Murat KAPLAN
Hayatımızın en güzel şiiri, en son şiirimiz olmalı ve son şiiri yazabilmenin mücadelesi olmalı hayat…
İstesek de istemesek de akıp giden bir şeyler var. Dizgini olmayan bir şeyler… Akıp giden ama her yerden, içinizden, dışınızdan ve hissedebildiğiniz her yerden, akıp giden bir şeyler… Anladığımızı sandıkça aldandığımız, aslında ürktüğümüz, eskimenin ve eksilmenin çağrışımı, en çok da ölümde mana kazanan ve ömür kelimesinde kafamızda bir kum saati olarak beliren, kendimizde ve çevrede olup bitenlerin müsebbibi olarak gördüğümüz, yüzleri kırış kırış yapan bir şeyler… Akıp giden bir şeyler…
Zaman aktıkça biz akabiliyor muyuz? Bir yerden bir yere aktıkça, hayatın sadece o anda ve o yerde yaşananlardan ibaret olmadığını, anlayabiliyor muyuz? Değişebiliyor muyuz? Değiştirebiliyor muyuz bir şeyleri? Yoksa hayatı, nerdeyse her şeyi tekrar etmekten ibaret sanarak, avcısını bekleyen bir av gibi ecelini beklerken oyalanıyor muyuz sadece? Zamanın bütün akıcılığına rağmen, durağanlıkta rahatı bulacağını zannederek, rüzgâr karşısında toz olmaya mahkûm sabit duran bir taş parçası mıyız? Zamanla uyumlu muyuz? Mutlu muyuz birlikteliğimizden? Alan razı veren razı mı yoksa zaman engel olamadığımız bir hırsız mı? Biz edilgen o, hep etken mi? Bütün bu hikâyede kahraman kim? Sınanan kim biz mi yoksa zaman mı? Ve nihayet “sınandım” diyecek kadar zor olan görev ne?
Zaman, su, ömür ve sınav… Bütün bu kelimeler, bir gezi sırasında, Mardin’de bir araya geldi. Mardin’deyim, Kasımiye Medresesindeyim. Avlunun bir köşesindeki çeşmeden akıp sonra ortadaki havuza dolan suyun anlamını, anlatıyor oradaki hayatının olgunluğunu yaşayan bir görevli… Kaynaktan havuza kadar olan kısım, ömrün değişik evrelerini simgeliyormuş, havuzdaki su ise mahşer yerini… İyi olup yararlı işler yapanlar, havuzun üstünde, kötü olanlar ise havuzun dibinde kalıyormuş. Üsttekiler, havuzdan taşarak havuzun yanındaki kanallar vasıtasıyla yeşil bahçelere yani cennete gidiyormuş.
Zaman akıp gidiyor. Adına ömür denilen süreyle kısıtlı, her birimizin zamanı… Ömür akıp gidiyor. Akıp giden ömürleri ne kadar olursa olsun, güzel insanlar, güzelleştiriyor hayatı… Güzel insanlar, akıp gidiyor güzelliklere…
Zamanın hep aleyhimize işlediğini kim söyledi? Zamanın eskiten ve eksilten yüzü herkes için mi sanıyorsunuz? Her geçen saat ölüme yaklaşmak mıdır ve ölüm en kötü son mudur? Zamanın sandığımızdan farklı, hatta tersine aktığını düşünün. Karanlıktan aydınlığa doğru mesela, kozadan kelebeğe dönüşür gibi… Setre’nin yabancısıyız dediği, sürgün yerimiz olarak gördüğü dünyadan, asıl yurdumuza gider gibi… Mevlana’nın ölümü, vuslat gecesi görmesi gibi… Gelirken ağladığımız ve tek başına hiçbir şey yapamayacak durumdayken, kendimiz sevdiğimiz ve sevdiklerimiz adına güzelleştirebilerek hayatı, en azından güzelleştirmenin mücadelesini vererek, anlamlandırabiliyorsak zamanı, sıfırdan başlayıp ilerliyoruz demektir.
Geçen zaman, yaş aldırır bize… Ayaklarımız sağlam basabiliyorsa güç aldırır bize. Ölmek belki de hep güzele bir çabadır.
Zaman, yelkeniniz için güçlü bir rüzgârdır belliyse hedefiniz… Tekrarlarınızı yansıtmayı sevmiyorsanız dilinize, kaleminize hatta aynanıza en yakın dostunuzdur zaman…
Her anın kendine has cevherini, işleyip o cevheri, elmasa çevirmeli. Son nefesimiz, bir önceki nefesten daha çok heyecan vermeli bize. En güzel şiirini yazmaya çalışan bir şair titizliğiyle başlamalıyız güne her sabah. Zaman, daha genç yapmasa da daha güçlü yapmalı bizi. Bir sır gibi, bir büyü gibi, her birimizin kendince biriktirdiği bir şeyler olmalı çıkınımızda ve hayattan aldıklarımız ne kadar çok olursa olsun hayatın ezgisi, hep yeni bir şeyler fısıldamalı ruhumuza. Ölüm olduğunu bilsek de ölene kadar var olduğumuzu, ilan etmeliyiz hayata. Elimizin değdiği her yeri, güzelleştirmeye çalışırken en güzel şiirimizin henüz yazılmamış şiirimiz olduğunu, haykırmalıyız dünyaya…