CENTO’nun kendi kendini feshetmesinden hemen sonra kimi batılı liderler, şöyle bir açıklama yapmışlardı: “Bundan sonra düşmanımızın rengi kırmızı yerine yeşil olacaktır.” Yani bundan böyle Komünizmle değil, İslam’la savaşacaklarını ilan etmişlerdi. Bu tarihi iddianın altında çok sinsi tehlikeler gizliydi. Ancak biz ümmet olarak sahipsiz ve çobansız sürü misali darmadağın olduğumuzdan, bu tehlikeyi yeterince görüp değerlendirme ve tedbirleri üzerinde kafa yorma imkânımız olmadı.

Evet, yıllarca kendi kurdukları sözde “Komünizm” tehlikesine karşı Müslümanları koçbaşı olarak kullanmışlardı. Güya Komünizm, Kapitalizm karşısında pes edince de “stratejik ortak” ve “müttefik” diye sırtını sıvazladıkları İslam ümmetini, bu defa bizzat düşman ilan edip hedefe koymuşlardı. Artık ittifak bozulmuştu.

Ancak düşman, düşmanlığını da her zamanki gibi kalleşçe yapıyordu. Bir yandan BOP vb. isimler altında “Ilımlı İslam” projeleriyle İslam’ın içini boşaltmaya çalışırken, bir yandan da tam aksi uçta aşırının da aşırısı örgütlerin kilometre taşlarını döşüyordu. Yani düşman hem ifrat hem de tefrit yönünde onlarca grup, örgüt ve oluşumlar oluşturarak İslam’ın önünü kesmeye çalışıyordu.

İfrat guruplarıyla İslam’ı terör, Müslümanları da terörist olarak lanse ederken, tefrit gruplarıyla da sürü gibi güdülmeye ve sığır gibi sağılmaya müsait yığınlar oluşturmaya çalışıyordu. Ne yazık ki bu konuda çok da mesafe almayı başarmış durumdadır. Ancak sonunda galip gelecek olan Allah’ın (c.c.) planıdır. Düşmanın tüm planları, tarih boyu olduğu gibi yine başarısız olacaktır.

Bu aralar içeride cirit atıp Müslümanları “hidayete” (!) davet eden kimi Işid taraftarları, kendilerinden başka tüm ümmeti kâfir kabul ediyor. Ama özellikle kendi imamlarına (!) bey’at etmeyen Sünnileri; “Bâği” (meşru İslam otoritesine karşı gelen) değil de “mürted” (dinden çıkmış) kabul ediyorlar. Tabi sonuçta “baği”nin de mürtedin de katli vaciptir!

Aldatılarak bu korkunç fikre ikna edilmiş ve haşhaşileştirilmiş zavallı ümmet evlatlarının, kendileri gibi inanan mücahitlerin kellelerini ibadet aşkıyla koparıp teşhir etmeleri garip görülmüyor. Onlara göre meşru! İslam devletleri kurulmuş, halife seçilip ilan edilmiştir. Bundan böyle geri kalan 2 milyarlık İslam âlemi bey’at edip kendi otoritelerine girmedikçe mürtettirler. Kanları ve canları mubah, malları ganimet, kadınları cariye, erkekleri de köledirler.

Bu zavallı insanların önemli bir özelliği, dışarıya kapalı olmalarıdır. Çünkü kendileri dışındakilerin kâfir olduklarına inandırılmışlardır. Saatlerce konuşsanız da faydası yok. Çünkü kendilerine göre kâfir olanın söyleyeceklerine itibar edilmez ve adeta duvara konuşmuşsunuz gibi tüm konuşmalarınız boşa çıkar. Ayet, hadis, müçtehit imamların görüşleri, ümmetin 1400 yıllık ilmî mirası falan onları hiç ilgilendirmiyor. Çünkü kendi görüşleri dışındaki görüşlere kulakları kapalı, gözleri kör, kalpleri kilitli…

Daha tehlikeli yanıysa, mürtetlerle (Sünni Müslümanlar) savaşırken, kâfirlerle iş birliği yapmak ve onlardan yardım almayı falan caiz görmeleridir. Yani Suriye’de Beşşar cuntası ve diğer Şii çetelerine karşı savaşan Müslümanlarla savaşırken Beşşar vd. Şia çetelerinden destek alabilirler. Hamas mürtetlerine (!) karşı Yahudi’yle iş birliği yapabilirler. Mursi ve İhvan mürtetlerine (!) karşı Sisi cuntasıyla iş birliği yapabilirler. Çünkü mürtetlerle savaş, öncelikleridir.

