Dünya hayatı Allah Teala’nın yeryüzüne halife olarak gönderdiği insanoğlu için sayısız nimetlerle doludur. Bu nimetler içerisinde imandan sonra insanın gönlüne en çok neşe ve mutluluk saçan elbette ki evlat nimetidir. Bu öyle bir nimettir ki, bu nimete sahip olmak için peygamberler de dahil olmak üzere insanlar dua dua Rablerinden evlat talep etmektedirler: “Orada Zekeriya, Rabbine dua etti. ‘Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen, duayı hakkıyla işitensin.’ dedi.” (Âl-i İmrân, 38) “Rabbim! Beni yalnız başıma bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın.” (Enbiya, 89). “O’nun duasını kabul buyurduk ve O’na Yahya’yı armağan ettik.” (Enbiya, 90). Ayetlerde görüldüğü üzere Hz. Zekeriya, kendisi yaşlı, eşi kısır olmasına rağmen ümidini kesmeden Rabbine niyaz etmiş ve bir armağan olan erkek çocuğu ile ikram görmüştür..
Hz. İbrahim Halilullah (a.s.) da “Rabbim! Bana salihlerden olacak bir evlat ver dedi.” şeklinde yalvardı ve Rabbinden “İşte o zaman biz O’nu halim (uslu) bir oğul ile müjdeledik.” (Saffât, 100-101) icabetini buldu.
Evlat adı bile öyle bir gönül okşar ki; kendi canından olmasa bile, kibrinden kendini ilah edinen Firavun’a bile kendi emrini çiğnetmiştir “Firavun’un karısı ‘O senin ve benim göz aydınlığımız, muradımız olsun. Onu öldürmeyin, belki bize bir faydası dokunur veya evlat ediniriz.’ demişti” (Kasas, 9).
Yine Kur’an-ı Kerim ‘de Rahman’ın kullarının özelliklerinin yer aldığı Furkan suresi 74. ayette evlat göz aydınlığı vasfıyla dualara konu olur: “Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve soyumuzdan gözümüzün aydınlığı olacak çocuklar armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl.”
Evlat, nasıl ki Kur’an-ı Kerim’de geçtiği vasıflarıyla bir göz aydınlığı, bir armağan, çekici bir dünya süsü olması hasebiyle büyük bir nimet ise, her nimet gibi evlat nimeti de şükrü gerektirir. Evlat, mal gibi kullara bahşedilen bir emanet olduğu için şükrün yanı sıra korunmayı da ister. Allah Teala’nın çizdiği sınırlar dahilinde kullanılmayan mal, nasıl ki ahirette kul için büyük ve zorlu bir hesaba sebep oluyorsa, çocuk da ebeveyninin himayesinde bir mücevher gibi değer verilip muhafaza edilmelidir ki Müslümanlar kendilerine verilen emri yerine getirebilmiş olsun. Zira Cenab-ı Hakk “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın (c.c) kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.” (Tahrîm, 6) ayeti kerimesindeki bu emirle iman sahiplerine seslenmiştir. Resul-i Ekrem bu ayeti sahabelerine okuduğu zaman Hz. Ömer (r.a), “Ya Resulallah! Nefislerimizi vikaye ederiz (koruruz) fakat ailemizi nasıl koruyabiliriz?” diye sorar. Allah Resulü (sav) şöyle cevap verir: “Allah’ın sizi nehyettiği şeylerden onları nehyeder ve Allah’ın size emrettiği şeyleri onlara emrederseniz bu şekilde onları korumuş olursunuz.” Allah Teala emri vermiş, Resulü de metodu göstermiş olduğuna göre Müslümana düşen görev, evlat emanetine sahip çıkmaktır.
Ebeveynler evlatlarını nasıl koruyacaklar, nasıl doğru yönlendirecekler gibi sorulara yine Kur’an-ı Kerim ve siyerden örnekler bulmamız mümkündür. “Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, mü’minler için bir hidayet (yön veren rehber) ve rahmet gelmiştir.” (Yunus, 57) ayeti ışığında Kur’an-ı Kerim incelendiğinde yolumuzu aydınlatacak pek çok nur bulmamız mümkündür, inşaallah.
