Resûlullah (s.a.v)’in siretini incelediğimizde onu başarıya götüren unsurlardan birinin Müslümanlar arasındaki kardeşlik bağını çok iyi şekilde tesis etmiş olmasından kaynaklandığını görürüz. Bu bağın kuvvetli olması ölçüsünde asr-ı saadetin Müslümanları güçlü olmuş ve böylece birlik halinde hareket ederek kalpleri dağınık olan şirk ve küfür ordularını bertaraf etmişlerdir.

Resûlullah (s.a.v) bu bağın zayıflamasına yol açacak hiçbir hareket ve girişime asla fırsat vermemiş, aksine her fırsatta bu bağın olabildiğince kuvvetli olmasına dikkat etmiştir. Resûlullah, çevresinde halka kurmuş sahabe-i güzine “kardeşim” ifadesini sık sık kullanmıştır. Bizzat ondan sadır olan bu tür ifadeler, iman ekseninde birbirleriye bir vücudun azaları gibi kenetlenmiş müslüman cemaatin her bir ferdinin birbirine sıkı bir şekilde bağlanmasında önemli rol oynamıştır. Ayrıca İslam yolunda sergilediği cihadın daha da güçlü fertlerle yapılmasını temin etmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v) Medine’de Müslümanları kardeşleştirme yoluna giderek, her yönden sağlıklı bir toplumsal yapı meydana getirmeyi hedeflemiştir. Bu davranış, dünya tarihinde ilk defa gerçekleşen bir hadise olmuştur. Bu projeyle Mekkeli Müslümanların yalnızlık duygusuna kapılmaları engellenmiş, hayata güvenle bakmaları sağlanmış, Muhacirlerle Ensârın birbirlerini iyi tanımları ve ortak düşmana karşı mücadele için yardımlaşmaları temin edilmiştir. Medineli Ensâr, Mekkeli Müslüman kardeşlerini kendi nefislerinden aziz tuttukları gibi, onları hiçbir konuda yalnız bırakmamıştır. Çünkü bu kardeşliğin temeli, Allah’a iman, takva ve rızây-ı ilahîyi elde etme gibi ulvî esaslara dayanmıştır.

İşte Resûlullah (s.a.v) ve ilmin kapısı Hz. Ali! Resûl-i Ekrem, Hz. Ali’ye kardeşim demişti. Hz. Peygamber bir Muhâciri bir Ensâriyle kardeş ilan ederken bunu bizzat uygulayarak göstermiştir. Onların birbiriyle Allâh için kardeş olmasını emrettiği sırada kendisi ile Hz. Ali arasında bunu ilan edip göstermişti. Kanaatimizce bu, Hz. Peygamber’in örnek bir uygulama olsun diye yaptığı bir davranıştı. Dikkat edileceği üzere Hz. Ali de onun gibi Mekkeli bir Muhâcirdir. Fakat kardeşleştirmenin nasıl gerçekleşeceğinin gösterilmesi açısından Hz. Peygamber’in böyle bir uygulamada bulunması önemliydi. Bu hadisenin şöyle cereyan ettiği aktarılmıştır: Hz. Peygamber (s.a.v) “Allâh için ikişer ikişer kardeş olun” buyurmuş ve ardından Hz. Ali’nin elinden tutarak “Sen benim kardeşimsin.” Demiştir. Yine bununla alakalı olarak Hz. Peygamber, Hz Ali’nin omzuna elini koyarak, “Sen benim kardeşimsin, sen bana, ben de sana mirasçı olurum.” Demiştir. İbn Kesir, Hz. Peygamber ve Hz. Ali’nin kardeşliği meselesini değerlendirmiş ve “Ensâr ile Muhâcir arasında meydana gelen kardeşlikteki mana, bunların birbirlerini gözetmesi ve kalplerinin birbirine ısınması içindir.” demiştir.

İşte Resûlullah (s.a.v) ve büyük halife Hz. Ömer! Resûlullah (s.a.v) Hz. Ömer’in umreye gideceğini duyunca, “Kardeşine de dua et!” buyurmuştu.

İşte Resûlullah (s.a.v) ve Cafer b. Ebi Talib! Resûlullah (s.a.v) ona da “kardeşim” ifadesini kullanmıştı. Hayber daha yeni fethedilmişti ve Müslümanlar fetihten yeni dönmüşlerdi. Tam o sırada din-i mübin-i İslam için Mekke günlerinde gördükleri eziyet ve işkencelerden dolayı memleketlerini terk eden sahabilerden Cafer b. Ebİ Talib Habeşistan’dan Medine’ye dönmüştü. Resûlullah (s.a.v), sevdiği sahabi ve aynı zamanda amcası oğlu Cafer’in gelişi üzerine “Hayber’in fethine mi, yoksa kardeşim Cafer’in gelişine mi sevineyim?” demişti.