Dolayısıyla mürtetlere karşı giriştikleri bu kutsal (!) savaşta ABD’den, İsrail’den, İran’dan, Suudi’den, İngiltere’den, Almanya’dan kısaca bilumum küfür diyarı ve destekçilerinden veya Müslüman görünümlü münafıklardan destek alabilirler. Onlarla iş birliği yapabilirler. Çünkü İslam devleti (!) için asıl tehlike mürtetlerdir. Tabi mürtetler de nedense sadece “Ehl-i Sünnet” Müslümanlardır. Görünürde horoz dövüşü yapsalar da aslında Şia’yla da çok bir sorunları görünmüyor.

Onlara göre Şia, zaten kâfir olduğundan öncelikli hedefleri olmadığı gibi mürtetlerle (Sünni Müslümanlarla) savaşta Şia’dan da destek alabilirler. Şia’nın bu çeteye karşı bolca gürlemesine rağmen pek de yağmaması işte bu önemli noktadan dolayıdır. Bu maya tutar da böyle devam ederse, tüm Sünni kitle yine Sünni olan ve haşhaşileştirilen ümmet evlatlarıyla bertaraf edilmeye çalışılacaktır. Peki, bunda başarılı olacaklar mı? Elbette hayır!
Düşmanın bu sinsi projesi, aynen Yahudi’nin Filistinlilere uyguladığı taktik gibi. Siyonistler, Hamas’la El-Fetih’i birbirine kırdırmak için hep sürgit planlar yapıyorlar. Nitekim devam etmekte olan Gazze kuşatmasının bir sebebi de Hamas’ın elini El-Fetih’e karşı zayıflatmaktır. Zira ümmet birliği tüm kâfirlerin korkulu rüyasıdır. Dolayısıyla ümmet içinden ümmet adına daha nice çeteler türetebilirler.

Yakın geçmişe kadar biz Şia ile Vahhâbilik’in zıt kutuplar olduğunu zannederdik. Hâlbuki ikisi de aynı kaynaktan çıkmadır ve aynı merkezden yönetilmektedir. Hatırlayalım: Bin Selman, bir ABD gezisinde şöyle bir demeç vermişti: “Selefiliği dünyaya yaymayı CIA istedi ve bu konuda önümü açtı.” Bizdeki sağcılık-solculuk, Kürtçülük-Türkçülük vb. zıt görünen çeteler de hep aynı kabildendir. Yani görünürde düşman gibidirler ama adeta aynı tugayın farklı bölükleri gibidirler. Şeytanlar sinsilik ve kalleşlikte bu zalimlerin şakirtleri dahi olamaz ve bunların eline su dahi dökemezler.

İslam’ı Işidlemek
Akit yazarlarından Ahmet Varol, Deaş’ın fırtına gibi estiği günlerde “hilafeti ışidlemek” başlığın altında güzel bir yazı kaleme almıştı. Ancak gelişmeler, Işid’in sadece hilafeti değil, birçok şeyi işıdlediğini göstermektedir. Daha önce, “bir taşla kuş sürüsü” başlığıyla bu konuya kısmen değinmiştim. Hâlâ birtakım iyi niyetli ve saf Müslümanların, bu tekfirci harici fırkanın etkisinden çıkmadıklarını ibretle izlemekteyiz. Dolayısıyla bu hamur daha çok su götürecek gibi… Düşman tarafından bu kadar kullanıma elverişli yığınlar oldukça da bu sorun bitmeyecektir.

Kareleri yan yana getirip ferasetle baktığımız zaman, sadece Işid değil, birçok ifrat ve tefrit grubunun, birtakım karanlık odaklar adına hareket ettiklerini şimdi daha iyi anlıyoruz. Ergenekon taktikleri de ortalığa saçılıp “Fetö”, “Kedicik tarikatı”, “Evrenesoğlu”, “Sünnet düşmanı reformistler” vb. yapılanmalar deşifre olduktan sonra, nice yerel veya küresel derin güçlerin kontrolünde yapıların var olduklarını/olabileceklerini anlamış bulunuyoruz.

