İlahi kelam, Resûlullah (sav)’in örnek bir insan olduğunu vurgular. Bu örneklik Müslümanlar içindir. Bütün bir ümmet içindir. Müslüman fertten, akıl baliğ oluşundan son nefesine kadar, Rabbani bir hayatın sınırları içerisinde kalarak son elçideki örnek hayatın benimsenmesi istenir. Çünkü son elçi, iman, ibadet, ahlak ve muamellatta büyük bir örneklik bırakmıştır. Onun hayatının her sahasında örnekliğine dair bir nüve bulmak mümkündür. Son elçi olmasındaki bir hikmet de bundan kaynaklanır.
Resûl-i Kibriya’nın geride bıraktığı ilk Müslümanlar, yanında yetiştikleri son öğretmenin örnekliğini en güzel şekilde kavradılar ve onu en güzel şekilde temsil ettiler. Kendileri de sonradan gelen nesillere örnek oldular. Bu konuda her bir sahabinin geride bıraktığı bir miras vardır. Sahabe arasında bu hususta öne çıkan belki de en önemli isim Abdullah b. Ömer oldu. Resûlullah (sav)’den gördüğünü, santim dahi kaçırmadan örnek almaya çalıştı. Çevresinde bulunanlar, onda gördükleri bazı davranışları anlamakta zorlanınca, onların, “Neden böyle yaptın?” şeklindeki sorularına karşılık, bu büyük sahabi “Çünkü Resûlullah böyle yapmıştı”, “Onun böyle yaptığını gördüm” sözleriyle karşılık veriyordu. Peygamberi örnek alma da ashab içinde temayüz etmişti. Gerek onun ve gerekse sair ashab-ı kiramın, son ilahi mesajın diğer insanlara ulaştırılması, bu mesaja uygun hayat tarzını geriden gelen nesillere öğreten örnekler olma hususundaki faaliyetleri son derece önemliydi ve onlar bu konuda hassas davrandılar.
Ashabın benliğinde berrak bir şekilde kendini gösteren örneklik, hayatın her sahasında ortaya çıkmıştı. İnsanlarla ilişkide, cihatta, akidede, hâsılı cemiyet hayatının her sahasında görülebiliyordu. Onlar bu düşünceyle İslam toplumuna öncülük ettiler. İslam’ı hayatlarının her anında gösteren insanlar oldular. Bildiklerini hâl diliyle anlattılar. Ahirete irtihallerinde geride namaza, takva ve zühde dair eşsiz örnekler bıraktılar. Başlarındaki halife Hz. Ömer bu yüzdendir ki ashab içerisinde İslami yaşantı cihetiyle temayüz etmiş kimselere “Sizler Muhammed’in örnek sahabilerisiniz” diyordu. Bununla nasıl bir misyon üstlendiklerine işaret ediyordu.
Onlar Resûl-i Ekrem’den aktardıkları bir hadisi önce kendileri yaşıyorlardı ve bu şekildeki lisan-ı hâlleriyle çevrelerinde yetiştirmekte oldukları İslam cemiyetine gerekli ilke ve esasları öğretme yoluna gidiyorlardı. Bu yönüyle bazı sahabiler de rivayet ettikleri hadislerle tanınır hale gelmişlerdi. Mesela sahabeden Ebu Reyhane’nin, Allah yolunda nöbet tutmanın mükâfatını anlatan hadisi rivayet ederek Filistin’de İslam ordusunda nöbet tutan bir asker olarak tanınması oldukça manidardır. Bildiği hadisi hayatında pratiğe dökmekle tanınmıştı.1 Savaş için beslenen atların perçeminde hayrın bulunduğunu belirten hadisi rivayet eden Urve b. Ca’d’ın evinde, yetmiş atın bağlı bulunması, bildiği hadisin onun hayatına en güzel şekilde yansımasından başka bir şey değildi. Rivayet ettiği hadisin onun üzerindeki tesiri açık şekilde kendisini göstermişti.2 Malını Allah yolunda harcayan ve fakir olarak Allah’ın huzuruna çıkan kimselerin alacağı ecir konusundaki hadisi rivayet eden Said b. Amir’in Suriye’de Hıms bölgesinin valisi olduğu halde Hz. Ömer (ra)’e ulaşan fakirler listesinde onun da isminin bulunması ne de manidar bir örnektir.3 Bu örneklerde görüldüğü üzere sahabe-i güzin söylediklerini önce kendileri yaşamaktaydılar. Söylemlerinden önce, işi bizzat kendi hayatlarında amele dökmüşlerdi.