Onlar da birbirlerine “Kardeşim” dediler

İnsanlarla ilişkilerinde İslâm’ın önem verdiği sabır, tevazu, şefkat, merhamet, kararlılık vb. hususiyetlerin göz önünde bulundurulması gerektiğini bilen sahâbîler, bu prensipleri en güzel şekilde kullandılar. Ashâbın önde gelenleri hem kendileri gibi sahâbî olanlarla hem de diğer Müslümanlarla İslam kardeşliği ekseninde en güzel şekilde kaynaştılar. Birbirlerini sevdiklerini zaman zaman kullandıkları ifadelerde gösterdiler. Hz. Ömer (r.a)’in Ebû Ubeyde’yi sevdiğine dair rivayetler bulunmaktadır. İslam’ın başkenti Medine’de ikamet eden ikinci halife Hz. Ömer, Suriye’deki vatandaşlarını ziyarete geldiğinde Ebû Ubeyde’yi aramış ve ona olan muhabbetinden dolayıdır ki, “Kardeşim nerede?” diye sormuştu. Yanında bulunanlar, “O da kimdir?” dediklerinde Hz. Ömer (r.a), onun Ebû Ubeyde olduğunu söylemişti. Çok geçmeden Ebû Ubeyde’yi buldu. Hz. Ömer (r.a), yanında bulunanlara dönmelerini söyleyip Ebû Ubeyde ile yalnız kalmak istedi. Daha sonra Ebû Ubeyde’nin evine gittiler. Onun evinde bir kılıç, zırh ve bineğinden başka bir şey göremeyince, “Kendine eşya edinseydin ya!” dedi. Bunun üzerine Ebû Ubeyde, “Ey Müminlerin Emiri, hakkımızda dedikodu olur” şeklinde karşılık verdi. Başka bir rivayette ise Hz. Ömer (r.a)’in gördüklerine ağladığı ve ardından, “Ey Ebû Ubeyde, sen hariç dünya hepimizi değiştirdi.” dediği belirtilmiştir. Hz. Ömer iman kardeşi olan Ebu Ubeyde’nin ölümü üzerine ağlamıştı.

Suriye’de veba hastalığı ortaya çıktığı sırada Hz. Ömer (r.a), Ebû Ubeyde’ye haber gönderdi ve mektubunu alır almaz yanına gelmesini istedi. Onun bu hastalıkla hayatını kaybetmesine gönlü razı değildi. Fakat Ebû Ubeyde gönderdiği cevabî mektubunda kendisini mazur görmesini, yanındaki Müslüman askerleri bırakıp da gelemeyeceğini belirtti. Mektubu okuyan Hz. Ömer (r.a) gözyaşlarını tutamadı. Ebu Ubeyde de bir komutan olarak yanındaki askerleri kardeş bilmiş, onları terk etmeye gönlü razı olmamıştı.

Onlar kardeşler olarak birbirlerinden dua talep etmişlerdi. Tabiinden Abdullah b. Safvan, sahabeden Ebu’d-Derdâ’nın damadı olup onun Derdâ ismindeki kızıyla evliydi. Dımaşk’a geldikleri bir sırada Ümmü’d-Derdâ, damadının ve kızının hacca gideceğini öğrenince kendisi için de dua etmelerini istemiş ve “Müslüman kişinin, kardeşi için gıyabında yaptığı dua kabul olunur. Onun yanı başında görevli bir melek bulunur ve o kimse kardeşine dua ettiğinde o melek, ‘Aynısı senin de olsun’ der.” hadisini aktarmıştı. Daha sonra kayınpederi Ebu’d-Derdâ ile karşılaşan Abdullah aynı hadisi ondan da dinlemişti.

Ebu’d-Derdâ’nın gerek Suriye halkına gerekse sahâbeye sevgi ve samimiyet içeren ifadeler kullandığını görmekteyiz. Selmân-ı Fârisî’ye gönderdiği mektuba, “Ey kardeşim” şeklinde sıcak ifadelerle başlamıştı. Selmân’a duyduğu sevgi ve özlemini yazdığı mektuplarla dile getirdiği oluyordu. Ona yazdığı bir mektupta, her ne kadar bedenler birbirlerine uzak olsa da ruhların birbirlerine yakın olduğunu söylemişti.

Selmân da Ebu’d-Derdâ’ya olan sevgisini Şam’a onu ziyarete gelerek göstermişti. Bölgeye Ebu’d-Derdâ’yı ziyaret etmek maksadıyla geldiğinde Dımaşk halkı onu misafir edebilmek için adeta birbiriyle yarıştı. Fakat o iman ve İslam kardeşi Ebu’d-Derdâ’ya gitmek istediğini söylemiş ve o esnada Ebu’d-Derdâ Beyrut’ta olduğundan çıkıp oraya gitmişti.

