Osmanlı’nın 17. yüzyılın sonundan itibaren savaşlarda almış olduğu yenilgiler, devletin ebed-müddet kimliğinin korunması için mütefekkirleri yeni fikirler üretmeye ya da denenmemiş başka başka çözüm önerileri üretmeye götürmüştür. Ortaya atılan çözüm odaklı iddialar/tezler, Osmanlı’nın özellikle 19. yüzyılda sosyal, ekonomik ve askeri sahada almış olduğu ağır yenilgilerin önüne geçememiştir. Neticede çöken Osmanlı’yı bu çöküntüden kurtarmak ya da enkazın altında kalmamak için geliştirilen tezler arasında Osmanlıcılık, Turancılık, ümmetçilik gibi kısmî olarak yaralara merhem olabilecek ve devleti bu kötü gidişattan kurtarmayı amaçlayan bazı düşünceler ortaya çıkmıştır. Şüphesiz bu fikirlerden biri de batıcılık fikridir.
Batı Nedir?
Batı kavramından bahsederken coğrafi bir mekândan bahsetmiyoruz. Bunun yerine batıyı; tarihî, kültürel, ekonomik bir üst değerin haricî toplum ve coğrafyalar tarafından elde edilme ya da ulaşılma çabasını harekete geçiren bir özne olarak görmek gerekir. Hal böyle olunca batının tanımını yapmak da hayli zorlaşmakta, karmaşık bir hal almaktadır. Yukarıdaki tanımdan da anlaşılacağı üzere batıyı tarif ederken batılılaşmayı da dikkate almak gerekir. Öyleyse batı ve batılılaşmayı, teknik boyutun ötesinde sömürgeci, emperyalist ve kapitalist döngüler oluşturan bir kültür olarak düşünmek gerekmektedir.
Batıyı düşünürken Hıristiyanlık dinini, Avrupa coğrafyasını, beyaz ırkı, sömürü ve kapitalizm yanında aydınlanma felsefesini de dikkate almak gerekir. Görüldüğü gibi bunların hepsinin bir arada olması bizi, sağlıklı bir sonuca götürmekten ziyade kaotik, fakat zorunlu kültürel bir pratiğe götürmektedir.
Batılılaşma Nedir?
Batının ne olduğu idrak edildikten sonra artık Batılılaşma kavramına geçilebilir: “Dünyanın batılılaşması, İskender’in Asya yolculuğu ile başlayan, Roma fetihleri ve Haçlı seferleri ile devam eden, sömürgecilik, emperyalizm ve kapitalizm ile kemâle eren tarihsel bir süreci ve bu anlamda doğu-batı ilişkisinin daha geniş ve özel bir kullanımını ifade etse de esas itibariyle Batı’nın teknik üstünlük ve bu üstünlük duygusunun da beslendiği aydınlanmanın büyük felsefî geleneğini aracı kılarak dünya ile kurduğu eşitsiz ilişkinin adıdır (Deniz, 2005: 23).”
Hilmi Ziya, Batılılaşma için “Çağdaş Batı kültürüne girmek için bu kültür dışındaki kavimlerin yaptıkları çabaları ifade eder” tanımını kullanmıştır. Öyleyse bu kavram dünyasına girmek için haricî bir çabanın varlığı da mevcut olmalıdır. Bunu sürdüren kavim ve coğrafyalar, aslında kendi fiziksel ihtiyaçlarını gidermek için pratik yöntem ve teknikleri elde etme çabası içindedir. Ancak her şey, sadece bu tekniğin alınmasından ibaret değildir.
Ülken, batılılaşmanın iki ana yöntemle pratize edildiğini düşünmektedir: Bunlardan birincisi sadece teknikte batılılaşmak ve geleneğe bağlı kalmak şeklinde tezahür ederken diğeri batılılaşmanın teknik, kültür, sosyal yaşantı ve ihtiyaçların bütününde gerçekleşmesi gerektiği çerçevesindedir (Deniz, 2005: 23). Türkiye’deki batılılaşma serüvenine bakıldığında ülkenin bir taraftan pratik sosyal hayatta kültür çatışmalarına, krizlere açık hale geldiği öte taraftan ikili toplum yapılanmalarının ülke içinde sürekli gündemi meşgul ettiği görülecektir (Beyazyüz, 2017: 132).
