Musul meselesi, bugünlerde koalisyon güçlerinin Irak ordusu ve Peşmerge güçleri ile birlikte Deaş ile mücadelesinin bir parçası olarak, tartışmalarla yeniden gündemimize girmektedir.
Osmanlı Devleti’nin daha önce Bağdat vilayetine bağlı bir sancağı durumunda iken 1878 yılında müstakil bir vilayet olan Musul, bugün Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırlarında kalan Süleymaniye, Zaho, Erbil ve konumu tartışmalı durumda olan Kerkük gibi şehirleri kapsamaktaydı.
Birinci Dünya Savaşı esnasında İngilizlerle yapılan mücadeleler henüz sonuçlanmamış iken 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın özellikle “İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır” mealindeki 7.maddesi ile İngilizler Musul’u işgal etmişlerdi.
Mütarekenin ardından Anadolu’da başlayan milli mücadele hareketi Misak-ı Milli ile “30 Ekim 1918 tarihli anlaşmanın çizdiği hudutlar dahilinde, dinen, ırkan ve emelen müttehit [birleşik] Osmanlı İslam ekseriyetiyle meskûn bulunan aksamın tamamı, fiilen ve hükmen gayrı kabil-i tecezzi bir küldür [bölünmez bir bütündür] “denilmek suretiyle Musul’u da kapsayacak şekilde bir yeni devletin sınırlarını çizmekteydi.
İngilizlerin Filistin’de yaptıklarının bir benzeri yine burada da tekrarlandı. Misak-ı Milli sınırlarının içerisinde yer almakla birlikte Musul, İngilizlerin Irak mandasına bırakmak istedikleri bir toprak parçası idi.
Anadolu’nun Kurtuluş Savaşı, 21 Kasım 19221 ‘de başlayan Lozan Barış görüşmeleri ile yeni bir safhaya girince, Musul meselesi, görüşmeleri tıkayan önemli gündem maddelerinden birini oluşturmuştu. 4 Şubat 1923’te tatil edilen görüşmeler 23 Nisan’da tekrar başlamış ve Musul meselesi İngiltere ve yeni Türkiye hükümeti ile yapılacak görüşmelere terkedilerek 24 Temmuz 1923’te sonuçlandırılmıştı. Buna göre Musul meselesi dışarıda tutulmak üzere Misak-ı Milli’de belirtilen toprakların hemen bütünü yeni kurulan bu devletin sınırlarını oluşturmak üzere galip devletler tarafından da kabul edilmiş oluyordu.
Musul yeni keşfedilen petrol yatakları ile İngiltere’nin iştahını kabartan önemli bir bölge idi. Yeni kurulacak Irak krallığının manda olarak İngiltere’nin güdümünde olması planları nedeniyle Misak-ı Milli sınırları içerisinde olmasına rağmen Musul, Lozan’da çözüme kavuşturulmayacak ve daha sonra İngiltere ile Türkiye arasında dokuz aylık görüşmeler de netice vermeyince mesele, Milletler Cemiyeti’ne havale olunacak ve nihayetinde 1926 yılında Milletler Cemiyeti kararı olarak İngiltere’nin mandaterliğindeki Irak krallığına terk edilecekti.
Lozan Barış görüşmeleri sonucu yapılan anlaşma, Ankara’da milletvekillerinin bazıları tarafından eleştirilmiş ise de TBMM bu anlaşmayı 23 Ağustos’ta 14’e karşı 227 oyla kabul etmiştir. Anlaşmada daha önce Sevr’de bahsi geçen Ermenistan ve Kürdistan’dan bahsedilmemiş bununla birlikte Türkiye bu anlaşma ile çizilen sınırlar dışındaki toprak parçaları ile ilgili tüm haklarından vazgeçmiş olacaktı. Böylece kendi topraklarından başka toprak istememe politikası, o günden sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkesi² olarak süregelecektir.
