Biden’ın Orta Doğu Ziyareti
ABD Başkanı Joe Biden, 13-16 Temmuz 2022 tarihlerinde Orta Doğu olarak isimlendirilen bölgeye bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaret, Biden’ın başkanlık koltuğuna oturmasından sonra bölgeye gerçekleştirdiği ilk ziyaret niteliği taşıyordu.

Öncelikli amacı ABD’nin bölgeyle ilgili çıkarlarını ve İsrail işgal rejiminin geleceğini güvenceye almak olan bu ziyaretinde Biden ilk olarak siyonist işgal devletinin liderleriyle bir araya geldi. Çünkü ziyaretinde kuracağı irtibatlarda ve yapacağı görüşmelerde onların görüşlerini almaya ve tavırlarını öğrenmeye ihtiyacı vardı.

Ziyareti esnasında kendisinin de siyonist olduğunu ve siyonist olmak için yahudi olmak gerekmediğini dile getirmesi dikkat çekti. Onun siyonist olduğundan biz de şüphe etmiyorduk. Ama siyonist olmak için her ne kadar yahudi olmak gerekmese de ırkçı ve sadist olmak gerekir. Bu yönüyle siyonizmin, faşizmden ve nazizmden farklı olmadığı da bilinen bir gerçektir.

Siyonist liderlerden sonra göstermelik olarak Filistin Başkanı Mahmud Abbas’ı da ziyaret etti. Ardından Suudi Arabistan’ın Cidde şehrine geçerek, orada hem bu ülkenin liderleriyle hem de aynı günlerde Cidde’de bir ekonomik işbirliği zirvesi için toplanan Körfez İşbirliği Konseyi üyesi 6 ülkenin liderlerine ek olarak yine bu toplantıya katılmak için gelen Ürdün, Irak ve Mısır liderleriyle bir araya geldi.

Biden’ın ziyaretinin en önemli amaçlarından biri de “İran tehdidi”ni bahane ederek bölge ülkelerini işgal rejimiyle bir askeri ittifak oluşturmaya ikna etmekti. Ama Suudi Arabistan Dış İşleri Bakanlığı’nın ziyaret sonrasında yaptığı açıklamalar Biden’ın bu konudaki taleplerinin ilgi görmediğini ortaya koyuyordu. Bunun Biden’ı kızdırdığı, ziyaret öncesinde Cemal Kaşıkçı cinayetini gündeme getirmekten özenle kaçınmasına rağmen Cidde’deki görüşmesinde bu cinayette Muhammed bin Selman’ın sorumluluğu olduğunu ifade etmesinden anlaşılıyordu.

Not: Vuslat dergisinin Ağustos 2022 sayısı için yazdığımız yazıda bu ziyareti farklı boyutlarıyla ve ayrıntılı bir şekilde tahlil etmeye çalıştık. Konu hakkında daha geniş bilgi edinmek isteyenlere bu yazımızı okumalarını öneriyoruz.

Tahran’da Üçlü Zirve
19 Şubat 2022 tarihinde Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Cumhurbaşkanı Viladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi arasında “Astana Süreci Garantör Ülkeleri Yedinci Zirve Toplantısı” ismiyle bir üçlü zirve toplantısı gerçekleştirildi. Toplantının başlığı itibariyle ana konusu da Suriye’deki krizin sona erdirilmesi için başlatılan Astana Süreci’nde gelinen durumu değerlendirmek ve siyasi çözüm konusunda bir ilerleme sağlanması için neler yapılabileceğini görüşmekti. Ayrıca küresel ve bölgesel düzeyde bazı önemli gelişmeler yaşanması sebebiyle bu konularla ilgili de görüşme ve değerlendirmeler yapıldı.

Her ne kadar Esed rejimi ve onun arkasında duran işgalci güçler tarafından yapılan anlaşmaların şartlarına hakkıyla riayet edilmiyor ve zaman zaman saldırılar düzenleniyor olsa da Astana Süreci, Suriye’de gerginliğin ve şiddetin önüne geçilmesi açısından zikre değer bir katkı da sağlamıştır. Ancak bu süreçte, bir siyasi çözüm formülü oluşturulduğunu söylenemek mümkün değildir.

İşin gerçeğinde siyasi çözümün önünde duran en önemli engel bu ülkede krizin temel sebebi durumundaki Baas rejimi sultasının sağlama alınmasını merkeze yerleştiren yaklaşımda ısrar edilmesi ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasının Beşşar Esed saltanatının korunması ile eş anlamlı olarak gösterilmesidir.

Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasının elbette önemsenmesi ve üretilecek tüm çözüm formüllerinde bunun bir ilke olarak benimsenmesi gerekir ama krizin gerçek sebebinin ülke halkının siyasi özgürlüğünün ve meşru haklarının tanınmaması konusundaki ısrarlılık olduğu gerçeğinin de gözardı edilmemesi, ülke halkına meşru hakları ve siyasi özgürlüğü tanındıktan sonra herhangi bir hile ve baskıya müsaade edilmeyecek bir ortamda halkın siyasi tercihini ortaya koyması durumunda da kimsenin buna itirazda bulunmaması gerekir.

Irak Kürdistanı’nda Zaho Saldırısı
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı Duhok vilayetinin Zaho ilçesinde 20 Temmuz 2022 tarihinde gerçekleştirilen top saldırısı 2’si çocuk 9 kişinin hayatını kaybetmesine 23 kişinin de yaralanmasına neden oldu. Saldırının tam da Tahran’da düzenlenen 3’lü zirvenin ardından gerçekleştirilmesi ise dikkat çekiciydi.

Böyle bir saldırının her ne amaçla olursa olsun onaylanması mümkün değildir ve insanlık adına kesin bir şekilde lanetlenmesi gerekir.
Ancak dikkat çeken en önemli gelişme saldırının hemen ardından başta Irak hükümetinin başındaki Buşbakan Mustafa El-Kazımi olmak üzere Irak tarafındaki muhtelif siyasi liderlerin ve çevrelerin, PKK’ya hizmet eden medya organlarının ve bu örgütün Türkiye içindeki siyasi yapılanmasının Türkiye’yi suçlu göstermesi ve bu ülkeye karşı yoğun bir antipropaganda kampanyası başlatması oldu.

Her şeyden önce Türkiye Dış İşleri Bakanlığı saldırıyı kabul etmediğini, kınadığını ve suçluların ortaya çıkarılması için soruşturma yapılması amacıyla işbirliğine de açık olduğunu ortaya koydu.

Ayrıca böyle bir saldırı stratejik açıdan Türkiye’nin hiçbir şekilde yararına olmayacak, tam tersine bütünüyle aleyhine sonuçlar doğuracak nitelikte bir saldırıdır. Çünkü bilindiği üzere Türkiye sınırları içinde iyice sıkışan ve önemli kayıplar veren PKK, silahlı gruplarını büyük ölçüde Irak ve Suriye topraklarına taşımış durumdadır. Türkiye örgütün Irak ve Suriye içindeki silahlı yapılanmalarını dağıtmak amacıyla zaman zaman sınır ötesi operasyonlar düzenlerken PKK bu operasyonların durdurulması için hem uluslararası mekanizmanın hem de bölge ülkelerinin devreye girmesini sağlamaya çalışıyor. Zaho saldırısı da onun eline, bu yöndeki çağrılarına ve taleplerine dayanak teşkil edecek koz vermiştir ki Türkiye’nin böyle bir koz vermesi ciddi bir hata olur. PKK’nın Türkiye’yi zora sokma amacıyla kullanacağı böyle bir taktiğe başvurmasına engel teşkil edecek insanî ve ahlaki değerlerden yoksun olduğu ise bilinen bir gerçektir.

Bu durum karşısında Irak hükümetinin aslında olayın bu yönünü de göz önünde bulundurarak gerçek faillerin ortaya çıkarılmasına imkan verecek bir soruşturma yaptıktan sonra hedef belirlemesi ve PKK’nın işine yarayacak aceleci tavırlarla, Türkiye’yle son dönemde önemli mesafe kateden olumlu ilişkilerine darbe vurmaması kendi açısından daha isabetli bir tutum olurdu. Ancak gördüğümüz kadarıyla Bağdat yönetimi Türkiye’nin Irak topraklarına yönelik sınır ötesi operasyonundan rahatsız olduğu için buna karşı bir dış destek elde etmek amacıyla hemen sıcağı sıcağına olaydan Türkiye’yi sorumlu göstererek okların yönünü Ankara’ya yöneltmeyi stratejik açıdan tercih etmiştir. Ama bu tutum Bağdat’ın yararına olmayacağı gibi PKK sadece Türkiye için değil Irak açısından da ciddi bir sorundur.