Halis ve saf Afgan cihadından, “El-kaide”, El-Kaide’den “Nura”, oradan Işid/Deaş veya “Eş-Şebab” ve “Boko haram” gibi onlarca irili ufaklı tekfirci, harici grupların türetilmesi ancak şimdi anlaşılıyor. İngiliz, Yahudi vd. derin güçlerin geliştirdiği Vahhâbilik, mutasyona uğratılarak, özellikle de “selefilik” adını kullanan, onlarca tekfirci grup oluşturulmuştur. Şia’nın zıddı gibi görünen ama aslında birbirlerini besleyerek ümmet içinde ihtilaf, tefrika, fitne ve kardeş kavgaları çıkarılmak üzere dizayn edilmiş proje yapılar bunlar…

Bu sebeple de Işid, her ne kadar düşman gibi görünse de Şia’yla uyum içinde yoluna devam ediyor. Sloganlarda kanlı bıçaklı olsalar da pratikte kuzu sarmasıdırlar. Suriye’de Beşşar’a karşı kıllarını kıpırdatmadılar. Müslümanlarla savaşıp durdular ve hâlâ da savaşıyorlar. Bunların ilk versiyonu olan El-Kaide’nin bölge lideri, “Gazze Furkan savaşı” esnasında, “Biz bir kâfire karşı, diğer bir kâfiri desteklemeyiz” diye demeç vermişti. Yani Yahudi kâfirine karşı, Hamas kâfirini (haşa) desteklemeyiz, demişti.

Keşke bu söylediklerini de tatbik etseler ya… Hayır. Mısırda İhvan’a karşı Sisi’yi net olarak desteklediler ve desteklemeye devam ediyorlar. Suriye’de muhaliflere karşı Beşşar’ı dolaylı olarak destekliyorlar. Irak’ta çıkmaza giren Şia taifeleriyle dolaylı, gizli-aşikâr paslaşıyorlar.
Sonuç olarak Ümmetin bu hainlere karşı uyanık olması, kendi aralarındaki ihtilafları bir yana bırakıp derin güçlerin planı olan tüm bu bölücü ve yıkıcı unsurlara karşı birlik olarak, gerekli tedbirleri almaları acil ve elzemdir. Aksi hâlde yarın geç olabilir.

Deaş/Işid’le Planlanan Olası Hedefler:
Genelde İslam’ı ve tüm ümmeti, özelde ümmetin ana omurgası olan Ehl-i Sünneti, karartmak, terörist görüntüsü vermek. Böylece ümmet neslini, Ehl-i Sünnet anlayışından uzak tutmaya çalışmak. Nitekim Deaş’ın ortalığı kasıp kavuran “kafa kesme” “mezbahanede hayvan boğazlar gibi cinayetler” “suda boğma” “apartmanlardan aşağı atma” “vahşi köpeklere parçalatma” ve daha akla gelmedik vahşi cinayetlerinden sonra, büyük infialler oldu. Sadece İslam kamuoyunda değil, tüm dünyada İslam’a ve Müslümanlara karşı bir nefret oluştu.

Sünni gücü törpülemek. Çünkü Ehl-i Sünnet, ümmetin ta kendisidir. “Dine karşı din projesi olan Şia” ümmet nüfusu içinde %8 bile değildir. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet ne kadar zayıflatılır, Şia da ne kadar güçlenirse, ümmetin birbirine kırdırılması daha hızlı olur.

Özellikle Ehl-i Sünnetin cihad aşkı ve şehadet sevdası taşıyan seçmece gençlerini, cihad adı altında ölüm tarlalarına çekerek imha etmek. Başka bir tabirle Müslümanların neslini birbirlerine kırdırmak. Şia ve Vahhâbiliğin ikisine de tekfircilik öylesine zerk edilmiştir ki birbirlerine karşı kin ve nefretleri, paçalarından akmaktadır.

İslamofobiyi daha da geliştirerek, üzerine Sünni korkusu ekleyerek zenginleştirmek. İslam’ı alabildiğine vahşi göstermek… Böylece İslam’a kalpleri açık olan gayr-i müslimleri İslam’dan uzaklaştırmak. Nitekim Deaş operasyonlarından sonra batıda İslam’a ve Müslümanlara karşı girişilen şiddet eylemlerinde hissedilir bir artış oldu ve hâlâ devam etmektedir. Öyle görünüyor ki, küresel çeteler, bu yöntemi geliştirerek devam ettireceklerdir. Buna karşı tüm ümmet olarak uyanık olmak ve İslam düşmanlarının oyunlarına gelmemek gerekir.