Musul’un Lozan görüşmelerinde Türkiye sınırlarına dahil edilmesi gerektiği ile ilgili tezin başında buradaki çoğunluğun Türkler ve Kürtler olduğu savıydı. Heyete göre 147 bin Türk, 264 bin Kürt ile oluşan şehir çoğunluğu yanında İngilizlere göre ise demografik yapıda Kürtler 425 bin’lik bir çoğunluk olmakla birlikte 125 bin Arap da bu şehirde yaşıyordu ve Musul tarihi olarak bir Arap şehri olmakla meşhurdu.³
Diplomasi yoluyla Musul’u İngilizlerin işgalinden kurtarmak mümkün görülmüyordu. Meclisteki muhalefet önderlerinden Dr. Rıza Nur, Hüseyin Avni, Rauf Bey gibi şahsiyetler Musul konusunda radikal bir tutum içerisinde iken Mustafa Kemal ve İsmet İnönü gibi önemli isimler ise oluşan barış havasının bozulmaması için ve genç Türkiye’nin daha yolun başında yeni bir savaşa girmesi tehlikesine karşın Musul konusunda artık çok ısrarcı olmamışlardır.⁴
Lozan’ın ilk günlerdeki heyecanı ile İsmet İnönü Musul meselesini burada çözebileceğine dair umut sahibi idiyse de daha sonra İngiltere ile birebir görüşmeler, bu da olmazsa Milletler Cemiyeti yoluyla bu meselenin halli yoluna sıcak bakmaya başlamıştı. Meclisteki sert tartışmalar işi çıkmaza sokmaya başladığında Mustafa Kemal,mecliste bir konuşma yaparak daha güçlü olunacak bir yıl sonra, gerekirse Musul için kıyam edebileceklerini bu meselenin şimdilik bir kenara bırakılması gerektiğini ifade ederek barış heyetini de rahatlatmıştır.⁵
Lozan antlaşmasının 3. maddesine göre; “Türkiye ile Irak arasındaki sınır dokuz ay içinde Türkiye ile Büyük Britanya arasında dostça belirlenecektir. Sınır çizgisi konusunda alınacak karara değin, Türkiye ve Britanya Hükümetleri kesin geleceği bu karara bağlı toprakların bugünkü durumunda herhangi bir değişiklik ortaya koyacak nitelikte askersel ya da başka türlü hiç bir eylemde bulunmamayı karşılıklı olarak yükümlenirler” denmekteydi. Barış görüşmeleri esnasında Türkiye’nin doğusunda meydana gelen Şeyh Said Kıyamı, Musul meselesini daha da önemli bir noktaya taşımıştı. Esasen Türkiye taraftarı olan Musul halkı ve Kürtler, İngilizlerle bir mücadele içerisinde idiler. Hatta bazı ingiliz subayları çatışmalarda öldürülmüş idi. İngiltere’nin büyük korkusu bir iç çatışma ve kalkışma neticesinde Türkiye tarafının da buna askeri ve lojistik desteği ile Musul’un bağımsızlığını kazanarak bu ülkeye katılmasıydı. Şeyh Said Kıyamı, İngilizlerin bu korkusunu boşa çıkardı. Çünkü Türkiye’nin doğusunda yaşayan Kürtler şimdi Ankara Hükümeti ile çatışıp başkaldırıyorlar ve Kürtlere karşı hükümet büyük bir sertlik yanlısı yaklaşım ile mücadele ederek İstiklal Mahkemelerinin de yardımıyla idamlar ve sürgünler baş gösteriyordu. Bu durum Türkiye’ye sempati duyan Musul Kürtleri’nde bir hayal kırıklığı yaratmış ve Musul’un Türkiye’ye bağlanma arzusunu kırmıştır. Bu nedenle günümüz ulusalcıları Şeyh Said Ayaklanması’nın bir İngiliz oyunu olduğuna inanırlar.Yine bu ulusalcılar Mustafa Kemal’in bazı gizli girişimlerle Musul’u almaya çalıştığını da iddia etmektedirler. Ne var ki Şeyh Said Kıyamı kanlı bir şekilde bastırıldıktan sonra Ankara Hükümeti iç politikaya dönecek Takrir-i Sükun yasasının sağlamış olduğu ortamda, toplumda büyük kırılmalar meydana getirecek devrimleri yürürlüğe koymaya başlayacak, artık Musul meselesinde ısrarcı olmayacak ve bir kısım petrol gelirleri karşılığında İngiltere ile anlaşma yolunu yeğ tutacaktır.
Milletler Cemiyeti kendisine havale edilen Musul meselesini nihai çözüme kavuşturmak adına Türk ve ingiliz tarafının da taleplerini göz önüne alarak bir heyet oluşturarak Musul’da incelemeler yapılmasına karar verdi. Oluşturulan rapor neticesinde 16 Ekim 1925’de Milletler Cemiyeti, bazı şart ve koşulları beyan ederek Musul’u Irak hükümetine bağlama kararı aldı.⁶ 5 Haziran 1926’da imzalanan Ankara Antlaşması ile Türkiye, Musul petrollerinden 25 yıl süre ile %10 pay alma karşılığında bölgeyi İngiltere mandasındaki Irak’a bıraktı.⁷
Esasında Türkiye ile İngiltere arasında sorun olarak görülen Musul meselesinde acaba Rusya’nın ne gibi bir rolü oldu. Buna göz atmadan tarihi serencamı bitirmeyelim. Modern Türkiye’nin Doğuşu adlı eserinde Bernard Lewis aynen şunları kaydetmektedir:”Lozan döneminde geçici bir soğukluktan sonra ilişkiler, 1924-25’te Musul sorunu üzerinde İngiltere ile ortaya çıkan çatışma, Türk duygularını yine Batı’dan uzaklaştırıp Sovyetlere yaklaştırdığı ve 17 Aralık 1925’te bir Türk-Rus dostluk antlaşmasına yol açtığı zaman tekrar sıcaklaştı.”⁸ Her nasılsa bugün de Türkiye ile Rusya arasında sıcak ilişkiler tekrar gelişmeye başlamaktadır.
