GELECEĞİN İNŞASINDA İLERİ PROJEKSİYON: UFUK
Ufuk,”Yerle göğün birleşir gibi göründüğü çizgi” şeklinde tanımlanabilir. İki türlü ufuk vardır:
1. Görme duyusu olan göz için ufuk, “Gözün görebildiği son çizgi”,
2. Akıl için ufuk, “Aklın idrak edebildiği son çizgi” şeklinde ifade edilebilir.
Burada akla nispet edilen ufuk, geleceğimizin inşasında önemli bir parametredir.
İnsan hayatının üç aşaması vardır. Bunlar: Geçmiş, an ve gelecektir. Eskilerin deyimiyle, mazi, hal ve istikbal’dir.
Geçmişimiz, tarihimizdir. İçinde yaşadığımız an’ı iyi değerlendirmek, iyi, kaliteli ve mutlu bir yaşam sürdürmek için, geçmişimizden dersler çıkarmamız ve negatif yanlarımızı pozitife dönüştürmemiz gerekmektedir.
Geleceğimizi inşa ederken de geçmişimizden ve içinde yaşadığımız an’dan yararlanmamız hayati derecede önemlidir. Bu da ufuk gerektirir.
Ufuk sahibi olanlar, an’a mahkûm değil, hâkim olanlardır. An’a mahkûm olanlarda, ufuk yoktur. Zira an, hayatın bütünü içinde bir ayrıntıdır. An’a mahkûm olanlar, ayrıntıda boğulanlardır.
Bu konuda bir düşünür, şu tespiti yapar:
“Mahkûm olduğu o an, hayatın bütünü içinde bir ayrıntıdır.
Kendi hayatı, ait olduğu yapının hayatı yanında bir ayrıntıdır.
Ait olduğu yapının hayatı, çağdaşı tüm insanların yanında bir ayrıntıdır.
Çağdaşı olan tüm insanlar, İnsanlığın varoluş destanı yanında bir ayrıntıdır.
İnsanlığın varoluş destanı, ömrü milyarlarca yıl olan kâinatın yanında bir ayrıntıdır.
Kainatın ömrü, el-Hay olan Allah’ın ezeli ve ebedi hayatı karşısında bir ayrıntıdır.”
İnsan, aklın ufkuyla düşündüğünde, varlık dünyasındaki yerini ve konumunu daha iyi görebilir.
Mesela ben Şemsettin Dursun olarak, bu uçsuz-bucaksız evrendeki yerimi ve konumumu tasavvur ettiğimde, şöyle bir sonuca ulaştığımı düşünüyorum:
Ben, Batman’da bir noktayım. Batman, Türkiye’de bir noktadır. Türkiye, Dünya’da bir noktadır. Dünya, Güneş Sistemi içinde bir noktadır. Güneş Sistemi, içinde bulunduğu Galakside bir noktadır. İlgili Galaksi, Evren içinde bir noktadır. Ve Evren de Allah’ın yanında bir noktadır.
O halde ben neyim? sorusu akla gelir. Bu tasavvur, bireyin kendisini, sorumluluklarını, haddini-hududunu ve Rabbini bilmesini sağlar.
Ufku olanlar, olaylara ve olgulara çok değişkenli fonksiyonlarla yaklaştıkları için, hakikatin bütününü görürler.
Ufku olmayanlar, basit bir değişkenli fonksiyonlarla yaklaştıkları için, bütünü değil ancak parçayı görebilirler. İşin vahim yanı da parçayı bütün zannederler.
Ufuk sahibi olanlar, seçici bir akla sahip oldukları için, olayları ve olguları analiz ederler, tetkik ederler, tahkik ederler, araştırırlar ve hakikati bulmaya çalışırlar.
Ufku olmayanlar, seçici davranmazlar. Sadece taklit ederler. Dolayısıyla, farkı fark etmeleri mümkün değildir.
Ufku olanlar, arılar gibi üretirler. Ufku olmayanlar, sinekler gibi tüketirler.
Ufku olanlar, yük alırlar. Ufku olmayanlar, yük olurlar.
Ufku olanlar, iki dünyalıdırlar. Ufku olmayanlar, bir dünyalıdırlar. Onun da hakkını vermezler.
DENGEMİZİ SAĞLAYAN UNSUR: UYUM
Varlık dünyamızın denge unsuru demek olan uyum, “Uy” kökünden türetilmiştir. “Uyku” kavramı ile aynı köktendir.
