“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk, 2)

Hayat ve ölüm kaçınılmaz gerçeklerdir. İkisi de bizler için büyük bir rahmet ve aynı zamanda büyük bir zahmettir. İmtihan için gönderildiğimiz dünyada yaşayacağımız hayat, ahiretteki akıbetimizi belirleyici yegâne unsurdur. Dünya hayatımız ne kadar uzun olsa da kaçınılmaz olan son, ölümdür. “Her canlı ölümü tadacaktır ve sonunda dönüp huzurumuza geleceksiniz.” (Ankebut, 57)

Mümin ve kâfirin bakış açıları farklı olsa da inkâr edilemeyen tek gerçektir ölüm. Müslümanlar için ölmek bir son olmadığı gibi Allah yolunda ölmek veya öldürülmek ise gönülden istenen ve bu hedefe kavuşmak için nice çaba ve gayretler sarf edilen, uğrunda nice fedakârlıklar yapılan, kavuşmak için hem candan hem de canandan seve seve vazgeçilen en ulvi makamdır. Çünkü bu makam, şehadet makamıdır ve makamların en yücesi, en hayırlısıdır.

“Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki: Allah’ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün her şeyden daha hayırlıdır.” (Âl-i İmrân, 157)

Efendimiz bu makamın yüceliğini şöyle ifade etmektedir: “Allah katında hayırlı bir mertebede iken ölmüş kullar içinde dünya içindekilerle birlikte kendisine verilecek olsa dahi, şehitten başka hiçbir kimse yeniden dünyaya gelmek istemez. Çünkü şehitler, şehitliğin ne kadar üstün bir mertebe olduğunu görmüş oldukları için dünyaya dönüp bir kez daha şehit olmak için can atarlar.” (Buhari, Cihâd 6)

Bu makam öyle bir makamdır ki Allah ile yapılan alışverişin semeresidir: “Şüphesiz Allah müminlerden canlarını ve mallarını kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır…” (Tevbe,111)

Çünkü bu makam en güzel ticarettir. “Ey İman edenler! Sizi elim bir azaptan kurtaracak olan bir ticaret göstereyim mi? Allah’a ve Resûlü’ne iman edip mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır. Böyle yaparsanız Allah günahlarınızı size bağışlar, sizi içlerinden ırmaklar akan Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. Büyük kurtuluş budur.” (Saff,10-12)

Çünkü bu makam paha biçilmez bir değerdir. Öyle bir değerdir ki dünyanın tüm servetleri verilse dahi bu makama erişilmesi mümkün değildir. Çünkü bu makamın bedeli ancak şahitliktir. Ama öyle bir şahitlik ki uzaktan bakarak gözle görülen bir şahit olma meselesi değildir. Hayatla, canla tevhide şahitlik edip gereğini yerine getirerek yapılan bir şahitliktir. Ayetlerde de ifade edildiği gibi canını ve malını Allah’a satarak o malın sahibinin istediği şekilde onları kullanarak yapılan bir şahitliktir.

Çünkü ancak şahitler şehit olurlar. Ve şehadet hiçbir zaman yatarak şehadeti bekleyenlere değil, gösterdikleri çaba ve gayretlerin sonucu olarak yataklarında ölse dahi şehit gibi yaşayanlara lütfedilen bir makamdır.

Şehitlerin hayatlarına baktığımız zaman bu gerçeği en bariz bir şekilde görmekteyiz. Bazen evinde, bazen okulunda, iş hayatında, ticaretinde ve yeri geldiği zaman savaş meydanlarında şehit olmak için Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarına boyun eğerek ilây-ı kelimetullahı yüceltmek için nasıl şehitçe bir hayat yaşayıp şehadete kavuştuklarını tüm şehitlerimizin hayatları bizlere göstermektedir.

Şehitler kervanının ilk yolcusu olan Habil’in, şehadet yolunda nasıl adım adım ilerlediğini bir kez daha düşünmemiz yerinde olacaktır. Allah’ın (c.c.) emrine boyun eğmesi, en güzel adağı (kurbanı) Rabbine sunması ve kardeşi onu öldürmek için elini uzattığında, “Yemin ederim ki sen beni öldürmek için el kaldırırsan ben seni öldürmek için sana el kaldırmam. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” (Maide,28) demesi ve şehitler kervanının ilk yolcusu olması bizlere bir kez daha göstermektedir ki şehadete -o yüce makama- ancak o yolda yürüyerek ulaşılır.

Hz. Habil’in izinden giden o kervanın yolcuları, günümüze kadar hep aynı yolu takip etmişlerdir. Hayatlarının her alanında Allah’a (c.c.) boyun eğmiş, O’na itaat etmiş, yeri ve zamanı geldiğinde şehadete koşarak gitmişlerdir. Çünkü tüm çaba ve gayretleri bunun içindir. Hayatın tüm zorluklarına katlanmaları, zahmet çekmeleri yalnızca ilây-ı kelimetullah içindir. Tıpkı peygamber müjdesine mazhar olan Fatih Sultan Mehmet Han gibi.
Sultan, Trabzon Rum İmparatorluğu üzerine sefere çıkmıştı. Şehre arkadan ulaşmak için dağlık ve ormanlık bir araziden geçiliyordu. Bazen baltacılar önden yol açıyorlardı. Yolun müsait olmadığı bir yerde Fatih’in atı kaydı. Fatih, bir kayaya tutunmak için uğraşırken elleri kanadı. Bu hâli müşahede eden beraberindeki Uzun Hasan’ın annesi Sârâ Hatun, tam fırsatı olduğunu düşünerek; “Oğul! Han oğlu hansın! Bir yüce hükümdarsın! Trabzon gibi küçük bir kale için bunca meşakkate katlanman reva mıdır?” dedi. Çünkü Uzun Hasan, Trabzon Rum İmparatorluğu ile akrabalık kurmuş ve bu yüzden annesini bu seferden vazgeçirmek için Fatih’e ricacı olarak göndermişti. Fatih, elleri sıyrıklarla dolu olduğu hâlde doğruldu ve şöyle dedi:

