Söze nasıl başlasam, nasıl giriş yapsam bilemiyorum. İçimde yanan ateşle sizi de yakmaktan korkuyorum. Zira asır yanıyor, yetiştiği zamana ben ağlıyorum. Mutluluğun, huzurun peşinden koşan gençlerimizin düştüğü tuzakları görünce gençlik sükût ediyor, ben kahroluyorum. Bu kadar mı unutkandır insanoğlu? Öyle ki, bazen Rabbini unutmak bir yana kendini unutuveriyor.
Düşünüyorum da genç kızlarımızı bu derece kör kuyulara atan şeyin ne olduğunu. Bir ilkokul öğrencisi bile olamamış küçük kızlarımızı yetişkin bir erkeğin nefsini azdıracak derecede giydiren anne ve babalarımız! İffet, narin bir gül gibidir. Onu korursan hep kokusunu alırsın. Fakat parçalayıp atarsan bir daha zor toplarsın. Daha küçük yaşlarda makyajla, seksi kıyafetlerle yavrunu bir gün yutabileceği asrın bağrında saklanan canavarlara teslim etme. Orta ve lise döneminde artık sevgilin yoksa sen yalnız kalmış basit bir insansın gözüyle bakacak hale gelen gençlerimizi düşündükçe içim kan ağlıyor. Bayanların giydiği tayt beni tahrik ediyor diyen erkeği az kalsın taşa tutan bir zihniyet kimi suçlar acaba? Bunu söyleyen erkeği mi yoksa içinde yıllardır susturduğu vicdanının sesini mi? Dar pantolonu, kısa gömleği, havalı saçları ve mest eden kokusuyla cadde ve sokaklarda gezip erkekler bana sataşıyor ben de bu yüzden yanımda köpek gezdiriyorum diyen genç kızımız! En güzel korumanın iffet olduğunu söyleyerek sesimi duyursam keşke sana.
Erkeğin kadına kadının da erkeğe benzediği tam da o zamandayız Ya Resûlullah. Öyle bir zaman gelecek ki başları deve hörgücü gibi giyinik fakat çıplak kadınlar olacak dediğin. Bir zamanlar uğruna hayallerinden vazgeçilen başörtünün şimdi moda haline gelmesi, türlü şekil ve renklerle kızlarımıza sunulup bir güzellik malzemesi halini alması kan ağlanacak bir durum değil mi? Bir gün Hz. Esma ince bir elbiseyle efendimizin yanına gelince efendimiz ondan yüz çevirir de el ve yüzünü işaret edip bunlar dışında diğer yerlerinin görülmesi ya da belli etmesi uygun olmaz der de Hz. Esma bir daha aynı vaziyetle asla dolaşmaz. Peki ya başörtüsü emri gelince ne yapmıştı Ensar kadınları? Buldukları perde gömlek etek ne varsa başlarına dolayıp ertesi günü öyle çıkmışlardı mescide arkada saf tutarak. Öyle ki sanki hepsinin başlarında kargalar vardı diye anlatır sahabe annelerimiz.
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle. Dışarı çıkarken üstlerine cilbablarını alsınlar. Bu onların tanınmamasını ve incitilmemelerini sağlar. Allah Gafurdur, Rahimdir (Ahzab, 59) Evin içinde en sıradan elbiselerini giyerken dışarı çıkınca da en güzel en şık kıyafetlerini giyen bacılarım acaba bunu hangi ruh haliyle yapıyor.
Sahi, ruh hali demişken, saatlerce sosyal medyada vakit öldüren(!) ne anaya ne babaya saygı ve tahammülü kalmamış gençlerimiz nasıl bir savrulmuşluk içindeler? Kişi nefsini düzeltmezse aile halkını da düzeltemez. Aile halkı düzelmezse akrabaları düzelmez. Sosyal çevre değişmezse bir toplum değişmez.
Anne babaların içi kan ağlıyor da geriye akıtıyorlar gözyaşlarını. Onlarda çaresiz onlarda bir derman aramaktalar dertlerine. Bilinmelidir ki aradığımız derman İslâm’dadır. Maneviyata aç susuz kalmış ruhlar hakikati duymak ve yaşamak istiyor. Nerde sahabe gençleri? Resûlullah’ın dizi dibinde dinini öğrenen gençler tarih yazdı alınlarının akıyla.
Bir Hifa hatun vardı asrısaadette. O kadar güzel ve hayâ sahibiydi ki bırakın bekârları evli bayanlar gelip eşlerine isterlerdi. Ama o gözlerini kaldırıp da bir defa bile bakmadı harama. Efendimizin sabah namazına kim önce gelirse Hifa’nın da rızasıyla düğünlerini yapacağız dedikten sonra olaydan haberdar olmayan bir sahabe en önce gelir mescide ve onunla evlenir. Lakin Hifa hatun gibi bir güzel cılız, fakir ve aynı zamanda çirkin bir adamla evlendi diye düşünerek zifaf gecesinde kendisi şükretmeyi eşinin de sabretmesini ister. Sabaha kadar bu hal devam eder ve sabah mescide giden sahabeye Efendimiz gece ne yaptılar ki günahlarının bağışlandığını sorar. Bu haberin kendisine verildiği sahabi secdeye kapanarak “Allah’ım mademki beni günahlarımdan arındırdın o halde emanetini al da sana tertemiz geleyim” der. Hemen oracıkta ruhunu teslim eder. Olayı şaşkınlıkla karşılayan sahabilere Efendimiz dönerek şöyle der: “Siz bir de gidip Hifa hatuna bakın. Muhakkak ki o da ruhunu teslim etti.”
Şu zamanda Hifa hatun gibi genç kızlara ne kadar da ihtiyacımız var. Kirpikleri boyalardan yukarı kalkamayan değil, hayâlarından harama bakmayan, gözlerini yere çeviren genç kızlarımız neredesiniz?
İffet, hayâ, dokunulmamış deyince bu manaları taşıyan bir diğer ismi Azra olan Hz. Meryem gelir aklıma. O ki büyük bir ahlâka sahip olmasına rağmen kimseye bir benzeri daha yüklenmemiş imtihanı yüklendi.
Bizim genç kızlarımız da iffetliydi. Tertemiz duyguları yaşanması beklenilen sevgi ve değerleri vardı. Bitmek bilmeyen dizi ve sinemalar gözlerini boyadı. Merhamet zavallılık, hayâ utangaçlık halini aldı. Böylelikle kendine bile merhamet etmeyen bir gençlik hayâdan da koparak en zavallı duruma düştü.
Bir asır ağlıyor gençlerimize. Artık en mahrem sahnelerin resmen ulu orta yerlerde sahnelendiği zamanlarda, zaman ağlıyor şahit olduklarına.
Peygamber efendimizin hadislerinde haber verdikleri yedi sınıf insan geliyor aklıma. “Hiç bir gölgenin olmadığı o kıyamet gününde yedi sınıf insan arşın gölgesinde gölgelenecek.” Bunlardan birisi “Kalbi mescitlere bağlı genç “ diğeri “Zinaya çağrıldığında ben Allahtan korkarım diyen kimse” buyuruyor Allah Resulü.
Sen hangi sınıftan olmak istersin ey genç kardeşim. Haydi, seçimini yap ve bu uğurda mücadele et. Gayret et! Şimdi asrın ağladığı değil arşın özlediği genç olmaya…