Uyku, somut olarak elle tutulmayan, gözle görülmeyen, ağırlığı ve hacmi olmayan, bedenin sükûnetini, uyumunu ve dengesini sağlayan yegane unsurdur. Acıktığımızda, yemek yeriz. Bunun bir ağırlığı ve hacmi vardır. Susadığımızda, su içeriz. Bunun da bir ağırlığı ve hacmi vardır. Su ve gıdaya ihtiyaç duyduğumuzda, satın alırız. Ancak uyku denen şeye ihtiyaç duyulduğunda, dışarda satın alınması mümkün olmayan hayatın bir parçası ve denge unsuru. Müthiş bir şey bu.
Muhammed İkbal, “Uyku küçük ölümdür. Ölüm derin uykudur. Mademki her uykunun bir uyanışı vardır. O halde, “derin uyku” demek olan ölümün de bir uyanışı vardır. O da diriliştir” der. Gerçekten uyuduğumuzda dünya realitesiyle bütün ilişkilerimiz kesilir. Uyku halinde birisi gelip bize bir kötülük yapmak isterse, farkında bile olmayız. Adeta yaratıcı, bizlere şu mesajı veriyor: “Her 24 saatte bir sizi öldürüyorum ve diriltiyorum. Bu benim için çok kolaydır. Öte dünyada (Ebedi hayatta) hepinizi diriltmek, bir tek insanı öldürüp diriltmek gibidir.”
Bireyin kendisiyle, çevresiyle, doğayla, evrenle, varlık dünyasının tüm ögeleriyle uyumlu olması, hayatına katma değer katar.
Varlık dünyamızda irade ve bilinç sahibi olmayan tüm varlıklar, yaratıcının evrendeki “Doğa Yasaları” dediğimiz, “Sünnetüllah”a tabi olarak uyum içinde varlıklarını sürdürürler.
Yeryüzü, bu kozmik yasalara bağlıdır. Bu yasalar, evrendeki uyumu sağlar. Aksi halde, bize ev sahipliğini yapan dünyamız, insanoğlunu barındırmaktan yoksun kalır.
Evrendeki zerreden küreye, atomdan güneş sistemine, mikro alemden makro aleme her bir yörüngeli varlık, merkezcil-kuvvet ile merkez-kaç kuvvet arasında tam bir uyum içinde hareket eder. Merkezcil-kuvvet ya da merkez-kaç kuvvet, biri yek diğerinin aleyhine ağırlık uygularsa, uyum bozulur ve işte o zaman bütün bir evren herc-ü merc olur.
Varlığın bilincinde olanlar, bütün içindeki yerini-değerini- haddini ve bunlar arasındaki koordinasyon demek olan uyumu bilirler.
Uyumlu olanlar, olumlu olanlardır. Farklılıkları, zenginlik bilirler. Farklı parçaların, bütünü oluşturduğunu bilirler. Uyum, bu farklı parçaların bir kompozisyonu demek olan bütün içindeki yerin bilincinde ve sorumluluğunda olmaktır.
Uyumlu olanlar, biz merkezci düşünürler. Toplumla bütünleşmişlerdir. Bireysel yararlarını, toplumsal yararla birlikte düşünürler.
Uyumsuz olanlar, olumsuz olanlardır. Farklılıklara tahammül etmezler. Bencildirler. Ben merkezci düşünürler. Bunlar için esas olan bireysel yarardır. “Toplumsal yarar” kavramı gündemlerinde yoktur. Atılan her adımın kendilerine nasıl bir çıkar sağladığını hesaplarlar. Bu anlamda toplumla bir uyumsuzluk olduğu açıktır.
Uyumluluk canlılık ve dinamizm iken uyumsuzluk, kaos ve ölümdür.
Uyum, Hayattır. Uyumsuzluk, memattır (Ölümdür). Zira, denizde suyla uyum içinde yaşayan balık, karaya çıkınca, karada uyum içinde yaşayan insan, suda uyumsuzluktan dolayı hayatı sona erer. Çünkü, canlı organlar uyum yeteneğini kaybedince, ölürler.
Tohum toprakla uyumlu olursa ağaç, uyumsuz olursa mezar olur.
İnsanın saadeti, akıl-irade-vicdanın uyumuyla mümkündür. Bunlar arasındaki uyum, dünya hayatını cennete dönüştürürken, Uyumsuzluk, adeta cehenneme dönüştürür.
Uyum, sonuç odaklı değil, süreç ve emek odaklı bir anlayışla geleceği inşadır.
Uyum, tevazu odaklıdır. Zira, “tevazu, uyumun sigortasıdır.”
Uyumsuzluk, kibir odaklıdır. Çünkü kibir, uyumun sigortasını attırandır.
Uyum, işbirliği ve iş bölümünü esas alır. Hedefe odaklananlar, bu bütünün onurlu elemanlarıdır.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?