Batıcılık Nedir?
Müspet bilimin Anadolu coğrafyasına gelişi hayli eskidir. Yükselme ve duraklama dönemlerinde ilmî olarak kendine yeten Osmanlı, 18. asrın sonundan itibaren alınan savaş yenilgilerinin de önemli etkisiyle pozitif bilimlerdeki trajik açığını gidermek için çeşitli yollara başvurmak zorunda kalmıştır. Yurt dışına gönderilen daimî sefirler, Batının yaşamış olduğu baş döndürücü değişime şahit olmuşlardır. Öte taraftan Osmanlı elçisi Ali Aziz Efendi’nin Alman şarkiyatçısı Friedrich Von Diez ile olan haberleşmesi yanında insan hakları alanındaki açılımlarıyla Sadık Rıfat Paşa, ünlü mütefekkir Ahmet Cevdet Paşa, Ali Suavi, Türkiye’nin çağdaşlaşma problemini deşifre eden Tunuslu Hayrettin Paşa, bir ıslahatçı olarak Küçük Said Paşa, Türk düşünce tarihinde Arap kültürünü derinden soluyan Sait Halim Paşalar batılılaşma ve çağdaşlaşma fikrinin bir düzleme oturtulabilmesi için önemli çabalar sarf etmişlerdir (Kur’ân, 1997).
Şerif Mardin’e göre batıcılık, “Osmanlı İmparatorluğunda başlayıp Cumhuriyet Türkiye’sinde yeni boyutlar kazanan, Batı Avrupa’nın toplumsal ve fikirsel bileşimini erişilmesi gereken bir hedef olarak gören yaklaşım (Deniz, 2005: 31)” şeklinde tarif edilmiştir.
Türkiye’deki batıcılık her zaman yedek atlarıyla beraber yol almıştır. Bunlardan batılılaşma, modernleşme, çağdaşlaşma gibi kavramlar, batıcılık söz konusu olduğunda devreye giren kavramlar olmuştur. Öyleyse batıcılık kavramıyla beraber bahsedilen bu kavramları da devreye almak, Batıcılığın aslında ne anlama geldiğini anlamaya da yardımcı olacaktır.
Batıcılık ve Pragmatizm
Türkiye’de batıcılık, milliyetçi muhafazakâr söylemlerin etki alanları, gücü ve tedavüle sürülme süreci de dikkate alındığında aslında “devleti kurtarma”ya odaklanmıştır. Bu da batıcılığın basit bir pragmatizme düşmesine sebep olmuştur. Bu pragmatizm beraberinde hızı getirmiş, bir taraftan batıcı zihnin unsurları üstenci bir yaklaşımla belki de devlet eliyle halka dayatılırken öte taraftan batıcılığın pratik hayattaki varlığı aceleci bir kimliğe bürünmüştür. Çünkü Avrupa ya da birinci dünya ülkeleriyle olan özellikle teknokratik mesafenin kapatılması, batıcı ürünlerin sindirilmeden tüketilmesi sonucunu doğurmuştur.
Osmanlı Devleti ve Türkiye’deki Batıcılığın hız yönü dikkate alındığında sürdürülen batılılaşmanın zihniyet eksenli değil aktivasyon nitelikleri haiz olduğu görülecektir. Bu eylemsellik, insanın göz ardı edilmesini, yeni problemlerin ortaya çıkmasını doğurmuştur. Böylece insan trajik bir şekilde ıskalanmıştır.
İnsanın Iskalanması
Türkiye’deki 250 yıllık sürecine de bakıldığında ülke insanının geçmişle gelecek arasına sıkıştığı görülecektir. Buna batı ile mesafenin daha da açılacağı korkusu eklenince harbin psikolojik boyutu yani insan boyutu dikkatten kaçmıştır. Geçmişle gelecek arasındaki sıkışmışlığı biraz da geçmişi ve geleceği bir arada yaşama ya da bu iki kavramı bir özne olarak birleştirme üzerinden okumak gerekir (Deniz, 2005: II).