Sünnete sarılma, yani Resûlullah (sav)’in yaşadığı gibi yaşama hususu söz konusu olunca kimseden çekinmiyorlar; ortaya koydukları tavırlarla, bildikleri hakikatlerin İslam toplumuna yansımasını istiyorlardı. Bu konuda en çarpıcı bir örnek ashab arasından Ebu Eyyub el-Ensari’den gelmiştir. O, Medine’de bulunduğu bir sırada Şam valisi Mervan b. el-Hakem’in arkasında namaz kıldığında Mervan’a, namazları müstehap vakitlerinde kılmamasından dolayı muhalefet etmiş ve “Ben Nebi’nin (vakitlerin neresinde ve nasıl) namaz kıldırdığını çok iyi biliyorum. Eğer sen (namaz kıldırmakta) ona uyarsan biz de sana uyarız. Yok, eğer sen Peygamber’e uymayacak olursan biz de sana uymayız (sünnete uymayan icraatında sana uymayız)” cevabını vermiştir.4
Sahabeden Ebu Ümame el-Bahili, vefatı esnasında kendisine, Hz. Peygamber (sav)’den öğrendiği gibi telkin yapılmasını istemişti.5 İlk İslam fetihleri esnasında Suriye’de bulunduğunu bildiğimiz Fatıma bint Velid b. Muğire de Hz. Peygamber (sav)’den öğrendikleriyle amel etmiş ve bu hususta insanlara örnek olmuştur. Suriye’de bulunduğu esnada giydiği izar hakkında kendisine soru soranlara, “Ben Hz. Peygamber (sav)’in izarı emrettiğini duydum” demişti.6
Ukbe b. Amir’in, aktardığı her hadisin muhtevasıyla amel etme / lisan-ı hâl ile gösterme hususunda hassas davranan biri olduğu rivayet edilmiştir.7 Yine ashab içerisinde Nebevi sünneti yaşama hususunda öne çıkmış ve çok sayıda hadis rivayet etmiş olan Ebu’d-Derda, hadis rivayet ederken tebessüm ettiği için arkadaşları kendisine, “İnsanların senin aklından şüphe etmelerinden korkuyoruz” dediğinde, o, “Hz. Peygamber (sav) bir hadis söylediğinde tebessüm ederdi” cevabını vermiştir. Bununla Hz. Peygamber (sav)’i örnek aldığını belirtiyor ve hadis rivayet ederken dahi sünnet olanı yaşama adına lisan-ı hâliyle örnek oluyordu.8
Allah’a tevekkülü hâl diliyle gösterme açısından şu örnek yine sahabe zamanında yaşanmıştı: Suriye topraklarında Müslümanlarla Rumlar arasında meydana gelen Ecnâdeyn Savaşı’nda İslam ordusunun karşısına Rumların büyük bir ordu çıkardığı şeklindeki haber üzerine Müslümanlar arasında halife Hz. Ebu Bekir’den yardım istenmesi gündeme geldi. Ortaya çıkan haberler sahabeden Hişam b. Âs’a ulaşınca Allah’a tevekkül etme konusunda kesin tavrını ortaya koymuş ve şunları söylemişti: “Yardımın yüce Allah’ın katından olduğuna inanıyorsanız savaşın! Şayet yardımı Ebu Bekir’den bekliyorsanız ona gitmek için atıma binmiş bulunuyorum.” Bu sözler üzerine orada bulunanlardan bazıları, “Hişam b. Âs konuşacak söz bırakmadı” dediler. Çok geçmeden savaş başladı ve Rumlar, Müslümanlar karşısında mağlup oldu. Hişam bu savaşta şehit olmuştu. Bir adam, Hişam’ın yerde yatan cansız bedenine yanaşmış ve “İşte senin arzuladığın buydu” demişti.9
