Müslüman toplumun yüzyıllar boyunca kendi ekonomisini faizsiz olarak ve gayet mükemmel bir biçimde yürüttüklerini ifade eden Ebu’l-Ala Mevdûdî, faiz belasına karşı bir kitap yazmış ve burada uzun uzun açıklamalarda bulunmuş, Müslümanları faize karşı durmaya davet etmiş, bunun yanında Müslümanların nasıl bir ekonomik düzen kurmaları gerektiğini de izah etmiştir. Tercüme kitap olarak Türkiye’de faize dair en geniş çaplı eser onunkidir.

Mevdûdî, faizin doğuracağı zararları şöyle dile getirmiştir:

“Şimdi eğer siz faizi psikolojik olarak incelerseniz, göreceksiniz ki para toplama isteğinden başlayarak faizli işlerin her aşamasına kadar bütün zihinsel faaliyet bencillik, cimrilik, dar kalıplılık ve paraya tapma gibi özelliklerin etkisi altında kalınır ve insan bu işte ilerledikçe bu iş o kimsenin kişilik ve karakterine sinmiş olur. Bunun aksine zekât ve sadakalarla ilgili ilk niyetten başlayarak fiilen ortaya çıkıncaya kadar tüm zihinsel faaliyet cömertlik, fedakârlık, yardımlaşma, geniş kalplilik, alicenaplık ve hayırseverlik gibi meziyetlerin etkisi altında kalınır, bu şekilde devamlı hareket edildikçe aynı özellikler insanın karakterine sirayet eder, gelişir ve dal budak salar.” (1) Mevdûdî bu karşılaştırmayı yaparak Müslümanların bir nevi bu iki kişilik yapısına şahit olmasını ister. Neticede temiz kalmış bir fıtratın elbette ki ikinci özellikleri tercih edeceğini belirtir.

Faizin doğuracağı toplumsal zararlarla ilgili olarak şunları söyler:

“Azıcık bir düşünce ile herkes bunu kolayca anlayabilir ki eğer bir toplumda bireyler birbirlerine karşı bencillikle hareket eder, kimse kendi kişisel çıkarı ve yararı dışında hiçbir şey yapmaz, birinin ihtiyacı diğerinin çıkar elde etme fırsatı ve varlıklı sınıfların çıkarı, yoksul sınıfların çıkarlarının tam tersi haline gelirse o toplum hiçbir zaman dengeli ve istikrarlı olamaz. Bunun parçaları her zaman dağılmaya eğilimli olur. Ayrıca başka nedenler de bu duruma yardımcı olursa böyle bir toplumun elemanlarının birbiriyle çatışması da zor olmaz. Bunun tam aksine bir toplumda ilişkiler dayanışmaya dayanır, o toplumun bireyleri birbirine cömertçe davranır, bir kişinin ihtiyacı olduğu zaman başkaları onun yardımına koşar ve zenginler, fakirlere sempati, sevgi, ilgi ve hayırseverlikle muamele ederse böyle bir toplumda elbette ki sevgi, iyi niyet, dayanışma ve yardımlaşma gelişecektir. Böyle bir toplumun bireyleri birbirine sımsıkı bağlı olacaktır. Bu toplumdaki işbirliği, yardımlaşma ve hayırseverlik nedeniyle ortaya çıkan gelişme ve büyüme başka toplumlardan daha fazla hızlı olacaktır.”

Bu durum uluslararası ilişkiler için de geçerlidir. Bir millet başka bir millete karşı sempati ve cömertlikle davranır ve sıkıntıda olduğu sırada yardım elini uzatırsa, o milletin karşı tarafa sevgi, teşekkür, şükran ve samimiyetle karşılık vermemesi mümkün değildir. Bunun aksine eğer aynı millet, komşusu olan millete bencillik ve dar kalıplılıkla muamele eder ve sıkıntılardan yararlanmaya çalışırsa, para ve pul cihetiyle kâr edebilir, fakat komşusunun kalbinde fırsatçı ve çıkarcı bir millete karşı herhangi bir samimiyet, sevgi ve hayırseverlik hissi kalmayacaktır. Çok olmadı, daha geçen Dünya Savaşında İngiltere, Amerika ile “Bretton Woods Anlaşması” olarak bilinen çok büyük bir borç anlaşması imzaladı. Bu anlaşma gereğinde İngiltere istiyor ki, savaşta müttefiği olan müreffeh dostu kendisine faizsiz kredi versin. Ne var ki, Amerika faizden vaz geçmek istemiyordu. Bu durumda İngiltere de mecbur kaldığı için faiz ödemeye razı oldu. Bu vaziyet dönemin İngiltere’sinin önde gelen İngiliz düşünürleri, yazarları ve gazetecilerinin kaleminden çıkan yazılarda açıkça görülmüştür. İngiltere tarafından bu anlaşmanın yapılmasında önemli bir rol oynayan tanınmış ekonomist Lort Keynes, görevini tamamladıktan sonra yurda dönmüş ve İngiliz Lordalar kamerasında yaptığı konuşmasında şu ifadeleri dile getirmiştir: “Amerika’nın bize faizsiz kredi açmaya razı olmamasından duyduğum üzüntüyü ben ömrümce unutmayacağım.”

