyeti tüm dünyada var. Farklı dillerden pek çok kişi bireysel olarak Filistin’in sesini duyurmaya çalışıyor. Bu bireysel sesler/tepkiler çok ses getirmiyor. Ama Türkiye’de Filistin hassasiyeti çok yüksek noktada olduğundan (bu farkındalığa da çok kolay ulaşmadık) sesimizi onlara duyurabildiğimizi düşünüyorum.

Kudüs halkı İsrail tarafından göçe zorlanıyor, Müslüman ailelerin evleri ellerinden zorla alınıp buralara Yahudi yerleşimciler yerleştiriliyor. İsrail meşru olmayan bu işgali neye dayanarak yapmaktadır? Uluslararası yasalara ve anlaşmalara rağmen bu işgaller neden sonlandırılamamaktadır?

Kudüs’te Filistinlilerin yaşadıkları, doğdukları, çocuklarını, torunlarını büyüttükleri mülkiyeti kendi üzerlerine olan evleri, elli yıldan daha uzun bir süredir İsrail Mahkemeleri’nin verdiği hukuksuz kararlar ile yıkılıyor. İsrail İşgal güçleri, İsrail Mahkemeleri’nden aldıkları güçle işgal altındaki Kudüs’ü Yahudileştirme ve orada yaşayan Müslümanları etkisizleştirme ve göçe zorlama düşüncesiyle yıllardır Filistinlilerin evlerini yıkıyor. Ve bu yıkımı çoğu zaman ev sahiplerinin eliyle yaptırıyor. Karara uymayanlara yüklü para cezaları veriyor, hapsediyor veya hayatı onlara yaşanmaz kılıyor. Filistinli kaynaklar, Doğu Kudüs’te 1967’deki savaştan bu yana Filistinlilere ait 5 binden fazla evin İsrail güçleri tarafından yıkıldığını belirtiyor. Doğu Kudüs’te Filistinlilere imar izni konusunda zorluk çıkaran ve Filistinlilerin yaptığı başvuruların tamamına yakınını reddeden İsrail makamları, Filistinlilere ait binlerce evi ruhsatsız olduğu iddiasıyla yıkma tehdidinde bulunuyor. BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’nin (OCHA) raporuna göre, İsrail makamları 2020’nin başından bu yana Doğu Kudüs’te 90 evi ruhsatsız olduğu gerekçesiyle yıktı. Buna göre yüzü aşkın Filistinli de evsiz kaldı. İsrail’e bağlı belediyenin söz konusu uygulamasının hukuki dayanağı olmadığını ifade eden Filistinliler, bunun “İsrail’in yıldırma ve şehri Yahudileştirme politikalarının parçası” olduğunu belirtiyor.

