İslam; insan hayatının her yönünü ele alan, en önemli işlerden en önemsizine kadar her safhasına şekil veren ve her konuda belirli kurallar koyan bir inançtır. Ortaya koyduğu kurallarla hakkaniyete dayanan, insanın her iki dünyada da huzura kavuşmasını sağlayan dosdoğru yoldur. İslam, insan hayatının hiçbir alanında boşluk bırakmamıştır. İnsanın Allah ile ilişkisi, insan ile muamelesi, bireysel ve ailevi hayatı, toplumsal yaşam biçimi, temel hak ve sorumlulukları, adab-ı muaşeret ahlakı, ticaret ahlakı ile ilgili belirli düzen ve tertip sağlamıştır. İnsanın tuvalete giriş çıkışlarına, yemek yiyiş biçimine, uyku uyuma şekline bile müdahale eden ve bunlar için hüküm koyan bir din haliyle tüm alanlara müdahale etme hakkına sahiptir.

Hz. Peygamber’in (sav) Medine’ye hicreti ile yaptığı ilk icraat bir mescid idi. Daha sonra da ekonomik faaliyetlerini sürdürecek, Müslümanları ticarete yönlendirecek, ticaretin ve ekonomik gücün Yahudi ve müşriklerin elinden alınacak bir pazar yeri hayata geçirdi. Medine’de mevcut pazarlar bulunuyordu; fakat bu pazarlar İslam’ın esaslarına uygun ticaret yapmıyordu. Mevcut pazarların Yahudi ve müşriklerin elinde olması, cahili geleneklere dayalı olması, Müslümanların İslam’ın kurallarına uygun olarak ticari faaliyetlerini yapabilecekleri yeni bir pazar ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.  Bu şekilde hem dini, hem siyasi hem de ekonomik olarak güçlü bir devletin temelleri atılmış, İslami kuralların iktisadi hayata uygulanabilmesi için pratik bir ortam hazırlanmıştır. Bununla beraber Yahudi ve müşrik düşmanlara bağımlılıktan kurtulmuşlardır.

“Beni Saide bölgesinde peygamberimizin emri ile ‘Medine Pazarı’ kurulmuştur. Kurulan bu pazar ve oluşturulan piyasa, iktisadi nizamın ve kuralların oluşması için büyük öneme sahiptir. Hz. Peygamber (sav) kendi kurduğu pazarla bir taraftan mevcut pazar anlayışına alternatif ve rakip olmak isterken, bir taraftan da kendisinin getirdiği mesajları burada insanlara ulaştırmak istemiştir. Yahudiler kurulan bu pazarın iktisadi nüfuzları üzerinde büyük tehlike oluşturacağını düşündüklerinden, Hz. Peygamber’in (sav) bu teşebbüsünü sabote etmek istemişler, fakat başarılı olamamışlardır.”1