Batılılaşmanın Göstergeleri
Batılılaşma sürecinde Osmanlı-Türkiye devlet ve milletiyle bir devinim ve dönüşüm yaşamıştır. “Tanzimat, Islahat Fermanı, Kanun-i Esasi, Meclis-i Mebusan, Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, İttihat ve Terakki ve nihayet Cumhuriyet hep bu devinim ve dönüşümün sonuçlarıdır (Deniz, 2005: II).” Bu da göstermektedir ki, Türkiye’deki Batılılaşma serüveni için bir taraftan yasal düzenlemeler yapılmaya çalışılırken öte taraftan da devletin halkıyla beraber çeşitli aygıtlarla değiştirilip dönüştürülmesi tasarlanmaktadır.
Üç Tarz-ı Siyâset
Bir dönem tespit edilen sorun ve sıkıntılar arîza, lâyiha ya da risâle şeklinde mülkün sahibine yani sultana sunulmaktaydı. Sultan bu metinler çerçevesinde kendi nevi şahsına münhasır bir tarzla sorunlara çözümler üretmekteydi. Bunun için her ne kadar bürokratik düzen içinde çeşitli aşamalar varsa da sultanın gölgesinde hareket etme güdüsü sorunların hızlı ve pratik çözümünün de önüne geçmekteydi. Zamanla bu yöntem değişmiş, artık 19. yüzyılın sonunda olduğu gibi sultanın bizzat kendisi de eleştirilir hale gelmiştir. Sultanın eleştirilebilir pozisyona gelmesi, yeni düşünce akımlarının da ortaya çıkmasını getirmiştir.
Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyâset’indeki “Osmanlılık: Vahdet-i Milliyet-i Osmâniyye; İslâmlık: İttihâd-ı İslâm; Türklük: Tevhîd-i Etrâk (Deniz, 2005: 3)” üçlemesi, Osmanlı’daki çözüm yollarını özetlemekte ve bunların tenkidini yapmaktadır. Buna göre 1871 Fransa-Almanya savaşının Almanların galibiyetiyle sona ermesi bir dönüm noktasıdır. Böylece Osmanlılık düşüncesi sonra ermiştir.
Avrupa’ya giden Genç Osmanlıların ittihâd-ı İslâm düşüncesine sarılmaları da Avrupa’da hem garbı hem de şarkı daha iyi bir şekilde anlamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Osmanlı’nın Panislamizm politikasına yaklaşması ülke içerisinde kırılma, ayrılma ve isyanları beraberinde getirmiş, Osmanlı’nın muasırlaşmak sürecindeki bir devlet olarak Tanzimat’tan beridir elde ettiği birçok kazanımın da elden çıkmasına, kaldırılmasına ya da lağvedilmesi ile sonuçlanmıştır (Deniz, 2005: 5-6). Burada Panislamizmin direkt bu tercihte etkili olduğunu söylemek doğru olmayabilir. Dönemin bütün şartlarını da göz önünde bulundurmak gerekir.
Ancak şu bir gerçektir ki, Osmanlı’nın aydınlarıyla beraber tefekkür edip reel hayata yansıtmaya çalışmış olduğu kurgu, başarılı sonuçlar vermemiştir. Bu yüzden kuvvetin elde edilmesi için yapılan çabalar, neticede yetersiz kalmıştır. Bu durumda siyasetin de devletin ve toplumun şekillenmesinde nasıl bir rol oynayacağını düşünmek gerekir. Bu düşünüş, sürece dâhil edilen düşüncelerin de başarı/sızlığını ortaya koyacaktır.
Osmanlıcılığın Doğuşu ve Ölümü
Osmanlıcılık düşüncesi kavramsal olarak 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır, ama pratikte bu düşünceyi Osmanlı’nın özellikle yükselme döneminden itibaren görmek mümkündür. Adı konulmayan bir düşüncenin asırlar süren bir iktidarının 19. asrın sonlarına doğru kavramsal çerçevesinin oturması, bu düşüncenin sahadaki gerçekliğine işaret etmektedir. Ancak bu düşüncenin Tanzimat’ın getirdiği düşünce işçiliğiyle deşifre olmasının ya da ortaya çıkmasının zamanı, bu düşüncenin maalesef ölüm anına denk gelmektedir. Yani kavramın literal açıdan mevlidi ile mevti aynı zamana denk gelmiştir.