Geçmişin emperyal güçleri olan İtilaf devletleri bugün koalisyon güçleri adı ile ifade ediliyor. Birinci Dünya Savaşı sonrası İslam coğrafyasını iştahla sömürme yarışına giren güçler yine aynı ülkeler olarak karşımıza çıkıyor. Musul operasyonu ile bu ülkelerin tarihi tekerrür ettirircesine yine aynı karakteri taşıdıklarına şahit oluyoruz. Kendisini her zaman zayıf ülkeler üzerinde söz sahibi gören bir Amerika, Rusya ile Birleşmiş Milletlerin diğer daimi üyeleri koalisyon güçleri şeklinde Suriye’ye ölüm kusarken akıllarındaki tek düşünce bu ülkeyi nasıl yeniden dizayn edebilecekleri ve bölüşebilecekleri…
Tabi sahada yeni aktörler de yok değil. Mezhep taassubu üzerinden olayları okuyan İran ve Şii dünyası yerelde bir takım örgütleri de arkasına alıp meşruiyet zemini bulmaya çalışarak Musul’a ve Irak’a el atmaya çalışıyor. Tüm bunların karşısında Musul’u istemeyerek de olsa sınırlarının dışında bırakmış olan Türkiye ise oyun kartlarının yeniden karıldığı şu günlerde Musul üzerinde herkesten daha fazla söz sahibi olduğunu ispatlamak için tarihten destek almaya çalışıyor. Buna göre Musul, madem ki daha evvel Misak-ı Milli içerisinde yer alıyor idiyse ve o zamanın koşulları itibariyle ülkenin savaştan yeni çıkmış olması ve güçsüzlüğü nedeniyle elden istemeyerek çıkmış ise bugün burada emperyal arzular güderek söz sahibi olan diğer ülkelerden daha fazla Türkiye’nin bir söz hakkı olduğunu söylemesi tabii değil mi? Türkiye bölgede yanı başında olan olaylara seyirci kalmamak adına Osmanlı mirasını ve Misak-ı Milli’yi hatırlatarak kendine bir alan açmaya çalışmaktadır. Buna karşın diğer bazı kesimler ise, eğer Lozan’ı ve Musul’u tartışma konusu yaparsak Türkiye’nin de varlık mevzusu tartışma konusu olabilir diyor ve bunu çok tehlikeli buluyorlar. Irak cephesinde ise Türkiye’nin iç işlerine karışma vesilesi yaptığı Musul, İran’ın perde arkasından desteği ile Türkiye’nin dahil olmayacağı bir plan ile Deaş’tan kurtarılmaya çalışılıyor.
Gelelim bu konuda en fazla söz sahibi olması gereken Musul halkına. Kanaatimizce yerel sünni aşiretler ile bölgenin çoğunluk nüfusunu oluşturan Kürtler Musul ile ilgili her türlü planda Türkiye’nin olmasına sıcak bakmaktadırlar. İşin doğrusu da içinden geçtiğimiz koşullarda Musul belki de Lozan ve Ankara Antlaşmaları sonucunda bir daha Türkiye’ye katılamayacak ama Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Türkiye’nin işbirliği sonucu eğer Musul kurtarılırsa ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi burayı Irak merkezi hükümetine bırakmayacak bir güç bulabilirse bu Türkiye için çok elverişli bir durum ve ilerisi için çok iyi bir kazanım olabilecektir.
İslam Ümmetinin topraklarından bir parça olan Musul, İslam coğrafyasının diğer yetim şehirleri gibi şimdi ümmetin gayretini beklemekte ve diğer mahkum şehirler ve ülkeler gibi kurtarıcısı olacak Müslümanları hasretle gözlemektedir. Ümmet coğrafyasının parçalanmış haline en iyi örnek olan bu şehir ve yanı başımızdaki bu yangın yerleri için Allah’tan dileğimiz odur ki bir an önce selamete kavuşsun, insanlarımızın kan ve gözyaşları dinsin ve bu yerler yeniden mamur hale gelsin.

Davut ÖZ

Kaynaklar
1.Bernard Lewis’e göre 20 Kasım 1922.
2.Shaw Stanford, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, E yay. İst. 1983, s.435-438
3.Kürtler(Tarih), Nida yay., 2015 İstanbul, 1. cilt s.464
4.Kürtler, a.g.e., s.464
5.Tan Altan, Kürt Sorunu, Timaş yay. 2010 İstanbul, s.191-199
6.Mehmed Emin Zeki Beg, Kürtler ve Kürdistan Tarihi, Nûbihar yay., 2010 İstanbul, s.249
7.Kürtler, a.g.e., s.465
8.Lewis Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK. Ankara 2007, s.283

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?