“Ey ihtiyar ana! Sen zannetme ki çektiğimiz bunca zahmet, kuru bir toprak parçası içindir. Bilesin ki bütün gayretimiz Allah’ın (c.c.) dinine hizmettir. İnsanları hidayete kavuşturmaktır. Yarın huzur-u ilahide yüzümüz kara olmasın diyedir. Elimizde İslam’ı tebliğ ve taziz (aziz kılma) imkânları varken, birtakım zahmetlere katlanmayıp ten rahatlığını tercih edersek bize gazi denilmesi reva mıdır? Ehl-i küfre İslâm’ı götürmezsek, onların azgınlıklarına mâni olmazsak, huzur-u ilahi’ye hangi yüzle çıkarız?”

Çekilen zorluklar ve zahmetler farklı olsa da tüm şehitlerimizin amaç ve gayesi hep aynı idi: ilây-ı kelimetullah. Geçmişten günümüze kadar şehitler kervanına katılan şehitlerimizin hayatına baktığımız zaman imanlarıyla, salih amelleriyle, ahlaklarıyla, sabır ve sebatlarıyla hep yolumuza ışık tutmuşlardır. Bu yolda nasıl yürünür ve nasıl şehit olunur yaşayarak bunu bizlere göstermişlerdir. Nasıl ümmetin derdiyle dertlenilir, insanların kurtuluşu için nasıl çalışılır ve Yüce Rabbimizin emaneti olan kutsal beldeler nasıl korunur, bu uğurda nasıl canlar feda edilir, tüm bunları, şehadete kavuşarak öğretmişler, inandıkları değerlerin altına kanlarıyla imzalarını atmışlardır.

Tarihin seyrini değiştiren ve hâlâ onun açtığı yolda tarih yazan nice yiğitlerin yoluna ışık tutan üstat Hasan el-Bennâ; ilmiyle, ameli ve ahlakıyla şehit nasıl olunur göstermiştir.
“Allah bilir nice geceleri ümmetin dertlerine çareler aramak için geçirdik. Ümmetin hâllerini tahlil etmek, dertlerini ortadan kaldırmak için ne kadar düşündük. Bu hâllerin tesiriyle bazen ağlama durumuna gelirdik.” diyerek davasının ilây-ı kelimetullah olduğunu dile getirmiştir.

Filistin topraklarında Mescid-i Aksa için meydanlarda, Siyonist hapishanelerinde can veren şehitler, Mısır’da Rabia Meydanlarında, çağdaş Firavunun zindanlarında şehit edilenler hep aynı yolda yürüdüler ve o ulvi makama bu yolda yürüyerek kavuştular.
Yine kutsal belde Filistin ve Mescid-i Aksa’nın özgürlüğüne kavuşması için, oradaki mazlumlara yardım götüren Mavi Marmara şehitleri de o yolda aynı hedef için yürüdüler.
Şehit Ali Haydar Bengi de daha genç yaşında medresede, Ezher Üniversitesi’nde ilmini tamamlayarak davası için çeşitli sıkıntılara katlanmıştır. O, şehit gibi yaşadı ve nihayetinde o çok arzuladığı şehadet şerbetini içti. Davası için verdiği mücadelelere yakından tanıklık edenler, şehit gibi yaşayanların şehadete kavuşacağının şahidi oldular.

Hayatının baharında olmasına rağmen dünyanın çekiciliğine kapılmayıp imanının gereğini yerine getirerek yaşayan Furkan Doğan için de aynı şahitliği yapmıştı onu tanıyanlar. Namazlarına nasıl hassasiyet gösterdiğinin, nasıl yardımsever olduğunun ve mazlumlar için nasıl çaba sarf ettiğinin yakın şahitleri olmuştu onu sevenler. Dünyadaki yegâne derdinin mazlumlara yardım etmek olması, şehadet yolunda nasıl yürüdüğünün göstergesi olmuştu.
Ölümü öldürüp de ölmemek, o yüce lütuflara mazhar olmak ancak şehadet yolunda yürümekle mümkündü ve bunu bizlere şehitlerimiz yaşayarak göstermişlerdir.
Ve “Ölüp de ölmeyene, ölüm cana minnettir. Ey Hak için can veren, ölümün ne nimettir.” diyerek dile getirmiştir şehadetin güzelliğini Üstat Necip Fazıl Kısakürek.
Onlar, şahit olarak yaşayıp şehadete kavuştular, nice o yolda yürüyenlere önder oldular. Onların yolunu takip ederek şehadete kavuşmak duasıyla…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?