Adl yani adalet yüce Rabbimizin ismi ve biz müminlerde bulunmasını istediği en önemli sıfattır.
“Adl” ve “adelet” kavramı İslam dininde dini birer terim olarak, ifrat ile tefrit arasında orta yolda ilerlemek, hak yol üzerinde dosdoğru olmak, İslam dininde haram olan şeyleri terk etmek, farzları ise yerine getirmek, içi, dışı, özü, sözü, fiili ve davranışları ile musavi olmak, haklı kişiye hakkını, haksız kişiye ise cezasını vermektir. Suça ceza verirken eşit olmak, şirk, küfür, nifak ve zulmü terk etmek, anlamlarına gelmektedir.
Yüce kitabımız olan Kur’an da sözde (Enam, 152), şahitlikte (Maide, 8), yargıda (Nisa, 58), barışın sağlanmasında (Hücûrat, 9), borçlanmalarda, senet ödemede (Bakara, 282) ve aile hayatında (Nisa, 129) sorumlu olduğumuz bireyler arasında âdil olunması emredilmiştir. Adalet kavramının zıt anlamı ise cevr ve zulümdür.
Adalet kelime olarak değil içerdiği mana açısından o kadar geniş bir içeriğe sahiptir ki, bu kavrama özetle dünya-ahiret mutluluğu, kurtuluşu diyebiliriz. Tabii bu kurtuluş her şart ve durumda âdil olan, adaletli davrananlar için geçerlidir.
“De ki, Rabbim adaletle davranmayı emretti….” (Araf, 29) ilahi emir olan adaletli davranmak nedense toplumumuzda yanlış anlaşılmıştır. Sanki ayet ve hadisler yalnızca idarecilere, hâkimlere hitap ediyor gibi her birimiz kendimizi bu sıfattan soyutlamışız maalesef. Hâlbuki yüce Rabbimiz; “(Her işinizde) adalet(le hareket) edin. Allah şüphesiz ki âdil olanı sever.” (Hücûrat, 9) yine “Şüphesiz ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya (muhtaç oldukları şeyleri) vermeyi emreder.” (Nahl, 90) buyruğunda tüm kullarına emrediyordu. Adaletli kimselerin alacağını bildirdiği mükâfatlar ve âdil davranmayan kimselerin ise karşılaşacağı azaplar hepimizi kapsamaktaydı. Tabii ki, tüm sıfatlarda olduğu gibi âdil olma sıfatının da idarecilerde ve hâkimlerde olması, bu konuya daha dikkat etmeleri öncelikli ve elzemdir.
Resulullah (s.a.s) efendimiz buyurur ki: “Adalet güzeldir, fakat idarecilerde olursa daha güzeldir. Cömertlik güzeldir, fakat zenginlerde olursa daha güzeldir. Dinde titiz olmak güzeldir, fakat âlimlerde olursa daha güzeldir. Sabır güzeldir, fakat fakirlerde olursa daha güzeldir. Tevbe güzeldir, fakat gençlerde olursa daha güzeldir. Hayâ güzeldir, fakat kadınlarda olursa daha güzeldir.”
Demek ki âdil olmak, adaletli davranmak her Müslümanın içinde bulunduğu duruma göre yerine getirmesi gereken bir sorumluluktur. Hem de öyle bir sorumluluktur ki, nurdan minberlere nail olunacak, cennetle mükâfatlandırılacak bir sorumluluktur. Resulullah (s.a.s) buyurur ki: “Adaletle iş yapan kimseler Allah katında nurdan minberlerde olacaklardır. Onlar gerek hükmederken, gerek ailelerine karşı ve gerekse gözetimindeki kimselere adaletle davranırlar.” (Müslim) yine “Cennet ehli üç gruptur. Âdil ve başarılı idareci, yakınlarına ve Müslümanlara karşı ince kalpli ve merhametli kimse, çoluk çocuk sahibi olduğu halde tok gözlü olan kimse.” (Müslim)
Şimdi bir düşünelim devlet reisi, belde reisi, ev reis (anne-baba), vakıf-dernek başkanı ya da bazı insanların sorumluluğu üzerine verilen öğretmenler, kurs hocaları, ders hocaları, organizasyondan sorumlu kardeşlerimiz bu görevi yerine getirirken sorumluluklarının farkındalar mı? Âdil olma sıfatlarını gereği gibi yerine getiriyorlar mı? Ayet ve hadisleri kendimize uyarı olarak alıyor muyuz? Bu uyarılar ile kendimize çeki düzen veriyor, verilen müjdelerle sevinebiliyor muyuz? Yoksa koyu yeşil bir adalet uygulayıp kendimizi âdil mi zannediyoruz?