Üç Cereyan: Türkleşmek, İslâmlaşmak ve Muasırlaşmak
Üç Tarz-ı Siyâsete mukabil olarak Ziya Gökalp’in ortaya attığı Üç Cereyan; Türkleşmek, İslâmlaşmak ve Muasırlaşmak kavramlarını içermektedir. Akçura’dan mülhem olacak ki, Gökalp İslâmcılık ve Batıcılığa önem vermiştir. Gökalp, Türkçülüğün gazeteyle, İslâmcılığın kitapla, Batıcılığın da teknik/âletle ortaya çıktığını ifade etmiştir (Deniz, 2005: 12). Menşeleri itibariyle aslında her düşüncenin birbirine derinden muhtaç olduğu görülecektir.
Osmanlı’nın çok uluslu yapısı, devletin “hasta adam” profili, Avrupa’nın Sanayi inkılabını başarılı bir şekilde kendi içinde tatbik edişi, toplumsal olarak Osmanlıcılığa ve İslâmlığa (İslâmiyete, dinsel sembol ve düşüncelere) mesafeli durmayı beraberinde getirmiştir. Bundan sonra Türkçülük düşüncesinin yanıbaşında Batıcılık düşüncesi tezahür edecektir.
Mustafa Kemal’in Duruşu
Yeni Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra süreç içinde Mustafa Kemal’in düşünce serüveninin Nutuk adlı kitaba yansıdığı görülmektedir. Osmanlıcılık fikrine oldukça mesafeli duran Mustafa Kemal, İslâmcılıkla da bir yere varılamayacağını anlamış, milli bir siyasetin sürdürülmesi gerektiğini düşünmüştür. Bu siyasetin ana çerçevesi Türklük ve Batıcılığı içinde barındırmaktadır.
Ancak Mustafa Kemal’in Türkçülüğü bir realiteye dayanırken batıcılığı da popüler ve pratik bir pragmatizme dayanmaktadır. Öyle ki, zaten daha düne kadar Anadolu’nun adeta Batının ağzından alınıp yeniden bir özneye dönüştürülmesi için mücadele verilmiştir. Savaşı kazandıktan sonra ülkenin kültürel kodlarının batıcılığa istençli bir şekilde evrilmek istenmesi düşünülemez. Ayrıca M. Kemal’in Türkçülük ile ilgili görüşleri milli sınırlarla sınırlandırılmıştır (Deniz, 2005: 17). Mustafa Kemal’in milli sınırlar dışındaki Türklerle Turancılık/Türkçülük düşüncesini yürütmemesi, kısa ve orta vadede pratik kazanımlarının olmayacağını düşünmesiyle ilişkilendirilebilir.
Toynbee’ye Göre Türkler ve Çinliler
Toynbee Dünyanın batılılaşmasından bahsederken Türkler ve Çinlilerden özellikle bahsetmektedir. Buna göre bu iki ırk aslında bütün Asya ve Uzak Asya yanında İslâm coğrafyasını ve Afrika’yı da yayılmasıyla temsil etmektedir. Bu da aslında batılılaşan bir dünyada Avrupalı öznenin kaderinin ne olacağının sorgusudur. Batılılaşan bir dünyada Avrupalı olmak, bir ayrıcalık olmaktan çıkacak, yerine Hıristiyanlığın daha soft ve silik bir butik forma bürüneceği, kapitalizmin yeni evlatlarının doğacağı, beyaz ırkın üstünlüğünü kaybedeceği, aydınlanma felsefesinin de işlevsizleşeği bir süreç başlayacaktır. Böylece Avrupalı öznenin muhtemelen yaşlılık çağını yaşayıp tarih sahnesinden çekileceği bir son ile karşılaşacağı bir sürece gelinecektir.