Kudüs, şehirlerin çiçeği… Filistin’in başkenti… Hatta “Dünya bir ülke olsaydı başkenti neresi olurdu?” sorusunun cevabı yine “Kudüs” olurdu. Kudüs üzerine çalışma yapan herkes, yıllardır orada İsrail’in önce gizli olarak, sonra açıktan açığa yaptığı pek çok keyfi uygulamaları, her platformda dile getirmeye çalıştı. Ama maalesef pek çoğu bu sesi duymadı. İsrail, sistematik bir şekilde Kudüs halkına saldırılar, ev yıkımları, ilhak çalışmaları, Aksa’nın altından Süleyman Mabedi çıkarma hayalleri ve en tehlikelisi ilk kıblemiz Mescid-i Aksa’yı tıpkı El Halil Cami’nde yaptığı gibi Müslümanlar ve Yahudiler arasında zamansal ve mekânsal bölme planı gibi uygulamalar yapmaktadır. Bütün bunları, dünyanın gözünün içine baka baka yapıyor İsrail. Ben Gurion’un: “Kudüssüz İsrail’in hiçbir değeri yoktur. Cebel-i Heykelsiz (Mescid-i Aksa) Kudüs’ün de hiçbir değeri olamaz.” sözünden hareketle Siyonist fanatik Yahudiler, 1948’den beri Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa’nın egemenliğini ele geçirmek için çalışıyorlar. Bu hedeflerinin gerçekleşmesi için birçok aşırılıklar yapıyorlar, Mescid-i Aksa’yı yakarak, yıkarak ya da havaya uçurarak yok etme teşebbüslerinde bulunuyorlar, asırlardır mescidin sahipliğini yapan Müslümanlara yönelik aşırı güç kullanarak mescit içinde bile katliam gerçekleştiriyorlar. İsrail, Müslümanların İslamî kimliklerini değiştirerek onları Yahudileştirmek için türlü yöntemler deniyor. Kısacası 73 yıldır Siyonistlerin, Mescid-i Aksa’nın egemenliğine, mevcudiyetine, sahiplerine ve kimliğine yönelik saldırıları devam ediyor. İsrail terör devleti, fanatik Yahudilerin taleplerini yerine getirmek için birçok gerginliğin yaşanmasına izin veriyor. Ancak süreci yönetemeyince “Statükoya bağlıyız” açıklamasında bulunurken, diğer taraftan imaj kaygısıyla “İsrail hukuk devletidir. İnançlara saygılıdır. İsrail’de her din müntesipleri için ibadet hürriyeti vardır.” gibi beyanatlardan da çekinmiyorlar.1948’den günümüze kadar gelinen süreçteki gelişmeleri incelediğimizde şunu görürüz: İsrail’in Mescid-i Aksa ve Kudüs’ün hâkimiyetini ele geçirmek için attığı adımlar, Filistinlilerin yaşamını dayanılmaz boyutlara taşımıştır. İsrail askerleri, Filistinli Müslümanları Mescid-i Aksa ve Eski Şehir surlarının kapıları başta olmak üzere her yerde gayri insani bir şekilde arayabiliyor, mescide yahut Eski Şehir’e giriş çıkışlarına kısıtlamalar getirebiliyor. İsrail askerleri, Filistinli Müslümanların evlerini yıkıyor yahut sakinlerini evlerinden çıkararak Yahudi ailelere teslim etmek üzere evlerini gasp ediyorlar. Bu durum Filistinlilerin yaşam koşullarını her geçen gün daha da ağırlaştırıyor. Özellikle Yahudi Bayramları, Filistinlilerin daha fazla zorluk ve sıkıntıyla karşı karşıya kaldığı günlerdir. Onlar için yaşam, Yahudi Bayramlarında tam bir çileye dönüşüyor. İsrail polis ve askerlerinin yasakları nedeniyle Filistinli bir Müslümanın bir yerden diğer yere ulaşımı imkânsız hâle gelebiliyor, ibadet hürriyeti elinden alınıyor. İsrail askerleri, birçok keyfi uygulamada bulunuyor, gençleri darp ediyor, gözaltına alıyor. Örneğin, Avrupa ülkelerinden biri İsrail’in Filistinlilere davrandığı gibi Yahudilere davranacak da… Buna sessiz kalınacak… Asla! İşte İsrail terör devleti, hukuk ve insan hakları çerçevesinde asla değerlendirmeyecek uygulamaları, dünyanın gözü önünde Filistinlilere uygulamaktadır.

Kudüs halkı işgale ve baskıya rağmen Mescid-i Aksa’yı yalnız bırakmıyor ve eşsiz bir direniş örneği sergiliyor. Fakat Kudüs davası bütün ümmetin sorumluluğunda olan bir dava bu noktada üzerimize düşen sorumluluklar nelerdir, neler yapmalıyız?
Aksa, günümüz Müslümanlarına gerçek dostu ve düşmanı tanıtan, sadakat, cihat, iman, sabır, infak, ihanet, tevekkül kavramlarını en doğru hâlleriyle öğreten hayat okuludur. Bu okulun öğrencileri olan Aksa’nın kadın muhafızları, düşmanla karşı karşıya mücadele ediyorlar. Aslında Ümmet adına da yüklendikleri bu kutsal görev, onların adlarını tarihin sayfalarına altın harflerle yazdıracaktır.