Kızgınlık anında öfkeyi yenmenin Müslümanların üstün vasıflarından olduğunu belirten ayetin10 pratik şekli sahabeden Sebre b. Fâtik el-Esedî’nin davranışında kendini göstermişti. Sahabeden Abdurrahman b. Âiz’in anlattığına göre bir adam, Hıms’a yerleşmiş olan Sebre b. Fâtik el-Esedî’ye küfürlü sözler söylemişti. Sebre, ona cevap vermekten kaçınarak öfkesini o derece yutmaya çalışmıştı ki neticede öfkesine gem vurması, ağlamasına sebep olmuştu.11
Sahabeden Ebu Reyhâne ile bir Hristiyan zimmi arasında gerçekleşen alış-veriş muamelat hususunda ne de güzel örnektir: Ebu Reyhane, Cezire bölgesinde Meyyafarikin’de (bugünkü Silvan) İslam ordusunda bir asker olarak bulunduğu sırada bir Hristiyandan yular satın almıştı. Hıms’a döndükleri esnada hizmetinde bulunan gence yuların parasını ödeyip ödemediğini sormuş, karşılığının ödenmediğini öğrenince bineğinden inerek, ücretini çıkarıp gencin eline vermiş ve onu Meyyafarikin’e göndermişti.12
İşte ilk Müslüman nesil, içinde yaşadıkları Müslüman toplumun eğitimi için İslam’ı hayatlarının her anında gösteren örnek insanlar oldular. Onlar, İslam çağrısını söz ve söylemlerle yapmaktan ziyade günlük hayattaki pratikleriyle ortaya koydular.
Sonuç olarak günümüz Müslümanlarının, Kur’an’ın “ilkler” dediği bu örnek insanların hayatlarını öğrenmesi son derece önemlidir. Onların, çevrelerinde kümelenmiş olan insanlarla nasıl muamele ettikleri, dinin hakikatlerini duruş, davranış ve günlük yaşamlarıyla öğretme hususundaki çabaları günümüz eğitim sisteminin, eğitimin her merhalesinde numune şahsiyetler olarak vermesi, bu bilgileri ders kitapları arasına serpiştirmesi ne de isabetli bir çalışma olacaktır.
Kaynaklar
1.İbn Hacer, el-İsâbe, III, 290-91.
2.İbn Asâkir, Tarih, XL, 217.
3.Ebû Nuaym, Hilye, I, 246; İbn Asâkir, Tarih, 147-8.
4.Bk. İbn Asâkir, Tarih, XVI, 50.
5.İbn Asâkir, Tarih, XXIV, 73.
6.Bk. İbn Asâkir, Tarih, LXX, 42; İbnu’l-Esir, Usdu’l-Gâbe, VII, 232.
7.İbn Asâkir, Tarih, XL, 500.
8.Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 440; Zehebî, A’lamu’n-Nubelâ, II, 335; İbn Asâkir, Tarih, XLVII, 188.
9.İbn Asâkir, Tarih, LXXIV, 16.
10.Âl-i İmrân 3/134.
11.İbn Asâkir, Tarih, XX, 125-32; İbn Hacer, el-İsâbe, III, 25 .
12.Abdullah İbnu’l-Mübârek, Zühd, s. 230; İbn Hâcer, el-İsâbe, III, 291.