Churcil gibi Amerika hayranı bir politikacı bile bundan yakınmadan edemedi:

“Bize yapılan bu adi muamelenin çok tehlikeli sonuçlar doğuracağını sanıyorum. Gerçek şu ki, bu durum aramızdaki ilişkileri çok olumsuz biçimde etkileyecektir.”

İngiltere’de zamanın maliye bakanı Dr. Dalton bu anlaşma taslağını onay için sunarken şunları söylemiştir:

“Savaştan omuzlarımızda böylesine ağır bir yükle çıkarken şunu düşünmeden edemiyorum ki, ortak hedeflerimiz için çektiğimiz zorluklar ve sıkıntıların karşılığı çok garip bir şekilde bize verilmiştir. Bu tuhaf ödül konusunda sanırım geleceğin tarihçileri daha sağlıklı bir yorum yapabileceklerdir. Biz faizsiz borç alacağımızı düşünmüştük, ama bize bunun pratik bir politika olmadığı söylendi.”

İngiltere ile Amerika arasında yaşanan bu manzarada ibretler gizlidir. Ehl-i şer faizin ne denli zararlı bir şey olduğunu bildiği halde bunu başkasına yapmaktan asla vazgeçememektedir. Onların fakir ülkelere hiçbir şekilde faizsiz kredi vermeyecekleri ortadadır. Faizsiz kredi vermek bir yana bunlar dünya çapında savaşlar çıkartır ve hemen akabinde bu işin uzmanları olan elemanlarını savaşan taraftarlara gönderir, kredi çuvalını ağzına kadar açmaya hazır olduklarını en süslü ve nazik ifadelerle dile getirirler. Kendi menfaatleri söz konusu olunca tarihin bunu affetmeyeceğini söylerler. Ne yazık ki dünyada şu anda faiz belasından etkilenen ülkeler, yukarıda ismi geçen ülkelerin öncülüğünde kurulan faiz lobilerinin ortaya koydukları faiz tuzaklarına düşen ülkeler olmuştur.

Mevdûdî devamla şunları söylemiştir:

“İngiltere halkı bireysel işlerde faizin kötü bir şey olduğunu ne geçmişte kabul etmeye razıydı ne de şimdi razıdır. Siz bir İngiliz ile faizsiz işlemlerle ilgili konuştuğunuzda hemen diyecektir ki, ‘Efendim bu pratik bir yöntem değildir.’ Ne var ki millet olarak ekonomik darboğazdan geçerken en büyük müttefikleri böyle bir pratik yönteme başvurunca her İngiliz çığlık çığlığa faizin yürekleri parçalayan ve ilişkileri bozan bir şey olduğunu ilan etti.” (2)

İşte günümüz Müslümanının bu tabloyu çok iyi okuması lazım. Bunların zerre kadar vicdan sahibi olmadıklarını eli kalem tutan, dili söz söyleyebilen her araştırmacı tarafından dile getirtilmelidir. Haramlarla mücadele sürekli gündemde olmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde insanlar savaşlarda daha fazla ölecek ve hiç kimse bu savaşların faiz ve kredi ile ilgisini asla bilmeyecektir. Petrolle alakasını asla kuramayacaktır. Ehl-i küfür de fırsatını bulduğu her anda faiz üzerinden saldırısını devam ettirecektir. Mevdûdî haklı olarak faizin şer ve fitne yaratma gücüne sahip olduğunu dile getirmiş, Müslümanların bu konuda teyakkuz halinde olmasını istemiştir. Bu şer ve fitnenin neticede insanda para toplama ve yalnızca bireysel çıkarlarını gözetme eğilimi doğuracağını, toplumda servetin serbestçe dolaşımını durduracağını, hatta daha da kötüsü servetin dolaşım yönünü değiştirerek malın yoksullardan varlıklılara doğru akışına yol açacaktır. (3)

Mevdûdî faiz kadar şiddetle yasaklanmış bir günahın olmadığını belirtir ve şunları söyler:

“Kur’ân’da pek çok günahın yasaklanmasıyla ilgili emirler yer almakta ve bunlara karşı iman sahipleri şiddetle uyarılmaktadır. Ne var ki faiz kadar şiddetle yasaklanan başka bir günah yoktur. Bunda dolayıdır ki Resûlullah (sav) İslâm devletinde faizin ortadan kaldırılması için büyük çaba harcadı. Mekke’nin fethinden sonra Resûlullah (sav) tüm faiz paralarını iptal etti. Benî Muğîre’nin faiz yiyicileri Arabistan çapında meşhurdu. Resûlullah (sav) faizden vaz geçmemeleri durumunda onlarla savaşılması emrini verdi. Resûlullah (sav)’in amcası Hz. Abbâs büyük bir tüccardı. Hz. Peygamber Veda Haccında cahiliyenin tüm faizlerini sildiğini ve herkesten önce amcası Abbâs’ın faizini sildiğini ilan etti. Bu işte her kim olursa olsun, alan da veren de aracı olan da lanet edildi.