Kudüs nedir? Mescid-i Aksa neden önemlidir? Filistin’in tarihi vb. konuları iyice öğrenmeli, çevremize de öğretmeliyiz. Evimizin bir ferdi gibi davranmalıyız Kudüs’e. Evde sık sık o fertten konuşmalıyız, onun için hayaller kurmalı, planlar yapmalıyız. Beş çocuğumuz varsa altıncısı da Kudüs olmalı. Çocuklarımıza öğrettiğimiz ilk şeylerden biri Kudüs ve Mescid-i Aksa olmalı. Bu şuurla büyüyen çocuklar yetiştirmeliyiz. İlk kıblemiz, ikinci büyük mabedimiz ve ziyaret etmekle emrolunduğumuz üçüncü mescidimiz Mescid-i Aksa’mızı canları pahasına koruyan insanlar, Kudüs ziyaretlerimizi sıklaştırmak Sûretiyle onlara destek olmamızı ve Kudüs sokaklarında yürüyerek düşmana korku vermemizi isterler bizden. İsra Sûresi’nin ilk ayetinde bize işaret edilen miracın merkezi o bereketli topraklar bizleri bekliyor…

Evleri yıkılan Kudüslü kardeşlerimiz için yardım kampanyaları düzenleniyor mu, bu mağduriyetlerin giderilmesi noktasında yapılan çalışmalar var mı?
Türkiye’de Nisaülaksa Derneği düzenli olarak Kudüs’te evine yıkım kararı verilen ailelere maddi destek vermeye çalışıyor. Bunu yapmak için tüm dünya ülkelerinden özellikle Müslüman ülkelerden destek istiyor. Bunun için kampanyalar düzenliyor, yardım geceleri organize ediyor. Kudüs’te şu an yapılan ev yıkımları öyle organize bir şekilde yapılıyor ki insanlara kendi kendilerine evlerini yıkmalarını söylüyorlar. Evine İsrail İdare Mahkemesi tarafından “Kanunsuz şekilde yapıldı, yıkılması lazım” kararı çıkan biri, evini kendisi yıkmaz ise İsrail evi buldozerle yıkıyor ve tüm masrafları da bu aileden talep ediyor. Cinayeti işleyen katil, kurşunlarının parasını da istiyor. Dünyanın en iğrenç uygulaması… Kararları veren İsrail terör mahkemeleri, kararları uygulayan İsrail terör güçleri, körler sağırlar birbirini ağırlıyor.

Buna karşı ciddi çalışmalar yapan Nisaülaksa Derneği’ne destekte bulunulabilir.
Kudüs halkı için yapılan yardımlarla ihtiyaç duyulan miktar karşılaştırıldığında nasıl bir tablo görülüyor?
Kudüs halkının İsrail tarafından çok fazla mağdur edildiği noktalar var. Burada biz Türk halkı olarak elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz ama tabi ki bu yeterli değil. Kudüs’te hayat çok pahalı, para birimi de şekel, şekel de dolar bazında ilerliyor… O yüzden bizim yapmak istediğimiz yardım konusunda, kendi çapımızda bir şeyler yapmaya çalışsak da tabi ki oradaki pek çok şeye yetişemiyoruz. Biz kendimiz de defalarca Kudüs’e gittik, orada kaldık, orada hayatın ne kadar pahalı olduğunu gördük, oradaki insanlar için özellikle esnaf için hayatın ne kadar zorlaştırıldığına şahit olduk. Alınan vergilerle yapılmayan çalışmaları gördük. Orada insanların yaşayabilmesi için gerçekten çok büyük bir çaba sarf etmeleri gerekiyor. Hem maddi hem de manevi anlamda… Biz maddi desteğin çoğuna yetişemiyoruz, belki daha çok manevi olarak onlara yardımcı olmaya çalışıyoruz. Kudüs özelinden çıkarsak Gazze’ye daha çok yardımın gittiğini söyleyebiliriz.

