“O kimseler ki iman edip hicret ettiler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda mücadele ettiler. O Ensar ki Muhacirleri barındırdılar ve onlara yardım ettiler. Onlar birbirinin velileridirler.” (Enfâl,72).

Yeryüzü tarihinin emsalsiz örneğidir Ensar-Muhacir kardeşliği. Öyle bir kardeşlik ki dünyevi tüm değer yargılarını yerle bir eden, her şeyin üstünde iman gücünün varlığını gösteren, Asr-ı Saadet’te yaşanmış olmakla beraber kıyamete kadar gelecek zamana ışık tutan, yol gösteren ve kendilerinin yıldızlaştığı gibi yollarını takip edenlerin de kurtuluşa ereceği yolu gösteren bir kardeşlik örneği…

Bir tarafta vahyin ilk muhatapları olan, bu uğurda en ağır işkencelere göğüs geren, sabreden ve ilahi emir gereği her şeylerini yurtlarında bırakırken arkalarına dahi dönüp bakmayan Muhacir topluluğu, diğer tarafta ise yurtlarına gelen din kardeşlerine kucak açan, kendi ihtiyaçlarına rağmen ilahi rıza için her şeylerinden fedakârlık yapıp kardeşlerini nefislerine tercih eden Ensar topluluğu…

İki güzel topluluk ve bu toplulukların büyük fedakârlıklarının neticesi olarak yüce Rabbimizin lütfu… “İslam’ı ilk önce kabul eden Muhacirler ve Ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” (Tevbe, 100) yapılan fedakârlıklar ve zorluklara gösterilen sabırların hepsi bu kurtuluş içindi.

O Muhacir topluluğu ki sabrettikleri tüm işkencelerden sonra doğdukları memleketlerinde her şeylerini bırakarak hiçbir dünyevi menfaat gözetmeden sırf dinlerini yaşayabilmek için hicret etmişlerdi. O Ensar topluluğu ki gelen kardeşlerine karşı sevgi göstererek kendi ihtiyaçlarına rağmen kardeşlerini kendi nefislerine, ailelerine tercih etmişlerdi.

Çünkü onları yüce Rabbimiz kardeş kılmıştı. Kıyamete kadar gelecek tüm müminleri kardeş kıldığı gibi. “Muhakkak ki müminler kardeştir.” (Hucurat,10) Ve kardeşlik bedel isterdi, ispat isterdi tıpkı Ensar-Muhacir topluluğunun ödediği bedel gibi. Kardeş demek en başta Allah için birbirini sevmek demekti, güven ve merhamet demekti. Sevinçte ve kederde bir ve beraber olmak, yardımlaşmak, dayanışmak demekti. Zaten Kur’ân’ın emrettiği kardeşlik de tüm bunları kapsayan bir kardeşlikti. Kuds-i hadisi şerifte şöyle buyruluyordu: “Kıyâmet günü Allah Teâlâ şöyle buyurur: Celâlim hakkı için, bana itaat maksadıyla birbirlerini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün, onları (Arş’ımın) altında gölgelendirecek ve muhâfaza edeceğim.”1 işte bu müjdelere nail olabilmek için Ensar ve Muhacir topluluğu, kardeşlerini hep kendi nefislerine tercih etmişlerdi.

Cabir (r.a.) anlatıyor: “Ensar, hurmalarını devşirdiklerinde bunları ikiye ayırırlar, bir tarafa çok, diğer tarafa da az hurma koyarlardı. Daha sonra az olan hurmaların altına dal ve yapraklar koyarak o tarafı daha çok gösterip Muhacirlere; “Hangisini tercih ederseniz alın.” derlerdi. Onlar da çok görünen yığın Ensar kardeşlerimizin olsun diye az olanı tercih ederlerdi. Böylece hurmanın çoğu yine onlara gelirdi. Ensar da bu yolla az olan kısmı kendilerine bırakmış olurlardı. Hayber’in fethine kadar Ensar’ın bu âlicenaplığı devam etti.”2 Hatta İslam devletinin güçlendiği dönemde bile Ensar’ın kardeşlik anlayışı hiç değişmemişti. Enes b. Mâlik’in ifadesine göre Rasûl-i Ekrem, Bahreyn arazisini dağıtmak üzere önce Ensar’ı topladığında onlar haklarından vazgeçerek şöyle demişlerdi: “Ey Allah’ın Rasûlü! Muhacir kardeşlerimize de aynı şekilde vermedikçe bize bir şey verme.”3 Böylece kardeşlerine karşı sevgi ve fedakârlıklarını bir kez daha göstermişlerdi.

