Günümüzün önemli kalbî hastalıklarından biri tembelliktir. Tembelliğin sosyolojik, psikolojik ve de ekonomik zararları olduğu gibi bedenî ve ruhi tahribatları da bulunmaktadır. “İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir. Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir.”1 diye buyuran Rabbimiz; sabah ve akşam “Acizlik ve tembellikten Allah’a sığınırım.”2 diye buyuran Peygamberimiz, bu hastalıktan korunmanın önem ve ciddiyetine değinmiştir.
Şeytan’dan Allah’a sığındığımız gibi tembellikten de Allah’a sığınıp önlem alma ciddiyetini kuşanmamız gerekir. Çünkü bireysel ve toplumsal çözülmenin, çürümenin, gerilemenin, bozulmanın, zilletin ve delaletin en büyük sebebi tembelliktir.
Peygamber (s.a.v.)’in kendi eşyasını kendisinin taşıması, bir sefere gittiği zaman ashabı gibi kendisinin de bineğe sırası geldikçe binmesi, ashabından ”kimseden bir şey istememe üzerine biat istemesi” tembelliğe karşı birer önlemdi. Bir defasında Resûlullah (s.a.v.): “Kim biat eder?” sorusuna karşılık olarak azatlı kölesi Sevbân: “Ey Allah’ın Resûlü! Biz biat ettik ya!” dedi. Hz. Peygamber de: “Bu biraz farklıdır. Bu seferki hiç kimseden bir şey istememek şartına bağlıdır.” buyurdu. Bunun üzerine Sevbân: “Ey Allah’ın Resûlü! Böyle bir biatın karşılığı nedir?” diye sordu. Hz. Peygamber de (s.a.v.) “Cennet” olduğunu söyledi. Sevbân r.anh de Hz. Peygamber (s.a.v.)’ebu şart üzerine biat etti. Bu konuda Ebu Ümâme (r.anh) şunları anlatıyor: “Mekke’de, hacıların en çok toplandıkları bir sırada Sevbân’ı gördüm. Bir hayvan üzerinde bulunuyordu. Birden elindeki kamçı hacılardan birinin omuzuna düştü. O kişi, kamçıyı vermek istediyse de Sevbân (r.anh)bunu kabul etmeyerek hayvanından indi ve bizzat kendisi aldı.”3
Peygamber (s.a.v.)’in bu yöndeki eğitimini kavramış olan Hz. Ebubekir’in, halife olarak seçilmiş olmasına rağmen belli bir süre Medine’de hayvan sağıp elinin emeğiyle çalışıp kazanması manidardır. Hz. Ömer’in (dönemin en büyük devletlerinden birinin halifesi olmasına rağmen) Kudüs’ün anahtarlarını almaya giderken beraberindeki yol arkadaşıyla bineğe dönüşümlü binmesi, tembellikten uzak bir hayatın pratikteki yansımasıdır.
Bugün ister işçi, ister patron, ister memur, ister amir, ister fakir, ister zengin olalım; bizi tembelliğe itecek hal ve hareketlerden, yaşam tarzından Allah’a sığınmamız gerekir. Yoklukla da varlıkla da imtihan edilirken tembellik bir risk ve bir tehdittir.
Firavun, İsrailoğulları’na her türlü insan dışı muameleyi reva görürken İsrailoğulları’nın boyun eğmesinin altında yatan neden de tembellikti. Allah, onları Firavun’un esaretinden kurtardıktan sonra tembelliğin esaretinden kurtulamayan İsrailoğulları, kendi elleriyle oluşturabilecekleri gölgeyi, yine kendi elleriyle ekebilecekleri meyve ve sebzeyi Allah’tan isteme acizlik ve tembelliğini göstermişlerdir. Öyle ki, bu tembellik daha sonra akidelerine de yansıdı. Hz. Musa’nın emirler indiren Rabbine itaat etmeyi bırakıp kendi elleriyle yaptıkları ve kendi kontrollerinde olan buzağıya tapmaya başladılar. Çünkü kendi elleriyle yaptıkları bu ilah, tam da tembelliklerine uygun bir ilahtı. Bu arada gördükleri bunca mucize bile tembellik prangalarını koparmalarına yetmedi. Filistin’in kapılarına gelip düşmanla savaşmaları istenince de “Sen ve Rabbin gidip savaşın. Biz burada oturacağız…” diyerek tembelliklerinin kurbanı oldular.4
Bu kıssayı incelediğimizde tembelliğin sonucu olarak bir kavmin köleliğe ve korkaklığa nasıl mahkûm olduğunu, inancının nasıl yozlaştığını, hazırcılığa nasıl alıştığını görürüz. Bu kadar vahim sonucu olan bu hastalığa duyarsız ve lakayt kalmak bu sonuçlarla karşı karşıya kalmak anlamına gelir.
Tembelliğin önüne geçmek için “iki günü bir olanın zararda olduğu” hadisinden yola çıkarak kâr-zarar hesabı yapmamız gerekir. İki günü bir olan ya var olanla yetiniyordur ya da günü kurtarma derdine giriyordur. Bu iki durum da sermayeyi tüketmek anlamına gelir. Sermayesi tükenen kişi de çoğu zaman nefsiyle hesaplaşıp üzerindeki tembelliği atmak yerine; karamsar olur ve çevresine kasvet yayar, çalışıp didinmek yerine mazeretler üretir, ağır sorumluluklardan kaçar ve yapacaklarını ağırdan alır, kusurlarıyla yüzleşeceğine kusur avcılığı yapar, eldeki imkânlarla üretime geçeceğine var olan imkânları da heder eder.