Kudüs’e yapılan turlarda İsrail’e olumlu katkısı nedeniyle oraya gidilmemesi yönünde görüşler var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maalesef sırf bu söylem yüzünden biz yıllarca Kudüs’e gitmekten alıkonulduk. İnsanlar Kudüs’e gidip onlara hizmet ediyorsunuz, İsrail’i tanıyarak oraya gidiyorsunuz diyorlar. Bu tamamen yanlış bir düşünce bence… Birincisi düşmanı yok sayarak onlarla mücadele edemezsiniz, savaşamazsınız. İsrail diye bir terör devleti maalesef kuruldu orada ve biz onları yok sayıp onlar yokmuş gibi davranamayız. Bizim oraya gidişimiz gerçekten düşmana korku ve dosta bir güven sağlıyor. O topraklarda yürümemiz, Mescid-i Aksa’da namaz kılmamız, cemaate katılmamız, Kudüs’te olmamız onlar için çok değerli. Bizim için değerli olduğunun bin katı belki Filistin halkına destek vermek açısından, manevi destek vermek için çok önemli. İsrail, gidişlerde Türkiye’den vize almıyor, vize parası ödemiyoruz.

Gittiğimiz zaman da uçak biletimizi Türk Hava Yolları’ndan alırsak ve gittiğimiz zaman Kudüs esnafından, Filistinlilerden alışveriş yaparsak, onların otellerinde kalırsak İsrail’e beş kuruş bile kazandırmadan, hatta tam tersi Kudüs halkına destek verecek şekilde davranırsak hiçbir problem olmaz. Orada, çizgimizi bozmadan ve Yahudilerden de alışveriş yapmadıktan sonra Yahudilere katkı sağladığımız/para kazandırdığımız düşünülemez. Bu söylem bilinçli olarak yayılan bir söylem olabilir ya da bilgisizlikten de söylenmiş olabilir. Hangi amaçla söylenirse söylensin Kudüs ziyaretlerine çok büyük bir ket vuran bir söylemdir aslında. Ancak özellikle 2015 yılından sonra, bizim “Biz Burada Kalacağız” belgeselini çekip yayınlamamız, Kudüs Bilinci Derneği ile diğer Kudüs dernekleri ve vakıfların çalışmalarıyla çok daha fazla arttı Kudüs ziyaretleri elhamdülillah. Giden insanların da bu bilinci oluşturmasıyla ve orada bu şekilde hareket etmesiyle bu algı büyük oranda yıkıldı diye düşünüyorum. Tabi sırf bu söylemden dolayı oraya bir insan gitmemeyi düşünüyorsa hemen kestirip atıyorsa zaten Kudüs’le alakalı bir gayesi de yok demektir. Bence eğer gerçekten gitmeye niyeti varsa işin aslını araştırıp gitmenin yoluna bakmalıdır diye düşünüyorum.

Filistin halkı İsrail tarafından eziyete uğradığında burada konsolosluk önünde eylemler oluyor. Bu eylemler çoğu kesim tarafından içi boş ve faydasız olarak görülüyor. Bu eylemlerin Filistin halkına müspet manada bir etkisi oluyor mu, öyle zamanlarda onlar bizden neler bekliyorlar?
Evet, sadece Kudüs üzerinde değil tüm Filistin toprakları olarak düşünelim. İsrail’in kötü yaptırımlarına ve uygulamalarına maruz kalan tüm Filistin topraklarını, başta Kudüs’ü, Batı Şeria’yı, Gazze’yi ve 1948’de işgal edilememiş tüm toprakları… Kudüs’ün farklı bir konumu olmakla birlikte Filistin’i değerlendirdiğimizde, Filistin’in tümünü bir bütün olarak değerlendiriyoruz.