Hz. Ebû Bekir, Ensâr’ı anlatırken onların çok büyük fedakârlıklar yaptıklarını, onların katlandıkları sıkıntılara öz annelerinin dahi dayanamayıp kendilerinden usanacağını söylemiştir.4 Bu fedakârlıkları karşılıksız kalmıyordu. Gaylan bin Cerir (r.a.) şöyle der: Enes (r.a.)’e “Hakkınızda daha önce Ensar ismi kullanılır mıydı, yoksa bu ismi size Allah mı verdi?” diye sorduğumda o, “Bu ismi bize Allah verdi.” buyurdu.5

Muhacirler de Ensar’dan geri kalmıyor, onlar için ne yapabiliriz diye çaba ve gayret sarf ediyorlardı. Ensar’ın yapmış olduğu fedakârlıkları istismar etmeyip özellikle maddi açıdan kardeşlerine yük olmamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Sa’d b. Rebi’in, muhacir kardeşi Abdurrahman b. Avf’a tüm malının yarısını teklif ettiğinde onun da, “Allah malını da aileni de sana mübarek kılsın. Siz bana çarşı-pazarın yolunu gösterin.”6 demesi bu konuda Muhacirlerin ne kadar mütevazı olduklarının göstergesi olmuştur. Yapılan bağışları alıp bir kenara oturmak yerine Ensar kardeşleriyle birlikte tarlada, pazarda fedakârca çalışıp onlarla tüm zorlukları aşmışlardı. Ebu Hureyre (r.a.); “Efendimiz (s.a.s), Ensâr ile Muhacirleri birbirine kardeş ilan ettiğinde, Ensâr bu kardeşliği son derece önemsedi. Resûlullah (s.a.s)’e başvurarak hurmalıklarını Muhacir kardeşleriyle paylaştırmasını istedi. Allah Resûlü (s.a.s), fedakârlığın bu kadarını fazla buldu. Hurmalıklarının bakımını üstlenmeleri şartıyla ürünlerini onlarla paylaşmalarını tavsiye buyurdu. Onlar da muhacir kardeşleriyle bu şartla anlaştılar.”7

Muhacirler yalnızca maddi alanda değil Medine’nin havasına, kültürüne, örf ve adetlerine uymaya çalışıp kardeşleriyle bir olmaya gayret gösterdiler. Tüm zorlukları Ensar-Muhacir, kadın-erkek birlikte aştılar. Çünkü onlar biliyorlardı ki Yüce Rabbimiz onları kardeş kılarken ayrım yapmamıştı. Yine Arş’ın gölgesini, rızasını, altlarından ırmaklar akan cennetleri vaat ederken herhangi bir ayrım yapmamış, her türlü zorluğa göğüs gerip kardeşliğin bedelini ödeyen herkesin bu lütfa mazhar olacağını bildirmişti.

Ayet ve hadislere baktığımız zaman da böyle bir ayrım göremiyoruz. Çünkü onlar bu fedakârlığı kadın-erkek birlikte yaptılar. Hem de nefislerinin tüm istek ve arzularına rağmen. Daha zarif ve naif olmalarına rağmen Ensar ve Muhacir hanımlarından da hiçbirinin bu fedakârlıktan kaçmadıklarına şahit oluyoruz.

Hiçbir Muhacir hanımın, her şeylerini geride bırakarak geldikleri Medine’deki zorlu hayat koşullarından şikâyet ettiklerine, Ensar hanımlarına karşı herhangi bir kıskançlıklarına veya İslam’ın ilk dönem zorluklarına göğüs gerdikleri ve bu mücadeleyi ilk kendileri üstlendikleri için Ensar hanımlarına karşı kibirli davrandıklarına şahit olmuyoruz.