Bütün bunların amacı; sermayeci ahlâk, sermayeci zihniyet, sermayeci kültür ve uygarlık, sermayeci ekonomiyi tamamen ortadan kaldırıp cimrilik yerine cömertlik, bencillik yerine yardımlaşma ve iş birliği, faiz yerine zekât, banka yerine Beytülmal’in bulunduğu bir düzen kurmaktı.” (4)

Mevdûdî Müslümanların uyanması babından ciddi bir eleştiride bulunarak şunları söyler:

“Bizim ahmaklığımız, zaafımız ve talihsizliğimizdendir ki, İslâm’ın bu ahlâkî, kültürel ve ekonomik düzeni darmadağın oldu. Kapitalizm bize galip geldi. Zekâtın toplanması ve uygun biçimde dağıtılmasını sağlayacak herhangi bir kuruluş ortada kalmadı. Zenginlerimiz bencil ve nefislerinin uşağı oluverdi. Yoksullarımız için herhangi bir dayanak kalmadı. İslâm ahlakını yitirdik ve sınırlarını birer birer aştık. İçkiye, kumara ve zinaya daldık. Bizde sefahat, israf ve fuhuş gibi ayıplar doğdu. Savurganlığın her türlüsünü yaşamımızın bir parçası haline getirdik. Faizsiz kredi olmaksızın düğün yapmamız, arabalar satın almamız, köşk yaptırmamız, dekorasyon, süs ve lüks ihtiyaçlarımızı karşılamamız imkânsız hale geldi. Ayrıca kooperatifçilik ve yardımlaşma gibi duygularımızı yitirdik. Bununla ilgili örgütlenme işlerini terk ettik. Sonuç olarak ekonomik durumumuz kötüleşti. Her bireyimizin yaşamı tamamıyla kendi mali kaynaklarıyla sınırlandı ve kendi geleceğini güvence altına almak için İslâm’ın ilkelerini bir yana bırakıp kapitalizmin kurallarına bağlı kalmaya mecbur oldu. İnsanımızın yaptığı şey, bankaya para yatırmak, sigorta şirketine kendi hayatını sigorta ettirmek, kooperatiflere üye olmak ve gerektiği zaman kapitalistlerden faizle borç para alarak ihtiyaçlarını karşılamak oldu.”

Mevdûdî bundan sonra sorumluluğun bu işte kimde olduğunu sorgular ve sorunun İslâm’ın bize öğrettiği ekonomik düzenin unsurlarını tek tek ortadan kaldırdığımız için meydana geldiğini ifade eder. Sonra şu soruları sıralar:

-Allah aşkına bizi kim zekatla ilgili gerekli gereken işlemleri yapma ve teşkilat kurmadan alıkoymuştur?

-İslâmî yardımlaşma çizgilerinde yürümemizi kim durdurmuştur?

-İslâm’ın miras kanununa göre hareket etmemizi kim engellemiştir?

-Bizim sade, temiz ve savurganlıktan uzak bir hayat sürmemizi ne engellemektedir?

-Ayaklarımızı yorganımızın dışına çıkarmamızı ve batı medeniyetinin gösteriş ve savurganlığa dayanan yaşam biçimini benimsememizi kim istemiştir?

-Kim bizi, kazancın caiz yollarını benimseme yerine kapitalist olma hevesiyle haram yeme yollarında yürümemizi gerekli kılmıştır?

-Kim bizim zenginlerimizin ellerini kollarını bağlayıp kendi akrabalarına, komşularına, dostlarına ve ahbaplarına ve ulusun dul, yetim, malulleri ve muhtaçlarına yardım etmekten alıkoydu ve servetlerini Avrupa, Amerika ve Japonya’nın kapitalistlerine ve fabrika sahiplerine vermelerini sağladı?”

Mevdûdî bu sorulardan sonra şu açıklamayı yapar:

“Bizim İslâm’ın ekonomik düzenine mi yoksa kapitalist düzene mi bağlı olduğumuza karar vermemiz gerekmektedir. Eğer siz ilk şıkkı benimsiyorsanız, bunda ne faizli alışverişe gerek var ne de buna imkân vardır. Zira İslâm ekonomisinin tüm düzeni faizle ilgileri olan kuruluşlar olmaksızın yürür ve bu düzen faize dayalı işler yapıp bu düzeni bozmak isteyenler, suçlu ilan eder. Bunun aksine ikinci şıkkı kabul ederseniz sizin kapitalist düzeni benimsemeniz genelde İslâm’a başkaldırmak demektir.” (5)

 

Kaynakça

  1. Ebü’l-Alâ Mevdûdî, Faiz, (Trc. Ali Genceli), İstanbul, 2015, s. 75.
  2. Mevdûdî, s. 75-78.
  3. Mevdûdî, s. 115.
  4. Mevdûdî, s. 117.
  5. Mevdûdî, s. 119.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?