Resûlullah (s.a.s)’in Medine’ye hicretinden sonra cihad dönemi başlamış oldu. Müslümanlar Mekke’de müşriklere karşı herhangi bir saldırı gerçekleştirmezlerken Medine dönemi, başlı başına şirke karşı bir taarruz ve bazen de savunma merhalesi oldu. Onun katılmayıp da başına sahabeden birini tayin ettiği savaşlara tarihçiler “seriyye”, bizzat katıldığı seferlere de “gazve” adını vermişlerdir. İslam tarihçilerine göre Resûlullah (s.a.s) devrinde yirmi yedi gazve vuku bulmuştur. Bu gazvelerden sadece dokuzunda çarpışma gerçekleşmiştir. Seriyyelerin sayısı ise en düşük rakamla otuz sekiz kadardır.
Resûlullah (s.a.s) hicretinden yedi ay sonra ilk seriyyesini gerçekleştirdi. Hz. Hamza’nın başında bulunduğu otuz kişilik bir süvari birliği, Kureyş kervanını gözetlemek için gönderildi. Bu birliğin içinde Ensar’dan kimse yoktu. Çünkü onlar Medine’de kalıp savunma ve orada Resûlullah (s.a.s)’i koruma işini üstlenmişlerdi. Bu yüzden seriyyede yer alan Müslümanlar muhacirundan oluşuyordu. Bu seriyyede herhangi bir çarpışma olmadı ve her iki tarafın da müttefiki olan Mecdi b. Amr araya girip savaşa mani oldu.
Resûlullah (s.a.s) ikinci seriyyeyi altmış kişilik muhacir ordusuyla başlarında Ubeyde b. Haris olmak üzere Nabiğ vadisine gönderdi. Kureyş müşrikleriyle karşılıklı ok atışları meydana geldi ve burada ilk oku atan Sa’d b. Ebu Vakkas oldu. Bu da İslam’da atılan ilk olarak tarihe geçti. Bunun dışında herhangi bir çarpışma olmadı.
Üçüncü seriyye ise bundan bir ay sonra Sa’d b. Ebu Vakkas liderliğinde gerçekleşen Harrar seriyyesi oldu. Çarpışmanın meydana geldiği bir sonraki seriyye ise hicretin on yedinci ayında vuku bulan Abdullah b. Cahş başkanlığındaki Batn-ı Nahle seriyyesidir. Bu seriyyeden bir buçuk ay sonra meşhur Bedir savaşı meydana gelmiştir.
Resûlullah (s.a.s)’in iştirak ettiği ilk gazve Ebva gazvesi oldu. Medine’de yerine Sa’d b. Ubade’yi bırakarak şehrin dışına çıktı. Yanında altmış kişilik bir ordu vardı. Resûlullah (s.a.s) bu gazveyle Kureyş’e gözdağı vermek istedi. Aynı zamanda Demre b. Bekiroğullarıyla da antlaşma yapmak istiyordu. Yapılan antlaşmada her iki taraf arasında savaş olmayacak ve kimin için olursa düşman tarafa yardım edilmeyecekti. Resûlullah (s.a.s) bununla düşman sayısını azaltma ve Kureyş’e yapılabilecek bir antlaşmanın önüne geçmişti. Bu gazveden sonra Resûlullah (s.a.s) Buvat, Bedru’l-Ula ve Zü’l-Üşeyre gazvelerini gerçekleştirdi. Bunlar Büyük Bedir savaşından önce düzenlenmiş gazvelerdir. En son düzenlediği gazve ise Tebük seferiyle olmuştur.
Peki Resûlullah (s.a.s)’in yirmi üç yıllık hayatı boyunca gerek Yahudilere ve Hristiyanlara gerekse müşrik topluluklara karşı bu kadar savaş gerçekleştirmesinde hangi maksatlar vardı? Her şeyden önce Allah (c.c.) Müslümanlara savaşı emretmişti. Gerek taarruz ve gerekse savunma amaçlı olsun Müslümanlar, bu farizayla din-i mübini İslam’ı korumak ve müdafaa etmek mecburiyetindeydiler. Çünkü Allah (c.c.) fitnenin yeryüzünde kökünün kazılmasını emrediyordu. Müslüman ordular sayesinde fitne bertaraf edilecek, insanlık cihad sayesinde mal, can, namus, akıl ve dinini koruyacaktı.
Cihadın bir diğer gayesi de zulmü ortadan kaldırmaktı. Bu Kureyş olsun ya da başka bir kabile olsun fark etmiyordu. Resûlullah (s.a.s) seriyye ve gazveleriyle hem Kureyş hem de onlarla müttefik olan müşrik ve Yahudi kabilelerini bertaraf etmeyi başardı.