Her alanın öncüsü olan Hz. Ebû Bekir, Müslüman bir tüccar Hz. Osman, cömertlikte zirve iki tüccar Talha b. Ubeydullah ve Abdurrahman b. Avf, infak abidesi bir Ebu Talha, Allah ile ticaret yapan bir Suheyb-i Rûmî, helal kazanç örneği Cabir b. Abdullah, İslam’ın süvarisi Mikdad b. Amr gibi sahabilerin ticaret anlayışı bizim için birer örnektir.2 Allah onlardan razı olsun. Bu sahabilerin ticaret anlayışı, ticari faaliyetlere bakış açıları, dünya malına karşı tutum ve davranışları, günümüz Müslüman tacirler için örneklik teşkil etmeye şayandır. Medine’ye hicret eder etmez pazarın yolunu soran ve ticarete atılan Abdurrahman b. Avf’ın (r.a) tavrı manidardır. Kendisi ile kardeş ilan edilen Sa’d b. Rebi (r.a) kendisine malının yarısını vermeyi teklif etmesine rağmen o, kardeşinin malını istememiş, kendisi için mübarek olması duasında bulunmuş ve çarşıyı kendisine göstermesini istemiş ve sonrasında ticarete başlamıştır. Abdurrahman b. Avf’ın (r.a) bu tavrı, genel olarak İslam’ın insanlardan istediği tavırdır. Kimseye yük olmamak, kendi elinin emeğiyle geçinmek, başkasına el açıp muhtaç olmamak, başkasının sırtından geçinmemek, tembel ve uyuşuk olmamak İslam’ın benimsediği ve tavsiye ettiği yaşam biçimidir. Efendimizin (sav) ifade ettiği şu hadis Müslümanın ticaret ve üretim anlayışını somutlaştırmaktadır: “Sizden birinizin urganını alıp sırtında bir bağ odun getirip satması ve böylece Allah’ın onun itibarını koruması, bir şey verip vermeyecekleri belli olmayan kimselerden dilenmesinden daha hayırlıdır.” 3İnsan çalışmadığı ve üretmediği zaman başkasının eline bakacak, şerefini, şahsiyetini ayaklar altına almış olacak ve İslam’ın insana verdiği izzeti kaybetmiş olarak dilenmek zorunda kalacaktır.

Çalışmanın  önemini, başkasına muhtaç olarak yaşamanın kötülüğünü, üretimin ve helal kazanmanın gereğini, başkasına avuç açmanın zillet olduğunu, geçimin temini için çalışma yollarını aramanın gereğini belirten şu hadis hepimizin malumudur: “Hz. Peygamber’in (sav) yanına gelerek yiyecek bir şeyi olmadığını söyleyen ve ondan bir şeyler isteyen kimseye “Senin evinde hiç eşya yok mu?” diye sormuş, adamın “bir çul, bir de su kabımız var” demesi üzerine Hz. Peygamber (sav) adamdan onları getirmesini isteyerek açık artırma ile iki dirheme satmış, bir dirheme ailesine yiyecek almasını diğeriyle de bir balta satın almasını söyleyerek “Haydi şimdi git; bununla odun kes ve sat. On beş gün çalış̧ ondan sonra yanıma gel” demiştir. On beş gün sonra Hz. Peygamber’in (sav) yanına on dirhem kazanarak gelen adama: “Dilenciliğin kıyamet günü suratında bir leke gibi görünmesinden böylesi senin için daha iyidir” buyurmuştur. 4

İslam, üretimde hareketliliği ve alışverişi teşvik eder. Malın biriktirilip saklanmasını ve belli zaman sonra pahalılaşıp insanların alım gücünün azalmasını hoş karşılamaz. Yani stok yapmayı, karaborsacılığı İslam reddeder. Çünkü bu durum toplumu maddi olarak zor durumda bırakır.  Nitekim bu hususu Allah (c.c) Kur’ân’da şöyle ifade etmiştir: “Ey İman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!” (Tevbe, 34) Rasulullah da (sav) stokçuluğu ve karaborsacılığı kötülemiş ve şöyle buyurmuştur: “Malı piyasaya süren kazanmış, pahalıya satmak için bekleten ise, Allah’ın lânetine uğramıştır.” 5

İslam’ın belirlediği ticaret hukuku ve ahlakında temel gaye; helal kazanmak, iyi örneklik ortaya koymak ve İslam’a aykırı olan davranışları ortadan kaldırmaktır. Dolayısıyla tacir doğru olunca ve İslam’ı doğru temsil edince davet çalışmasında da bulunmuş olmaktadır. Sonuç ise Allah’ın arşının gölgesinde gölgelenmektir. “Doğru tâcir, kıyâmet günü Arş’ın gölgesindedir.” 6