Kudüs için ya da özellikle Mescid-i Aksa’da yaşananlar için dünyanın herhangi bir yerinde veya Türkiye’nin herhangi bir yerinde halkın toplanması, gerçekten Filistin tarafından sevinçle karşılanıyor. Sadece Filistin içerisinde değil, Dünyanın farklı yerlerinde Filistin davasına gönül vermiş insanlar tarafında da tabi ki sevinçle karşılanıyor. İsrail ise, bundan her daim çekinmiştir. İsrail yaptıklarından dolayı herhangi bir ses verilmediği zaman, yaptıklarına hoşnut bir şekilde devam ediyor. Eylemlerin hiçbiri boş değil, İnsanların bir amaç uğruna bir yerde toplanıp haykırmaları sevinçle karşılanıyor. Kudüs’te yürümek ve Mescid-i Aksa’da namaz kılmak düşmana korku dosta güven verdiği gibi gerçekten orada yaşanan herhangi bir olumsuzluğa karşı Türkiye’de veya başka bir yerde toplanılması, haykırılması ve görüş beyan edilmesi de gerçekten Filistin halkını çok yüreklendiriyor. Bununla, yalnız olmadıklarını anlıyorlar ve yapacakları mücadeleye devam ediyorlar. Filistin davası, yani Kudüs – Mescid-i Aksa davası yalnızca Filistinlinin meselesi değildir. Biz yıllarca belki bir ümmet olarak koskoca davayı bir avuç Filistinlinin omuzlarına yıkmışız, mücadelede onları tek başlarına bırakmışız, zorlamışız onları. Kaldı ki bizler, Mescid-i Aksa’yı hem ayetlerde hem hadislerle sürekli anlatmaya çalışıyoruz. Cenab-ı Allah, İsra Sûresinin ilk ayetinde direk Mescid-i Aksa diyerek mescidin adını kendisi koyuyor, ben koymuyorum, sen koymuyorsun, doğrudan Cenab-ı Allah sesleniyor ve ismini koyuyor ve çevresini bereketlendirdiğini müjdeliyor bizlere. O yüzden bu dava; eğer İsra Sûresi/ Kur’ân-ı Kerim sadece Filistinlilere inmediyse hepimizin davası. Orada yaşanan en küçük bir sorumluluk bile tüm ümmeti ilgilendiriyor. Bizim burada onlar için yaptığımız en küçük bir hareketlilik bile kendilerine hem güç hem de moral veriyor.