Amerika’da zencilere eşitlik hakkı verildiği yıllarda bir otobüste zenciler ile beyazlar arasında otobüsün ön koltuğuna oturma konusunda kavga çıkar. Beyazlar ön koltuğun kendilerinin hakkı olduğunu söylerken, zenciler ise artık eşit olduklarını, kendilerinin hakkı olduğunu söyler. Bu durum üzerine otobüsün şoförü herkesi aşağı indirir ve “Hepimiz artık eşitiz, siyah ve beyaz yok, artık tek renk var o da yeşil.” der sakinleşen halkı otobüse binmelerini söyleyerek devam eder “Şimdi artık otobüse binin, ama “koyu yeşiller arkaya” açık yeşiller ön koltuğa otursun.” der.
Koyu yeşil adalet, adalet değildir. Eğer bir anne-baba erkek ve kız çocuğuna hem maddi hem manevi farklı davranıyorsa, sorumluluğu üzerinde olan yöneticilerimiz yönettikleri kişilere karşı sevgi ve nefretinden dolayı birine (dostluk, akrabalık, yakınlık veya menfaat uğruna) gösterdiği müsamahayı diğerine göstermiyorsa, birine verdiği cezayı, diğerine vermiyorsa, birine aldığı hediyeyi, takdiri, teşekkürü diğerine yapmıyorsa, bunun adı koyu yeşil adalettir ve bu, adalet gibi görünse de yüce Rabbimiz katında asla adalet değildir.
“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.” (Nisa, 58)
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış)tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.” (Maide, 8)
Aslında bu yapılan davranışın Allah’a isyan olduğunun farkına varabilsek, Allah katında bunun hesabını vereceğimizi, bazen sevgimizden, bazen nefretimizden, bazen şefkatimizden, bazen kızgınlığımızdan bazen de umursamadığımızdan dolayı söylediğimiz sözün, yaptığımız işin, verdiğimiz mirasın, aldığımız hediyenin, ben yaptım oldu düşüncesinin kıyamet gününde nasıl bir karşılığının olduğunu gereği gibi idrak edebilsek âdil davranabilmek için elimizden gelen tüm çaba ve gayreti gösterirdik.
“Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.” (Enbiya, 47)
Şunu iyice idrak etmeliyiz ki, söylediğimiz sözün, yaptığımız işin ilahi adalette zaman aşımı yoktur.İşte bizler bu dünya hayatındaki sorumluluklarımızı yerine getirirken âdil idareciler, âdil hâkimler, âdil şahitler, âdil anne-babalar, âdil evlatlar, âdil bireyler kısacası âdil Müslümanlar ve âdil bir kul olarak kıyamet gününde nurdan minberler üzerinde oturma fırsatını kaçırmayarak Allah’ın sevdiği kul olmalıyız. Bundan büyük mükâfat, bundan yüce değer olamaz.
Şimdi şunu iyice düşünelim ki, bu dünyadaki hiçbir değer, hiçbir sevgi, hiçbir makam adaletli olmanın üzerinde değildir. Adaletin olmadığı yerde zulüm vardır, zalimlik vardır. Birileri bunu zulüm olarak adlandırmasa da Rabbimizin terazisinde zulüm diye adlandırılırsa işte o gün bizi kurtaracak hiçbir makam, hiçbir sevgi yoktur.
Zulümden uzaklaşıp âdil bir kul, âdil bir ümmet olup nurdan minberler üzerinde oturmak dileğiyle…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?