Dürüst tacirlerin ve bu tacirlerin Müslüman olmayan toplumlarda etkisi ile ilgili İslam tarihinde birçok hikâye mevcuttur. Dürüst tacirler sayesinde İslam birçok yerde kök salmıştır. Rasulullah’ın (sav) şu hadisi dürüst tacirin önemini vurgulamaktadır: “Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir tâcir, nebîler, sıddîklar ve şehitlerle beraberdir.” 7   Hz. Ömer’e (r.a) atfedilen bir sözde, dürüstlüğün pahalı bir mülk olduğu ve ucuz insanlarda bulunamayacağı ifadesini bulmuştur. Tacirin dürüstü de hadiste belirtildiği gibi nebiler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir. O zaman şunu rahatlıkla ifade edebiliriz: Helal yolla ticaret yapmak ve kazanmak bir nevi cihat hükmündedir. Bir insanın helal rızık peşinde koşması, dürüst davranması ve doğru sözlülüğü sıddıkların arkadaşlığına ve sıdka delalettir. Allah yolunda verilen mücadele neticesinde şehadete erme ne kadar önemliyse, helal rızık için yapılan mücadele de o denli önemlidir. Başka bir hadiste ise: Hz. Peygamber’e (sav) en faziletli kazanç hangisidir?” diye sorulduğunda o (sav), “Helâl / makbul bir alışveriş ve kişinin el emeğiyle kazandığıdır.” 8 diyerek cevap vermiştir. Nihayetinde Rasulullah da (sav) ticaretle uğraşmış, dürüstlüğü ve güvenirliği ve doğru sözlülüğü onun (sav) Hz. Hatice (r.a) annemiz ile evlenmesine vesile olmuştur.

Toplum dengelerini bozan; haksız kazanç, aldatma, ölçü ve tartıda hile, ekonomik gücünü kötüye kullanma gibi Allah’ın rızasından uzaklaştıran haller her dönemde kendini gösteren ekonomik problemlerdir. Bu yüzden İslâm haksız kazancı önlemek için gerekli tedbirleri almıştır. Nitekim Allah (c.c) Kur’ân’da: “Eksik ölçüp tartanların vay haline! Onlar, insanlardan ölçerek bir şey aldıklarında tam ölçerler. Kendileri başkalarına vermek için ölçüp tarttıklarında ise haksızlık ederler. Onlar, o büyük günde -ki, işte o gün insanlar âlemlerin rabbinin huzuruna çıkacaklar- diriltileceklerini akıllarına getirmiyorlar mı?” (Mutaffifin, 1-6) diye tehdit ederek ve: “Karşılıklı rızaya dayanan ticaret yolu dışında, mallarınızı aranızda batıl (haksız ve haram) yollarla yemeyin” (Nisâ, 29) şeklinde uyarmıştır.

Biliyoruz ki, İslam’da bir diğer önemli bir husus “kul hakkı” dır. Ticaret anlayışında da kul hakkına riayet önemli bir durumdur. Dolayısıyla alıcı ve satıcı, bir mal alırken onun piyasa değerini düşürecek söz ve fiillerde bulunmamalıdır. Aynı şekilde kasten değerinden üstün gösterecek ifadeler kullanmamalıdır. Taraflar birbirlerini kandırmamalı, tartı ve ölçüde hile yapmamalı, yemen etmekten kaçınmalı, toplumun zararına olan haram malları alıp satmamalıdır. Zira Rasulullah (sav) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Alışverişte vukû bulan lüzumsuz sözler ve yeminler olur. İşe şeytan ve günah karışır. Ticaretinizi sadaka ile karıştırınız.” 9

Kaynakça

1) Ayşe ESENKAYA, İslam’da Ticaretin Önemi: Medine Pazarı Örneği, İpekyolu Dergisi 2) Muhammed Emin Yıldırım, Asr-ı Saâdet’te Ticaret ve Tüccar Sahâbîler, İgiad Yayınları 3) Buhârî, Zekât 4) Ebû Dâvûd, Zekât, 5) İbn Mace, Ticârât 6) İbn Mâce, Ticârât 7) Tirmizî, Büyû, 8) İbn Hanbel 9) Ebu Davud, Büyû; Tirmizi, Büyû

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?