Ramazan denince nedense büyüklerimiz bir ah çekerek” Nerede o eski Ramazanlar?” derler.
Bu sitem veya bu özlem nedendir diye biraz düşündüğümüzde aslında gerçekten de eski Ramazanların şimdiki Ramazanlarla aynı olmadığını görmüş olacağız.
Aslında değişen Ramazan değildir. Çünkü o her zaman aynıdır. Otuz günü hiç eksilmedi veya artmadı, sahur ve iftar zamanları da hep aynı. Rahmet melekleri eskiden de şimdi de iniyor yeryüzüne. Şeytanlar eskiden olduğu gibi şimdiki Ramazan aylarında da bağlanıyor ve bire on sevap veriliyor.
Fakir fukara her zamanki gibi gözetiliyor, iftar sofralarında en az bir, bazen onlarca, yüzlerce misafir davet ediliyor. Hatta belki de şimdiki Ramazan ayları eskiye göre daha dolu, daha bereketli geçiyor.
Sıcacık ekmek kokuları mahallelileri kuyruğa dizerken, ezan sesiyle birlikte atılan top sesleri aynı şekilde geleneğini sürdürüyor.
Peki büyüklerimizin iç çektiği değişim neydi?
-İnsanlar değişti!
-Niyetler değişti!
-Amaçlar değişti!
Kısacası Ramazan ayının bilinciydi değişen…
Eskiden çoluk çocuk, genç yaşlı demeden herkes birinci günden son güne sabırla tutardı orucunu. Namaz kılmayan bir insan bile bu aya hürmeten bütün günleri eda ederdi. Şimdiki gençler ve bazı yetişkin insanlar âdet yerini bulsun diye ilk günden tutmaya başlıyor, daha yarısına gelmeden ertesi gün yemeye başlıyor maalesef.
Peygamber Efendimiz sahur yemeğinde bereket olduğunu, bir yudum suyla bile olsa sahura kalkmamızı tavsiye etmesine rağmen sahura kalkmaya dahi tenezzül etmeyen bir nesil yetişti.
Eskiden Ramazan ayı mağfiret ayıdır diyerek eline, diline, gözüne sahip çıkılırken, orucun sıhhatine engel olacak bir kötülükten kaçınırken, günümüzdeki insanlar gece oruç tutup gündüz gıybet ve dedikodu ile iftar etmekte.
-Ahh… Nerede o eski Ramazanlar?
Fakiri, yetimi sevindirmek, Efendimize komşu olmak kadar faziletlidir deyip markete, mağazaya götürdüğümüz o masumların fotoğraflarını marifetmiş gibi her yerde boy boy paylaşıp bir de selfy yapıyoruz. O Allah’ın kulunun kendisine yardım edilirken başını utançtan yere indirmesi kadar büyük bir kabahat var mıdır? “Başkalarına da örneklik teşkil etsin diye paylaşılıyor” diyen kardeşlerime söylemek isterim ki en azından yüzleri görünmese, kim oldukları yazılmasa onurlarını zedelememek açısından daha hayırlı değil midir?
Bütün gün oruç tutuluyor, akşam da iftara misafir çağrılıyor, üstüne ikram ettiği yemeğin resmi çekilip bir de beğeni topluyoruz. Olanı var, olmayanı var, birinin canı çeker diye düşünemeyecek kadar bizi hikmetsiz yapan nedir acaba?
Hem sitem hem özlem benimki, af buyurun. Dedik ya, nerede o eski Ramazanlar?
Ben çocukken hatırlıyorum da oruç tutmaya gücü yetmeyen biri, bir şey yemek istediğinde gözlerden sakınır, kimsenin onu yemek yerken görmesini istemezdi. Şimdiki gibi çarşı ortasında başına su şişesi dikip oruçlu arkadaşlarının gözü önünde kana kana su içen insanlar yoktu.
Sahabe efendilerimizin iftarında genelde zemzem suyu ve hurma olurdu. Mideyi doldurmadan az yiyip hemen ibadetlere koşarlardı. Şimdiki insanların sofrasında çeşit çeşit yemek ve içecek dolup taşmakta. Tıka basa dolan mide yerinden teprenemeyecek bir hâle geliyor da değil yirmi rekât, iki rekât teravih kılamayacak hâle geliniyor.
Ramazan, af ve mağfiret ayıdır. Dua ayı, ibadet ayıdır. Bütün gün uyku çekip iftara yakın televizyon ve telefonla vakit öldürüp iftara yetişilen ay değildir.
“İnsan, Ramazan ayının faziletini bilseydi, yılın hepsinin Ramazan olmasını isterdi.” buyuruyor Efendimiz. Ramazan ayında, “bir an önce bitse de” diye başlayan cümleler duyduğumda eski Ramazanları arıyor yüreğim.
Bazı insanların da Ramazanı diyet ayına çevirmeleri gerçekten ağlanası bir durumdur. Oysa Peygamber Efendimiz sahura kalkar, az bir şeyler yer, çoğu zaman yiyecek bir şey de bulamaz ve Ramazan’da sürekli ibadet ederdi. İftarda da onu ayakta tutacak kadar zemzem suyu ve hurma ile orucunu açar, sonrasında uzun uzun namaz kılardı. Bazı insanların teravih namazı kılarken nefes nefese kaldıklarına şahit olmamız gerçekten çok üzücü bir durumdur.
Ramazan’ın son on günü geldiğinde bizim gibi bayram hazırlığı yapmaz, hanımlarından uzaklaşarak itikâfa çekilirdi. Sürekli mahzun ve kederliydi. Bütün günahları bağışlandığı halde bazı zamanlar sadece azı dişi görünecek kadar tebessüm eder, hiçbir zaman kahkaha ile gülmezdi.
Ramazan ayının İslâm’ın bizden istediği gibi yaşanması ve hakkının verilmesi gerekir. Hakkıyla eda edildiği zaman bayram, asıl bayram olur ki Peygamber Efendimiz “Ramazan’a girip çıkıp da bağışlanmayan kimsenin burnu sürtünsün” buyuruyor. Rabbim bize Ramazanı hakkıyla yaşamayı nasip etsin.
Selam ve dua ile…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?