Ebeveynlerin ilk görevi, tertemiz bir fıtrat üzere doğan çocuğun kalbine tevhid inancını nakşetmektir. Peygamber Efendimiz “Doğan her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra anne babası onu ya Yahudi ya Hristiyan ya da Mecusi yapar.” buyurmuştur ki bu hadis-i şerif Müslümanlara çocuğun aslında temeli atılmış bir şekilde dünyaya geldiğini işaret etmektedir. Müslüman olarak doğan bir çocuk, ailesinde de hal ve kal diliyle bütünleşen bir tevhid inancını gördüğü zaman buna kayıtsız kalamayacaktır. Hz. Peygamber’in hayatına baktığımızda O’nun Abdülmüttaliboğullarının konuşmayı yeni öğrenen çocuklarını yanına oturtup İsrâ suresinin 111. ayetini 7 kez tekrarlattığını görürüz: “De ki: Hamd hiçbir çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı olmayan, acizlikten dolayı bir yardıma ihtiyacı bulunmayan Allah’a mahsustur. Sen O’nu tekbir ile yücelt.”
Henüz konuşmayı yeni öğrenmiş küçük çocuklara ilk olarak kelime-i tevhidi söyletmemiz gerektiğini yine ondan öğreniyoruz. Dünyaya gelen bebeğin kulaklarına ezan ve kamet okunması, konuşmaya başladığında önce Allah isminin söylettirilmesi, dili tam açılınca kelime-i tevhidi ve İsrâ 111’in tekrarlatılması, çocuğa iman aşılamanın ilk dersleri sayılabilir. Ama bu derslerin devamı olmalı ki tam bir hayat anlayışına dönüşebilsin.
Kur’an-ı Kerim de anne-baba-çocuk arasındaki ilişki çeşitli örneklerle bizlere açıklanır. Bu örneklerde akıl sahipleri için çıkarılacak dersler vardır.
Lokmân suresinde Hz. Lokman’ın oğluna yaptığı nasihat, ebeveynler için güzel bir örnek niteliğindedir: “Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Çünkü şirk (ortak koşmak) elbette büyük bir zulümdür.” (Lokmân, 13). “Ya buneyye!” (Yavrucuğum) hitabı Kur’an-ı Kerim ‘de Hz. Yakup ve Hz. Yusuf, Hz. Nuh ve oğlu, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail arasında geçen diyaloglarda da yer alır ve dinimizin çocuğa vermiş olduğu değer ve şefkati gösterir. Çocuğa böyle bir hitapla yaklaşmak, öğüt verilirken onun kalbindeki buzları eriteceğinin, sevgi ve nezaket duygularını uyandırarak ebeveynini daha dikkatli dinleyeceğinin işaretidir.
Hz. Lokman “yavrucuğum!” diye sevgi dolu bir şekilde başladığı öğütlerinin ilkinde evladının Allah’a ortak koşmamasını tembihler. Hangi anne-baba çocuğuna bundan daha değerli ve önemli bir hediye verebilir ki. Çünkü bu hediye, İslâm’ın temel esası olan tevhid anlayışıdır ve diğer esaslar da bunu takip eder, buna bağlı olarak gelişir.
14. ve 15. ayetlerde ise “İnsana da anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de 2 yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: ‘Bana ve anne-babana şükret. Dönüş banadır.” “Eğer hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.” buyrulmaktadır. Burada da görürüz ki Allah’ a imandan sonra öncelikli olarak anne-babaya itaat konusuna değinilir. Allah Teala kendisine ortak koşulmasını istemeleri dışında diğer tüm konularda onlarla iyi geçinilmesini emreder.
Sonraki nasihatlerine “Yavrucuğum! Şüphesiz yapılan bir iş hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah en gizli şeyleri bilendir, her şeyden hakkıyla haberdar olandır.” (Lokmân, 16) diye devam eden Hz. Lokman, bu sözleriyle zerre kadar iyilik veya zerre kadar kötülüğün dahi hesabının görüleceğini ve hiçbir şeyin Allah’tan gizli kalmayacağını bildirmektedir. Bu sözlerle çocuğunun, yaptığı her şeyin bir gün karşısına çıkarılacağının ve hesabının görüleceğinin bilincinde olmasını istemektedir. Böylece her daim Allah’ın murakabesi altında olduğunu ve Allah katında her şeyin hesabının görüleceği bilinciyle yetişen birey, buna uygun davranışlar sergilemek için gayret gösterir.
Bir sonraki ayet “Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.” (Lokmân, 17). Resuli Ekrem Efendimizin tabiriyle dinin direği olan namaz, ibadet olmasının yanı sıra kişiyi kötülükten alıkoyacak bir kalkan, hayatını düzene koyacak önemli bir eğitim metodudur. Oğluna namazla dünyevi anlamda kendini terbiye ettikten sonra kesin olarak emredilmiş diğer görevlere yönelmesini tavsiye ediyor Hz. Lokman. Kendi düzenini namazla sağladıktan sonra artık sosyal hayatta da düzenin sağlanması için ‘emr-i bil ma’ruf ve nehy-i anil münker’in yapılması gerektiğini tembihliyor. Ve bu görevi yerine getirirken de başına gelen sıkıntılara sabret diyor. Allah’ın yoluna çağıran her iman sahibi, malıyla, canıyla, fiziki ve sözlü şiddetle karşılaşır, böyle imtihan olur. İşte bu durumda namazla manen kuvvet alarak yola çıkmasını ve tüm sıkıntılara sabrederek yola devam etmesini nasihat ediyor. Ne büyük bir öğüt böyle!
“Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah hiçbir kibirleneni ve övüngeni sevmez.” (Lokmân, 18). “Yürüyüşünde tabi ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” (Lokmân, 19). Lokman’ın (a.s) bu öğütlerinde de sosyal hayatta çirkin görülen hastalıklı insan hareketlerinden sakındırma vardır. Kibir, kendini beğenme ve kabalıkla bağırma hastalığı… Hem kişinin imanına hem de toplumsal ilişkilerine büyük zarar veren psikolojik hastalıklardan nehyediyor yavrusunu ve uyarıyor “Allah kibirlenenleri sevmez.” diye. “Seslerin en çirkini eşek sesidir.” İslâm dini her konuda orta yol üzere olunmasını ister. Vasat ümmetten olanlar birbirlerine karşı ölçülü hareket etmeli, ölçülü konuşmalı ve ölçülü yürümelidir. Hz. Lokman dengeli bir insan olması için işte bu sözlerle öğüt veriyor oğluna. Artık hangi aklı başında evlat böyle hikmetli nasihatlere yüz çevirebilir, bu özenle seçilmiş cümlelerden sonra…
Şüphesiz Hz. Lokman’ın oğluna sevgi ve şefkat dolu hitabıyla başladığı öğütler kadar onun kullanmış olduğu üsluptan da kendimize fazlaca dersler çıkarmalıyız. Çünkü öğütlerindeki sıralama da çok önemlidir. Önce tevhid, Allah’ın birliğine iman ve itaat, sonra anne-babayla güzel geçinmek, sonrasında da din ve dünya hayatındaki dengeyi sağlayacak çok önemli yollar gösterilmiştir.
Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin hayatındaki örneklere baktığımızda çocuğa olan yaklaşımın, aynen yetişkinlere olan yaklaşımla denk olduğunu görürüz. “Yaşı küçüktür, anlamaz, biraz anlayacak yaşa gelsin büyüsün de sonra öğretiriz vs.” gibi zamanımızın yapılagelen en büyük hatalarını onlarda göremiyoruz. Peygamber Efendimiz (sav) çocuklara selam vermiş, kuşu ölen çocuğa taziye ziyareti yapmış, ezanla alay eden çocuğu azarlamadan güzellikle uyarmış, hediyelerle gönüllerini kazanmış, onları sevmiş ve onlara değer vermiştir. Siyer-i nebide okuduğumuz bu tarz örneklerden biri de henüz 9-10 yaşlarındayken Abdullah İbn Abbas’ın (r.a) Resulullah’tan dinlediği öğütlerdir. “Bir gün Resulullah’ın terkisinde bulunuyordum. Bana “Yavrucuğum! Sana bazı kaideler öğreteyim.” dedi ve şöyle buyurdu: “Allah’ın buyruklarını gözet ki Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın rızasını her işte önde tut, Allah’ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen Allah’tan dile! Ve bil ki bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet sana zarar vermeye kalksalar ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.”
Resulullah’ın İbn Abbas’ın yaşının küçüklüğüne rağmen tevhidin en öz ve en temel kaidelerini ona öğretmesi, gerçekten de çok dikkat çekicidir. Allah’ın hakkını koruma, yalnız Allah’tan isteme ve yardım bekleme, Allah’tan başkasının zarar veya fayda veremeyeceğine inanma kaidelerinin yer aldığı öğüdü, bugün birçok yetişkinin bilmediğini ya da bilse bile gönlüne ve hayatına yerleştiremediğini görmekteyiz. Bu gerçek, çocuk eğitiminde iman terbiyesinin verilmesinde geç kalınmaması ve ertelenmemesi gerektiğini gözler önüne sermektedir.
Çocuk eğitiminde iman terbiyesi ile ilgili sorumluluklarımızı Kur’an-ı Kerim ve Sünnet ışığında araştırıp çokça örneklerini bulmamız mümkündür. Yeter ki ayetler ve hadisler üzerinde sık sık tefekkür edelim. Çünkü Rabbimiz yüce kitabında 137 yerde bizi tefekküre davet eder: Efela te’kilun…