Toynbee’ye göre dünyanın batılılaşması için Avrupalılar da çeşitli teşebbüslerde bulunmuşlardır: Haçlı seferleri, coğrafi keşifler ve 17. yüzyıldan 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar yoğunluklu olarak süren Avrupalıyı başka coğrafyalara götürme politikalarıdır. Bunların hepsinin de istenilen neticeyi vermemesi, Avrupa’nın yeni süreçlere hazırlandığını göstermektedir (Deniz, 2005: 44-45).
Sonuca Giderken…
Batıcılık Osmanlı’da Tanzimat öncesinde başlayıp son 200-250 yıllık zaman diliminde Türkiye’nin kültürel, toplumsal ve siyasal yapısını değiştiren bir kavramdır. Bugünkü Avrupa Birliği süreci de bu değişimin bir göstergesidir.
Tek kurtuluş yolu olarak batılılaşmanın tercih edilmesi fikri, II. Mahmut dönemiyle başlamıştır. Nizam’dan terakki’ye söylemi aslında bu süreci sürdürürken geleneksel hüviyetin de dikkate alınmasını gerektirmektedir. Geleneği terakki için bir engel olarak görmek, çözüm önerisi fukaralığıyla ilişkilidir. Oysaki gelenek, kendi düzleminde seyrederken terakkinin gerçekleştirilebileceği unutulmamalıdır. Terakki gerçekleşirken sekülerleşme de gerçekleşmiştir.
- yüzyılın başında peş peşe gelen II. Meşrutiyet, II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi, Balkan Savaşları, Trablusgarp Harbi, I. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı gibi bedeli son derece ağır olan olaylar, yeni Cumhuriyetin tarih sahnesine girerken hangi paradigmayla hareket edeceğinin adresini de belirlemiş oluyordu. Osmanlıcılık, İslâmcılık, Ümmetçilik düşünceleri artık doğumu yapılmak istenen yeni devletin ve savaşlarda yorgun düşmüş zavallı halkın sorunlarına cevap vermiyordu.
Batılılaşmak için yegâne engelin İslâm’ın/Müslümanların geri kalmışlığı olduğu düşüncesi hakikate işaret etmemektedir. Bu durum, çözümün savsaklandığı ve ıskalandığını göstermektedir. II. Meşrutiyet’ten sonra Abdullah Cevdet’in düşünceleri batılılaşma düşüncesine yön vermiştir. Muamelâtta içtihat kapısının yeniden açılması gerektiği fikri, Cevdet’in temel dayanak noktası olmuştur. Böylece Cevdet, İslâm’ı bir doğal muhalefet ya da kriz çözücü bir unsur olarak değerlendirmiştir.
Abdullah Cevdet, tamamen fundamental bir batıcı iken Celal Nuri “ılımlı batıcı” pozisyonundadır. Cevdet, Batının her şeyiyle alınmasını makul ve rasyonel görürken Celal Nuri sadece teknik medeniyet boyutunun alınmasından yanadır. İttihat ve Terakki’nin fikir babası olan Ahmet Rıza Bey de ittihat ve terakki eksenli bir batılılaşmadan yanadır. Batılılaşma fikrinin savunucularının ortak noktası, devleti kurtarma düşüncesidir.
Bütün bu tartışmaların aslında merkezinde yer alan en temel sorunlar din kaynaklıdır. “Ancak bu akımların İslâm’ı algılama biçimlerinde ve çözüm önerilerinde farklılıklar bulunmaktadır. Batıcıların çözüm önerisi, pozitivist anlayışa uygun olarak dinin sekülerizasyonunu sağlamak suretiyle, dinin olabildiğince bireysel plana indirgendiği bir yaşam tarzı benimsemek ve topyekûn Batılılaşmak gerektiği yönünde olmuştur” (Taş, 2019: 476-77).
Türkiye’deki batılılaşmayla birlikte ortaya çıkıp gelişen modernleşmenin başat kaygısı, devleti kurtarmak olmuştur. Bu durum, felsefi olarak bir kabullenişten ziyade fiziksel bir pragmatizmle ilişkilidir. Öyleyse Türkiye’deki batıcılık, batılılaşma ve modernleşme, hayat içinde pratik ve pragmatik fiziksel, şahsi ve toplumsal ihtiyaçların karşılanmasını içermektedir.