Hiçbir Ensar hanımının da Muhacir hanımlarını hor ve hakir gördüklerine, onları istemediklerine dair sözlü veya fiili bir eylemlerine şahit olmuyoruz. Özellikle erkek sahabilerin mal paylaşımı konusundaki tekliflerine, evlerini onlara açmalarına hiçbir Ensar hanımının itirazı söz konusu olmuyordu. Hem de Hz. Ebu Bekr (r.a.)’in “Katlandıkları sıkıntılara öz annelerinin dahi dayanamayıp kendilerinden usanacağını” ifade etmiş olmasına rağmen.

Hatta Ensar’dan öyleleri vardı ki kendileri fakr-u zaruret içindeydi ve buna rağmen her şeylerini paylaşmanın ötesinde kardeşlerini kendi nefislerine tercih ediyorlardı. Bu durumda bile hiçbir Ensar hanımı: “Nerden geldi bunlar?” demiyordu. Demiyorlardı çünkü arşın gölgesine, içlerinde ırmaklar akan cennetlere ve en önemlisi Yüce Rabbimizin rızasına taliplerdi. Çünkü yüce Rabbimizin vaadi kadın-erkek herkese idi. Ve her nefis kendi kazandığının karşılığını görecekti. “O gün her nefis ne hayır işlemişse ne kötülük yapmışsa onları önünde hazır bulur…” (Al-i İmran, 30).

Babalarının, eşlerinin veya oğullarının fedakârlıklarıyla kendilerinin kurtulamayacaklarını biliyorlardı. Bunu bildikleri için de kardeşlerine, nefislerinin vesveselerine rağmen kucak açtılar. Bunu bildikleri için rızık endişesine kapılıp “bu kadar da olmaz” demediler. Bunu bildikleri için Mekke’nin fethinden sonra “geri dönsünler” demediler. Bunu bildikleri için ülkeler fethedilip ganimetler geldiğinde “bizden aldıklarını geri versinler” demediler. Ne erkek ne de hanım sahabiler, hiçbir zaman yaptıkları fedakârlığı başa kakmadılar. Çünkü onlar tüm yaptıklarını âlemlerin Rabbi olan Allah için yaptılar. Ayet ve hadisleri gereği gibi idrak ifa ettiler. Kişinin kardeşi için yapacağı fedakârlığın, çaba ve gayretin mükâfatını bilip buna talip oldular.
Abdullah b. Abbas (r.a.) bir gün Efendimiz’in mescidinde itikâfta iken bir kimse yanına gelerek selam verdi ve oturdu. İbn Abbâs, “Kardeşim, seni kederli ve mahzun görüyorum.” dedi ve konuşmaları şöyle devam etti:
“Evet ey Rasûlullâh’ın amcaoğlu, kederliyim! Falan şahsın benim üzerimde hakkı var fakat şu kabrin sahibi (Rasûlullah’ın) hakkı için söylüyorum ki, borcumu ödeyemiyorum.”
“Senin için onunla konuşayım mı?” dedim. “Sen bilirsin.” dedi.
İbn Abbâs (r.a.) ayakkabılarını giyerek mescitten çıktı. Adam ona:
“Îtikâfta olduğunu unuttun mu, niçin mescitten çıktın?” diye seslendi. İbn Abbâs;
“Hayır! Ben, şu kabirde yatan ve henüz aramızdan yeni ayrılmış olan Muhterem Zât’tan duydum ki, (bunları söylerken gözlerinden yaşlar akıyordu): “Her kim, din kardeşinin bir ihtiyacını karşılamak için gayret eder ve o işi görürse, bu kendisi için on yıl itikâfta kalmaktan daha hayırlıdır. Hâlbuki bir kimse Allah rızası için bir gün itikâfa girse, Cenâb-ı Hak o kimse ile cehennem arasında üç hendek yaratır ki, her bir hendeğin arası, doğu ile batı arası kadar uzaktır.”8
İslam kardeşliğini gereği gibi anlayıp gereğini yaşayabilenlerden olabilmek duasıyla…

Kaynakça
1) Müslim; Birr, 37 2) Heysemi: X, 40 3) Buhârî 4) Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 27-28. 5) Buhari: Menâkıbu’l-Ensâr,1 6) İbn Kesir; es-Siretu’n-Nebeviye; 2/327-328 7) Buhari; Hars 5, Menâkibu’l-Ensâr, 3 8) Beyhaki: Şuab, III, 424-425, Heysemi: VIII, 192.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?