Cihadın bir diğer gayesi de Allah’ın adının yüceltilmesi, insanların tevhid düşüncesiyle tanıştırılması ve İslam’ın tebliğ edilmesinin önündeki engellerin kaldırılmasıydı. Arap yarımadasında hüküm süren Kureyş, şirk ve puta tapıcılıklarıyla meşhur olmuşlardı. Bu da insanların tevhidi bulmaları önünde bir engeldi. Hatta Kureyş, daha Mekke günlerinde Resûlullah (s.a.s) ile tanışmak isteyenlere dahi engel olmuştu. Bunun bertaraf edilmesi, İslam ile insanların arasındaki engellerin yok edilmesi yine cihad ameliyesine bağlıydı. Bu yüzden Resûlullah (s.a.s) cihadı en üstün amellerden biri olarak gösterdi.
Resûlullah (s.a.s) cihadını başlatırken bunun karşısında Mekkeli müşrikler İslam’ın ilk devlet merkezi olan Medine’de Müslümanları vurmak istediler. Şayet başarabilselerdi onların evlerine kadar gireceklerdi. Allah (c.c.) bu fırsatı vermedi. Resûlullah ve ashabının feraset ve gayretiyle müşrikler elleri boş şekilde geri döndüler.
Resûlullah (s.a.s)’in Bedir, Uhud ve Hendek gibi büyük savaşların ardından gösterdiği en büyük siyasi başarısı Hudeybiye antlaşması olmuştur. Çünkü bu antlaşmayla Kureyş’in eli kolu bağlanmış, ilk etapta Müslümanların aleyhine görülen bazı maddeler zamanla Müslümanların lehinde dönmüştür. Bu antlaşmasın en önemli yanı ise Müslümanların Kureyşle bir müddet savaşı durdurması ve bölgenin en büyük fitne kaynağı olan Yahudi belasını ortadan kaldırması olmuştur. Gerçekten de Resûlullah (s.a.s) burada büyük bir siyaset ortaya koymuştur. Çünkü müşrikler antlaşma gereği bir zamanlar Resûlullah (s.a.s)’e karşı ittifak içerisine girdikleri Yahudilere yardım edemeyeceklerdi. Bundan dolayıdır ki Resûlullah (s.a.s) Hudeybiye sulhunun hemen ardından ilk iş olarak Hayber Yahudilerinin ortadan kaldırılması emrini vermiş ve bunda başarılı olmuştu. Bu açık bir şekilde Yahudi tehlikesi altında olan Medine için taarruza geçmekti. Resûlullah (s.a.s) bunu en başarılı şekilde ortaya koydu.
Resûlullah (s.a.s) onlarca gazve ve seriyye sonucunda ileri de koca imparatorlukları tarih sahnesinden silecek olan komutanlar zincirinin en dahi şahsiyetlerini bir manada yetiştirme gayesini gütmüştü. O halde kimdi bu dahi komutanlar?
Resûlullah (s.a.s)’in gönderdiği ilk seriyye Hz. Hamza komutasında yapıldı. Allah bu cengaver sahabiye Uhud’da şehadeti nasip etti. Harrar seriyyesinin komutanı ise Sa’d b. Ebi Vakkas oldu. Sa’d ki ileride Hz. Ömer’in halifeliği döneminde bir şirk imparatorluğu halini alan İran Sasanilerini ortadan kaldıracaktı. Onu keşfeden yine Resûlullah (s.a.s) idi ve Hz. Ömer zamanında İran istikametine gönderilecek olan onbinlerce kişilik ordunun başına kimin tayin edileceğiyle ilgili görüşmeler başlayınca sahabe kendi içinde Vakkas’ın oğlu Sa’d’ın gitmesi yönünde karar verdi. Çünkü Sa’d, Resûlullah (s.a.s) zamanında bu işi öğrenmiş ve bununla beraber ashab arasında da İslam’a girme noktasında ilklerden olan biriydi.
İşte bir başka komutan sahabi! Zeyd b. Harise. Resûlullah (s.a.s) onu, on kadar seriyyenin başına komutan tayin etmişti. Zeyd büyük tecrübe kesbetmişti. En son katıldığı Mute savaşında yine komutandı ve orada şehid düştü.
Ebu Ubdeyde b. Cerrah, o da Sa’d ve Zeyd gibi İslam’a ilk girenlerdendi. Resûlullah (s.a.s) onu seriyye komutanı tayin etmişti. Hz. Ebu Bekir zamanında Suriye cihetine, Bizans’a karşı sevk edilen orduda yer alan üç komutandan biriydi. Bunun yanında başkomutan olarak da tayin edilmişti. Hz. Ömer zamanında da yine Suriye bölgesinde komutan tayin edildi. Bizans imparatorluğu Suriye’de onun ve Halid b. Velid’in eliyle tarihe karıştı.