Cumhuriyet döneminde milliyetçilikle beraber batılılaşmanın yedeğine aldığı ve süreç içinde destekleyip kendisiyle yol yürüyüp vitrine çıkardığı ulus, Türk ulusudur ve bu ulus misakı milli sınırlarının içindedir. Türklüğün ileri sürülmesi yine pragmatik temellere dayanmaktadır. Çünkü ilgili dönemde misakı milli sınırları içinde olan halklardan en fazla devlet geleneğine sahip olan ve devlet tecrübesini dinamik bir şekilde yaşantısında pratize eden ulus Türk ulusudur.
Her ne kadar Mustafa Kemal muasırlaşmak kavramını kullansa da kastettiği şey aslında batılılaşmadır. O’nun çağdaşlaşmasının temelinde iki önemli kavram yatmaktadır: Batılılaşmak ve Türk milliyetçiliği. Smith’in “Milliyetçilikten muzdarip olanların, kurtuluş olarak yine milliyetçiliğe sarılmaları dayanılmaz bir çelişki örneğidir (Deniz, 2006: 62).” düşüncesi, icraatta işlerin pek de istenildiği gibi gitmediğini göstermektedir. Batılılaşma ve Türk milliyetçiliğine yaklaşımını anlamak için bir asker ve devlet adamı kimliğiyle Mustafa Kemal’in pratik zekâsını ve manevra kabiliyetini dikkate almak gerekir. Milliyetçi ideolojiyi resmî ideoloji haline getiren Mustafa Kemal, belki de yeni bir ideolojik kurtuluş mücadelesinin nasıllığına işaret etmiştir.
Batı dışı toplumlar bir taraftan modernleşme sürecini sürdürmeye çalışırken bir taraftan da bu süreci tamamlayamama ve süreç içinde yeni boyutlar kazanan modernleşmeye uygun bir form geliştirememe sorunu yaşamaktadır. Modernleşmeye özenen toplumlar süreç içinde umutsuzluk, kimlik bunalımı, fiziksel yetersizliğin kanıksanması problemlerini yaşadıklarında sürecin sekteye uğramasıyla karşılaşmaktadır. Bu da Batılılaşma sürecinin Osmanlı’da ve Türkiye’de olduğu gibi asırları aşan bir sürece dönüşmesine sebep olmaktadır.
Türkiye’nin batılılaşma süreci, çeşitli senaryolara göre nihayete erebilir. Bunlardan birincisi Batının nevi şahsına münhasır olan cazibesini kaybetmesidir. İkincisi ve bizim için de en önemlisi Türkiye’nin batılılaşırken sunmuş olduğu sebeplerden geri kalmışlık, teknolojik yoksulluk, düşünsel krizden çıkmış olmasıdır. İşte o zaman Bourdieu’nun habitus olarak nitelediği “bireyin yetiştiği ortam içerisinde toplumsal yaşamda elde ettiği birtakım kimlikler”in ülkemizdeki ferdî ve öznel karşılıkları, kendine yeten ve dışarıda da pratik cazibe imkânları sunan birer kimliğe bürünecektir.
Kaynakça
1) Beyazyüz, Selim. (2017). Oryantalizm, Batıcılık ve Modernleşme Kavramları Üzerinden Türk Sinemasına Bir Bakış, Akdeniz Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Güz, S. 2, s. 125-151. 2) Deniz, Faruk. (2005). Türkiye’de Batıcılık Tasavvurunun Gelişimi ve Dönüşümü. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi Anabilim Dalı. 3) Deniz, Faruk. (2006). İmparatorluktan Ulus Devlete Geçişte Akçura, Gökalp ve Mustafa Kemal’in Yeni Siyaset Arayışları. Dîvân İlmî Araştırmalar, S. 21, s. 35-62. 4) Kuran, Ercüment. (1997). Türkiye’nin Batılılaşma Serüveni ve Milli Meseleler. Ankara: TDV Yayınları. 5) Taş, Kemaleddin; Göksüçukur, Betül. (2019). Osmanlı Dönemi Batıcılık, İslâmcılık Türkçülük Fikir Akımları ve Din, Dini Araştırmalar, c. 22, S. 56, s. 463-488.