Sünni-Şii çatışmasını daha da keskinleştirip alevlendirmek. Bilindiği üzere İslam düşmanları, Şia’yı kurdukları/kurguladıkları günden beri ümmete karşı kullanmaktadırlar. İslam ümmeti ne zaman düşmanlarına karşı bir atağa geçse, Şia hep arkadan bir cephe açmıştır. Ya da haçlı vb. güçler, İslam ümmetine karşı bir operasyona hazırlanırken, Şia’yı öncü birlik gibi ümmetin üzerine salıp dikkatlerini dağıtmaya çalışmışlardır. Yani Şia her zaman İslam’a karşı düşmanın üretken bir manivelası olmuştur. Ancak tek taraflı bölücü güç yetmeyince, son üç asırdır Şia’ya karşı gibi görünen Vahhâbiliği de bir bölen olarak harekete geçirmiştir. Böylece İslam ümmeti içinde çok yönlü bölücü unsurlar oluşturulmuştur.

Şia’yı ümmete karşı tahrik edip kışkırtarak fitneyi körüklemek. Böylece onların düzelmesi muhtemel olanlarını hidayetten uzaklaştırmak. Fırkalar arası kin ve nefreti körüklemek, uçurumu daha da derinleştirmek. Zaten bozuk bir akide sonucu Şia, İslam ümmetine karşı kin ve nefret doludur. Çünkü Şia adeta kinini din edinmiştir.

Ümmetin cihat ruhu ve şehadet sevdası taşıyan gençlerini, terörize etmek ve aşamalı olarak imha etmek. Ilımlı İslam’la cihat aşkını kıramadılar. Çünkü Kur’an ve Sünnette mevcut bulunan yüzlerce nassı devre dışı bırakmak mümkün değildi. Ama günü geldiğinde İslam ve ümmet adına cihat edecek olan ümmetin gençlerini kırmayı başarmaktadırlar.

Cihadı, terörle eşdeğer gösterip cihat ruhunu sindirmek. Cihadı karalayıp mümkün olduğunca ümmetin neslini cihattan uzak tutmak. Yalancı çobanın hikâyesi gibi, yalancı bir cihat tuzağıyla binlerce ümmet evladı telef olunca gerçek cihat vakti geldiğinde, kimse dönüp bakmayacaktır. Derler ya; “Sütten ağzı yanan, ayranı üfleyerek içer.”

Suriye’de Beşşar’ın, Mısır’da Sisi’nin ve daha birçok yerde de İslam düşmanlarının elini rahatlatmak. Zulüm ve ilhaka kaşı direnen Müslümanları hedefe oturtmak suretiyle direnişi zaafa uğratmak. Hatırlayalım Özgür Suriye ordusu, Halep’i alıp Şam’a doğru hamle yapmaya başlamış ve hatta dış mahallelerinin bir kısmını ele geçirmişti. Tam o sırada uzun zamandır hazırlanmakta olan “Deaş/Işid” devreye girip savaşın seyrini tersine çevirmişti.
İslam baharını ve direniş fikrini tamamen bitirmek. Artık İslam diyarında despot idarecilere karşı kıyama kalkma fikrini tamamen bitirmek. Evet, belli bir yere kadar başarılı da oldular. Ancak bu böyle gitmez. Bizde “28 Şubat süreci” hakkında bin yıl sürecek falan gibi çok laflar edilmişti. Ama o meşhur darbe ve zorbalık, beş yılını dahi dolduramadan son bulmuştu.

Irak, Suriye, Afganistan ve birçok Afrika ülkesinde geçmişten gelen Sünni grupları terörize etmek ve böylece ümmetin direniş gücünü bloke etmek. Zaten var olan bir Sünni halk hareketini terör kalkışması görüntüsüne büründürmek ve sabote etmek. Şii taife böylece İslam ümmetine karşı değil de teröristlere karşı mücadele ediyor görünecek.
Sünniliği dünyaya terörist olarak gösterirken, Şia’yı teröre karşı ve hümanist bir görüş olarak lanse etmek… Böylece Şia’nın ümmet içinde alabora olan prestijini yeniden ihya etmek. Çünkü Şia ne kadar güçlü olursa, “ümmet içinde bir bölen” olma görevini daha iyi icra edecektir.

Irak ve Suriye petrollerinin dünya emperyalistleri lehine kontrol altına alınmasını sağlamak… Nitekim Deaş, yıldırım hızıyla işgal ettiği bölgeleri, aynı yıldırım hızıyla PKK/PYD güçlerine bırakıverdi. Özellikle petrolün merkezi olan Rakka’yı adeta altın tepside sunar gibi bırakıverdi. İnsanlar zannediyordu ki Rakka’da adeta kıyamet kopacaktı. Ama hiç de öyle olmadı. Binlerce Deaş militanı, kontrollü bir şekilde başka bölgelere konvoylar hâlinde ve güvenli bir şekilde aktarıldılar. Çünkü artık çok kullanışlı vekalet ordularına çevrilmişlerdi.
Küresel ölçekte bir şeyler yapmaya çalışan Türkiye’ye haddini bildirmek. Türkiye’nin diğer İslam ülkeleriyle bağını kesmek için aralarında bir tampon bölge oluşturmak. Böylece İslam âlemiyle ticaretini çıkmaza sokmak ve mümkün olduğunca engellemek. Enerji kaynaklarından dolaylı da olsa istifadesini bitirmek.