Halid b. Velid de Resûlullah (s.a.s)’in seriyye komutanı olarak tayin ettikleri arasındaydı. Onun zamanında en az beş seriyyeye komutan tayin edilmişti. Halid, hem Hz. Ebu Bekir hem de Hz. Ömer zamanında ordu komutanlığı yaptı. Irak ve Suriye cephelerinin en meşhur komutanı oydu. Arap yarımadası dışındaki cihadına Irak’tan başlamış, daha sonra cihadını Suriye bölgesinde devam ettirmiş, ardından da Cezire bölgesinde Diyarbakır, Mardin ve çevre illerin İslam’ın hakimiyetine girmesinde üstün rol oynamıştı.
Amr b. el-As da Resûlullah (s.a.s) döneminde bu işi yapmıştı. Hz. Ebû Bekir döneminde Suriye’ye, Hz. Ömer zamanında Filistin’e yönelen bu komutan sahabi burada üstün başarılar göstermiş, Filistin topraklarında hakimiyet kurunca Hz. Ömer’in Kudüs’ü teslim alması için bölgeye gelmesini beklemişti ve Hz. Ömer Kudüs’e gelerek şehri teslim almış, Kubbetü’s Sahra’yı kirlerden arındırmıştı.
Resûlullah (s.a.s) zamanında onlarca sahabi komuta kademesinde görev aldılar. Resûlullah (s.a.s) bu sahâbîleri geleceği görürmüşçesine ileride vuku bulacak olan Yermük ve Kadisiye gibi savaşlara adeta hazırlamak istemişti. Bu mümtaz şahsiyetleri daha Medine günlerinde askeri talime tabi tutmuş ve bunu da seriyyeler vasıtasıyla gerçekleştirmişti.
Resûlullah (s.a.s) seriyyeler vasıtasıyla bu güçlü şahsiyetlerin komutanlık becerilerini geliştirirken diğer taraftan da çevre mıntıkalarda Medine’nin aleyhine ortaya çıkabilecek tehlikeleri bertaraf etmek için çaba sarf ediyordu. Onlarca seriyye ile düşmana gözdağı veriyor, Müslümanların sürekli hareket halinde olduklarını her tarafa gösteriyor, Müslümanların korkmadıklarını, her zeminde savaşa hazır vaziyette olduklarını ortaya koyuyordu.
Seriyyelerin hiç vakit kaybetmeden hicretin hemen akabinden başlamış olması anlamlıydı. Çünkü Müslümanlar Medine’de müstakil bir güç haline gelmişler, kendi kendilerine yetebileceklerini, gerekli istidat ve kabiliyette olduklarını bu dönem boyunca ortaya koymuşlardır. Bu seriyyeler İslam’ın silah gücüyle müdafası anlamına geliyordu. Bir dizi askeri faaliyet olan bu girişimler olumlu netice vermişti. Müşrik kabileler Müslümanların Arap yarımadasında ciddi bir güç olduklarını kabul etmişler ve bir müddet sonra Resûlullah (s.a.v)’e gelip bağlılıklarını arz etmişlerdi. Bu merhaleye varmanın elbetteki en önemli nedeni hep ses getiren, hep gündemde olmayı temin eden, bunun kapısını sürekli açık tutan, hep meydanlarda olmayı sağlayan seriyye ve gazvelerdi.
Bu konuda göz önünde bulundurulması gereken hakikat, bizzat Resûlullah (s.a.s)’in iştirak ettiği yirmi yedi gazve ve kendisinin katılmayıp da başına komutanlar tayin ettiği en az otuz sekiz seriyyedir. Ki bu seriyyeleri altmış altıya kadar çıkaran tarihçiler de mevcuttur. Bundan çıkaracağımız en önemli ders, yirmi üç yıllık Medine dönemi boyunca Müslümanların yılda en az iki ya da üç defa Medine dışına ordu sevk ettiği hususudur. Şayet seriyye ve gazveler için toplamda verilen en üst rakamları ele alırsak yirmi üç yılda doksan kadar savaşın gerçekleştiğini ve bunun için orduların Medine’den ayrıldıklarını görürüz. Bu da bize Resûlullah (s.a.s)’in bu işe ne kadar önem verdiğini göstermektedir. O yüzden sahabe nesli komutan bir nesil ve İslam’ın ordularını sevk ve idare eden bir topluluk olarak tanına gelmiştir. Buradan da şu hakikat ortaya çıkmaktadır ki onlar, Medine dönemindeki cihatlarıyla yetinmediler. Uzak coğrafyalarda sürdürdükleri mücadeleleriyle tüm yeryüzünün adeta bir cihad ve şehadet meydanı olarak bilinmesi hakikatini bizlere miras olarak bıraktılar. Onlar bu bilgilerini bizzat pratikte göstermekle bu konuda en büyük mesajı verdiler.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?