Hâsılı, bu hastalığa müptela olan insanlar direnmek yerine dinlenmeyi, cehd yerine ataleti, azmin yerine bezginliği, uyanıklığın yerine gafleti seçtikleri için ruhi bir boşluğun, akli bir karışıklığın ve tükenmişliğin içine yelken açar. İç dünyasında bunca buhranı yaşayanların harekete geçirilmesi ve çalışmaya razı edilmesi çok da kolay değildir. Hatırlayın, çölde sıcaktan bunalan İsrailoğullarını ne kendilerini gölgeleyen bulut, ne gökten inen bıldırcın eti ve helva, ne de taşlardan fışkıran pınarlar razı edebilmişti.
Bugün önümüzdeki en büyük engel imkân ve sayımızın azlığı değil, azmimizin yetersizliğidir. Bu hastalığa dur demek ve horul horul uyumayı bırakıp harıl harıl çalışmaya başlamak gerekir. Heva ve hevesimizin istediği şekilde değil hoşumuza gitmese de nefsimize ağır gelse de Rabbimizin istediği şekilde bir gayretin içine girmemiz şarttır. Üstat Beddiüzzaman’ın “Rahat, zahmettedir; zahmet, rahattadır.” sözü çok manidardır. Bugün rahat ve risksiz bir hayat arayışında olanlar, gelecek imtihanlara katlanabilecek ne ruhi ne de bedeni direnci gösterebilecektir. Şehid İmam el-Benna “Yarınlar yorgun olanların değil, rahatından vazgeçenlerindir.” derken ne kadar da güzel ifade etmiştir. Kudsi hadiste “Bana bir karış yaklaşana, ben bir kulaç yaklaşırım, bana yürüyerek gelene, ben koşarak giderim.” diye buyuran Rabbimiz, bizden gayret ve hareket bekliyor.
İbn Kayyım şöyle demiştir: “Satranç sahasında en düşük eleman piyondur. Ancak harekete geçtiğinde vezir olur.” Çünkü oyunun kurallarına göre, piyon harekete geçip son noktaya ulaştığında konumu yükselir ve vezire dönüşür. Bu; hareketin bereketi, azmin, gayretin ve kendini küçümsememenin sonucudur.
Sahabelerin kısa zamanda Allah’ın dinini dünyanın bir ucundan diğer ucuna taşımalarının altında yatan neden gayret ve çalışkanlıklarıydı. Hz. Ömer (r.anh)halife olduğunda “Ey Rabbim ben zayıfım, beni güçlendir ki, üzerime düşen görevleri yapayım.” diye Allah’a dua etmiş ve sahabelerin de “Amin!” demesini istemişti. Hz. Ömer (r.anh) peygamberimizin (s.a.v.) “Ömer Cennet’e girecektir.” müjdesini kulaklarıyla duymasına rağmen tembellikten bu denli korkardı.
Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İnsanlar içerisinde hayra anahtar, şerre kilit olanlar olduğu gibi şerre anahtar, hayra kilit olanlar da vardır. Allah’ın hayrın anahtarlarını eline verdiği kimseye müjdeler olsun! Allah’ın şerrin anahtarlarını eline verdiğine de yazıklar olsun!”5
Islah edici kimseler ümmetin surdaki gediklerinde durmaktadırlar. Onlar gaflete düşemez ve uyuyamazlar. Çünkü onlar böyle yaparsa hem kendilerine hem de arkalarındaki ümmetlerine karşı suç işlemiş olurlar. Helak oldukları gibi başkalarını da helak ederler. Kılavuz şaşırırsa gemi yolu kaybeder ve en yakın kayalığa toslar. Bekçi uyursa hazine hırsızların elinde kolay lokma olur.
Dünün mahrumiyetine rağmen İslami davet ve çalışmadaki bereket ve heyecanın kaynağı, dur durak bilmeyen gayret ve hareketti. Bugünün imkanlarına rağmen İslami çalışmalardaki donukluk ve monotonluğun kaynağı ise rehavet ve atalettir. Yanında un, yağ ve şeker bulunduğu halde helva yapmayanlar misali; kapasite ve imkânı, idrak ve anlayışı, güç ve kuvveti olduğu halde sadece evinin aşına, işinin telaşına zaman ayıranlar Allah’ın yüklediği sorumlulukları yapmamaya kendisini ikna edecek mazeretler sıralayabilir; ama bu mazeretleri Rabbimiz de kabul edecek mi, bekleyip göreceğiz.
Namaz, oruç ve Hac gibi ibadetlerin terk edilmesi bizi kişisel bir vebalin altına koyar. Fakat tembellik öyle değildir. Başta Filistin ve ümmet topraklarının işgali, toplumdaki ahlaki yozlaşma ve çürümenin vebali, doğrudan doğruya işi tembelliğe vuranlarındır. Elinden geleni yaptığı halde “insanlar iman etmedi diye kendini yiyip bitirecek misin?” diye övülen bir Peygamberin ümmeti; “Benim adım Hıdır, elimden gelen budur.” laubaliliğine kaçamaz.
Filistin’de, Mısır’da, Suriye’de, Arakan’da… Mücadele eden Müslümanlar, tembelliğimizden dolayı bizden şikâyetçi olurlarsa Rabbimizin huzurunda ne tür bir bahane öne sürebiliriz?
“O halde, dünya hayatını ahiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda çarpışsınlar. Kim Allah yolunda çarpışır sonra öldürülür veya üstün gelirse ona büyük bir ecir vereceğiz. Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Halkı zalim olan şu kasabadan bizi çıkar; bize kendi katından bir veli (koruyucu, sahip) gönder, bize kendi katından bir yardımcı gönder.” diyen zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?”6

1) Necm, 39-41.
2) Müslim.
3) Hâkim, Taberâni.
4) Maide 24
5) İbn Mâce, Mukaddime, 19.
6) Nisa 74-75.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?