BOP’un ılımlı İslam projesi çökünce haşin İslam projesiyle yollarına devam etmek. Yani dünya insanları; İslam’ın orijinal, şefkat ve merhamet yüzüyle hiç tanışmasın. Ya ifrat ya tefrit veya hem ifrat hem tefrit… Çünkü insanlık İslam’ın gerçek yüzünü gereği gibi görüp tanırsa, iman edip İslam’ın neferleri hâline gelirler. Bu da küresel derin çetelerin uykularını kaçırıyor. Ama korkunun ecele faydası yok. Bu korktukları eninde sonunda olacaktır inşallah…

Hilafet ismini lekeleyerek gelecekte olası gerçek hilafeti olabildiğince ötelemek. Bilindiği üzere İslam, ümmeti adalet üzere idare edecek bir halifenin nasbedilmesini farz kılmıştır. Bu farz; tüm fazların yaşanması ve tüm haramlardan da kaçınılmasının teminatı olduğu için, farzlar üstü bir fazdır. Dolayısıyla ümmet, çobansız sürü misali darmadağın olmaktan kurtulmak için en kısa zamanda hilafeti ihya etmek zorundadır. Düşman ise bunun farkında olduğundan çakma halifelerle bunu biraz daha ötelemeye çalışmaktadır. Ama nafile…

Ümmeti ayağa kaldıracak olan “Vasat ümmet anlayışı”nı ötelemek. Bunun için de tekfircilerle didişecek ifrat unsuru olarak, İslam ümmeti arasında sürgit ihtilafları körüklemesi gerekiyor. Tekfircilik, kin ve nefret yüklenmiş olan Şia ve Vahhâbilik zaten buna teşneydiler. Zaten onların inşası buna matuf idi. Böyle gruplar; ihtilafları iftiraka, tefrikaları da adavet ve kardeş kavgalarına dönüştürmekte taşeronluk yapmak için adeta hazır kıtadırlar.

Ismarlama operasyonlarla İslam diyarından işgale uygun olan bölgelerin işgaline zemin hazırlamak… Irak, Suriye, Yemen, Mısır, Afganistan, Somali, Nijerya vb. yerlerde olduğu gibi… Mürtet kabul ettikleri kendilerinin dışındaki gruplara karşı vahşice cinayetler işlemek. 1.5-2 milyarlık İslam ümmetini içerden bir kurt misali kemirip zayıflatmaya devam etmek. Tüm İslam düşmanı unsurlar, Müslümanlara karşı açıktan savaşamadıkları için bu yola başvurmaktadırlar. Yani “vekâlet savaşları.”

İhvan, Cemaat-i İslami gibi vasat oluşumları tasfiye etmek. Zira düşman çok iyi biliyor ki İslam’ın nebevi anlayışla, şefkat ve merhametle, barış ve esenlikle insanlığın idrakine sunulması, kısa zamanda yürekleri fethedecektir. Bu da küresel çetelerin kısa zamanda iflas etmesi ve İslam’ın önünde diz çökmesi manasına gelir.

Cemaat olmak fitnedir görüşünde olanları haklı çıkarıp Müslümanların güç olmasını engellemek. Zaten bu konuda yeterince kötü örnekler vardı. Deaş/Işid vb. ifrat grupları da bunun tuzu biberi oldular. Evet, “su-i misal misal değildir” ancak bunu kitlelere açıklamak da çok kolay değildir. O zamana kadar, çoktan “atı alan, Üsküdar’ı geçmiş” olacaktır. Bunlara daha birçok maddeler eklenebilir. Evet, maalesef düşman; “bir taşla iki kuş” değil, kuş sürüsü de değil, kuş sürüleri vurmaktadır. Ama sonunda zafer İslam’ın ve akıbet bu mazlum ümmetin olacaktır. Düşmanın tüm yaptığı, sadece ecelini kısmen ötelemektir.
Subhâneke… Bihamdike… Esteğfiruke…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?