İşgal Rejiminin Yahudileştirme Faaliyetleri Tam Hız
Filistin’in 1967’de işgal edilmiş bölgeleri arasında yer alan Doğu Kudüs ve Batı Yaka bölgesinde İsrail işgal rejiminin yahudileştirme faaliyetleri bütün hızıyla devam ediyor. Özellikle Arap ülkelerinin sürdürmekte olduğu sözde “normalleşme” faaliyetleri bu konuda işgalciye daha çok cesaret verdi. Son dönemde ABD Başkanı Joe Biden’ın işgal rejimine tam desteğini ortaya koyması işgalci siyonisti daha da cüretlendirdi ve onun gitmesinden sonra işgal rejimi özellikle Kudüs çevresiyle ilgili yeni birtakım yerleşim projelerini hayata geçirmek için ihale çalışmalarını başlattı.

BM kararlarına göre Filistin’in 1967’de işgal edilmiş bölgesinde inşa edilmiş yahudi yerleşim merkezlerinin tümü uluslararası hukuka aykırı sayılıyor. Ayrıca bu yerleşim merkezlerinin tümü Filistinlilerin topraklarının gasp edilmesi, zorla ellerinden alınması suretiyle inşa edilmiş durumda. Ancak ne yazık ki küresel güçler işgal rejiminin bu gasp uygulamalarına ve Filistinlileri yurtlarından çıkarmayı, buralara tamamen dünyanın değişik bölgelerinden getirtilen yahudi göçmenleri yerleştirmeyi amaçlayan ırkçı politikalarına engel olmak için hiçbir girişimde bulunmuyor.

İnsanlığın Ahmed Manasıra Sınavı
Ahmed Manasıra, bundan 7 yıl önce, henüz 13 yaşında iken bıçaklı eylem teşebbüsünde bulundukları iddiasıyla amcasının oğluyla birlikte işgal güçlerinin silahlı saldırısına maruz kalmış sonra da tutuklanmıştı.

İşgal rejiminin göstermelik yasaları, 14 yaştan küçük çocuklara hapis cezası verilmesine izin vermediği için işgal rejimi onu önce “idari tutuklama” uygulamasıyla hapiste tuttu. İşgal rejiminin idari tutuklama uygulamasına göre ise bir Filistinlinin, hakkında herhangi bir yasal gerekçe ileri sürmeksizin ve dava açmaksızın 6 ay süreyle hapse atılması, sonra bu cezanın 10 kez yine 6 aylık sürelerle uzatılması mümkün.

İşgal yargısı da önce bir yıl idari tutuklama uygulamasıyla hapiste tuttuğu Ahmed Manasıra’yı 14 yaşına gelmesinden sonra 12 yıl hapis cezasına mahkum etti.
Ayrıca işgal yasaları, çocuklar müstesna tutulmaksızın Filistinli tutuklulara Şabak adı verilen istihbarat örgütü tarafından işkence uygulanmasına izin veriyor.

Ahmed Manasıra da gerek soruşturma esnasında maruz kaldığı işkence uygulamaları ve gerekse yedi yıldan beri devam eden esareti süresince maruz kaldığı kötü muamele sebebiyle ruhsal ve bedensel yönden muhtelif sağlık sorunları yaşamaya başladı.
Manasıra’nın avukatları onun hem sağlık sorunlarının olması hem de kendisine verilen cezanın üçte ikisini tamamlaması sebebiyle kalan üçte ikilik cezasının düşürülmesi ve özgürlüğüne kavuşturulması için işgal yargısına müracaatta bulundu. Ancak işgal yargısı ona yöneltilen suçlamayı “terör” kategorisine sokarak, üçte birlik indirim uygulamasından yararlanması talebini reddetti.

Uluslararası insan hakları kuruluşları ve bu alanda faaliyet yürüten tanınmış isimler ciddi sağlık sorunları yaşayan Manasıra’nın özgürleştirilmesi için çağrılar yaptı. Fakat işgal rejimi bu çağrıların tümüne kulak tıkadığı gibi, hem bedensel hem de psikolojik yönden ciddi sorunlar yaşayan Manasıra’nın hücre hapsini sonlandırmayarak bu konuda karar verme işlemini bir ay erteledi. Hücre hapsi ise onun sorunlarının ve sıkıntılarının daha çok artmasına neden oluyor.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?