Gözünü savaşa açmış ve savaş ortamında büyümüş çocukların psikolojisinden biraz bahseder misiniz? Barışta büyüyen çocuklara göre belirgin farklılıkları var mı?
Tabi ki vardır hem bilinç olarak hem de yaşanmışlık olarak belirgin farklılıklar vardır. Gözünü işgale açmış bir çocuk ile Allah korusun, hiç işgal görmemiş, zorluk nedir bilmeyen bir çocuk arasında tabi ki büyük farklar vardır. Bu kıyaslama, bizim için bir fayda getirecek mi bilmiyorum, ama biz çocuklar arasında kıyas yapmamaya çalışıyoruz. Burada, sadece şunu konuşabiliriz gözünü işgale açmış çocukların psikolojisi nasıl derseniz; şöyle bir durum var, son zamanlarda özellikle mayıs ayında Mescid-i Aksa için ayaklanan gençler dünün çocuklarıydı. Dünyanın farlı yerlerinde onlar için “Z kuşağı” diye dalga geçilen, yırtık pantolonlarıyla, Amerikan saç tıraş şekliyle dalga geçilen ve bunlardan bir şey olmaz denilen dünün çocuklarıydı. Ama onlar şunu unuttular, onlar dünün gözünü işgale açmış çocuklarıydı. Belki doğar doğmaz evlerinde babaları yoktu, belki babaları ceza evindeydi, belki de şehit edildi. Belki anneleri de aynı şeyleri yaşadı. Onlar gözlerini bu işgalin en şiddetli anında açtılar hem kendi yaşamlarının her basamağında hem de ailelerinin yaşamlarında, bu işgalin her türlü şiddetini yaşıyorlar. Biz kendimizde Kudüs’e gittiğimizde hakla batılın nasıl iç içe mücadele ettiğini ve her an mücadeleye devam edildiğini, mücadelenin bir an bile durmadığını gözlerimizle görüyoruz, kendimiz de şahit oluyoruz. Kaldı ki onlar orada yaşıyorlar her an düşmanla karşı karşıyalar, baş başalar. Bu işgale karşı, Kudüs’ün gençleri haklılar, haklı olduklarını bildikleri için de seslerini gür çıkarmaya çalışıyorlar. Dediğim gibi, mayıs ayı içerisinde önce Mescid-i Aksa için sonra Kudüs için ayaklanan gençler, dünün işgale gözünü açmış ve bu ortamda büyüyen gençleriydi. Z kuşağından bir şey olmaz diyen dünya, onların nasıl da Mescid-i Aksaya ve Kudüs’e sahip çıktıklarını ve bu direnişi tüm Filistin topraklarına dalga dalga nasıl yaydıklarını gördüler. Bu gençler, şöyle bir psikolojik savaş da başlattılar; sosyal medyaya servis edilen fotoğraflarda tutuklanan veya başı bir İsrail polisinin ayağı altında olan gençler gülümsemeye başladılar. Bu aslında İsrail’e karşı başlatılan psikolojik bir savaş. Ne olursa olsun, güçlü olduklarını ve yılmadıklarını gösteriyor. Bu mücadeleye devam ettiklerini ve edeceklerini gösteriyor. Ben kendi gözlerimle; işgale gözünü açmış çocukların, 5-6 yaşındaki çocukların, Mescid-i Aksa’da işgalcilerin baskını sırasında nasıl tekbir getirdiklerine, nasıl düşmanı kovaladıklarına, nasıl korkusuz olduklarına, nasıl onlarla alay ettiklerine kendim şahit oldum. Onlar doğuştan mücadelenin içerisine doğdukları için bizim çocuklarımızdan farklı büyüyorlar, onların her şeyleri zor; eğitim hayatları zor, evlilikleri zor, her şey onlar için biraz daha zor. Ben annelerle de konuştum; diyorlar ki, biz çocuklarımızı bakkala gönderdiğimizde geri dönecek mi diye düşünüyoruz her zaman. Ya da gözünü işgale açmış ve o topraklarda büyüyen çocuklar, okula giderken evden çıkıp direk okula çoğu zaman gidemediler. Pek çok noktada durduruldular, çantalarında neler olduğu soruldu, matematik dersinde kullandıkları bir cetvel dahi onlara suç unsuru olarak geri döndü. 10 yaşındaki çocuğun nasıl tutuklandığını: “Evimizi basıp beni nasıl götürdüler abla sana anlatayım.” dediğini çok iyi hatırlıyorum. Gerçekten güçlü çocuklar. Tabi ki bu Allah’ın bir lütfu diyebiliriz, zorlukların içinde büyümelerine rağmen yaşadıkları onları güçlü olmaya zorluyor. Mülteci kamplarında da bizim de kendi hayatımızdan örnek verirsek, benim veya farklı insanların çocukluk yıllarında yaşadıkları zorluklar onları biraz daha erken olgunlaştırmaya sevk ediyor, biz de bunu yaşadık. Onlar da çok çok büyük imtihanlarla karşı karşıya kaldıkları için yaşıtlarından daha olgun davrandıkları kesin.

Hocam röportajımızın sonuna geldik, bu kadar yoğunluğunuzun arasında bize zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ederim.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?