Ebu’d-Derdâ’nın çevresinde bulunanlara sürekli samimi ifadeler kullandığı bilinmektedir. O, hata işleyen bir kimseyi en güzel şekilde uyarmasını biliyordu. Karşısındaki muhatabının hatasını düzeltirken ona, “kardeşim” diyerek hitap ederdi. Bu hitap şekli onun tevazusunu, din kardeşlerine duyduğu sevgiyi göstermektedir. O, bölgeye yerleşmiş olan sahâbîler içinde en mütevazı olanlarındandı ve bunu insanlarla ilişkilerinde gösteriyordu.

Onların birbirlerine hürmetleri, yumuşak davranışları ve birbirlerine karşı kullandıkları “kardeşim” ifadesi aralarındaki muhabbeti gösteriyordu. Onlar arasında Arap-Fars-Rum-Habeş şeklinde insanlığın değişik renk ve tonları vardı. Ama kalpleri tek renk, tek ses olup bir hedefe kilitlenmişti. O da Allah ve Resulünün sevgisiydi.

Tarih şahittir ki Müslümanlar kardeşlikte kenetlendikçe muvaffak olmuşlardır. Allah kalplerin darmadağınık olduğu bir topluma yardımını indirmez. Büyük komutan Salahuddin Eyyubi Müslümanlar arasında birliği temin ettikten sonra Haçlıların karşısına dikildi. Birliği oluşturma sürecinde hep dâhili çalıştı. Bizzat Müslümanlarla uğraştı, onları ikna etti. Saflar kenetlenip kalpler bir olduktan sonra düşmanın karşınsa dikildi ve Allah böyle bir orduya zaferi bahşetti.

İslam’a hizmet yolculuğunda Müslümanları kardeş bilmek, her ne olursa olsun Müslümanların lehinde karar vermek ve Müslümanların genelinin menfaatini hep önde tutmak her Müslümanın şiarı olmalıdır. Böyle olduğu takdirde kardeşliğimiz Allah ve Resulünün razı olacağı bir kardeşlik olacaktır.

Kaynaklar

  1. H. M. Naci Kula, Hucurat Suresi 10. “Ayet Çerçevesinde Kardeşlik İlkesi ve Ruh Sağlığı Açısından Önemi” EKEV Akademi Dergisi, c. 1, sayı: 2, 1998, s. 49.
  2. İ. Süreyya Sırma, İşte Önderimiz Hz. Muhammed, Beyan yay. İstanbul: 2007, s. 67.
  3. Adnan Demircan, Nebevi Direniş Hicret, Beyan yay. İstanbul: 2000, s. 147.
  4. Mehmet Azimli, “Hicret Sonrası Medine’de Meydana Gelen Bazı Olaylar Üzerine Mulahazalar” Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2008, c. 10, sayı: 1. s. 29.
  5. Cüneyt Gökçe, “İslâm Kardeşliğinin Temelleri” Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, yıl: 1998, sayı: 1, s. 24.
  6. İbn Sa’d, Tabakat, III, 21.
  7. İbn Sa’d, Tabakat, III, 21; İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdulmelik, es-Sîretü’n-Nebevîyye, Beyrut: Müessesetü’l-Mearif, ths. s. 256, Bir rivayette de “Bu benim kardeşimdir” şeklinde gelmiştir. İbn Kesir, el-Bidâye, I, 464.
  8. İbn Sa’d, III, 21.
  9. İbn Kesir, el-Bidâye, I, 464.
  10. Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, I, s. 200.
  11. İbnü’l-Cevzî, Tarihu Ömer, s. 138.
  12. İbn Asâkir, Tarihu Medineti Dımaşk, XXV, 480.
  13. İbn Asâkir, XXV, 481.
  14. Taberî, Tarih, IV, 238.
  15. İbn Asâkir, XXIX, 202-6; İbnü’l-Esir, Üsdü’l-gâbe, III, 279; İbnü’l-İmâd, Şezerâtü’z-zeheb, I, 308; Ali Yardım, “Abdullah b. Safvan” DİA, I, 131.
  16. İbn Asâkir, XXIV, 144. Hadis için bk. Müslim, Zikir, 86, 88.
  17. Ebû Nuaym, Hilye, I, 214; İbn Asâkir, a.y. XLVII, 153; İbnü’l-Cevzî, Sıfâtu’s-safve, I, 631.
  18. İbn Kuteybe, Uyûn, III, 12.
  19. Belâzurî, Ensâb, II, 131; Ebû Zur’a, Tarih, 61; İbnü’l-Cevzî, Sıfâtu’s-safve, I, 536.
  20. Havlânî,Tarihu Darayya, s. 80; İbn Asâkir, XXXV, 355.
  21. Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, I, s. 200.

 

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?