Müslüman hanımlara örtünün diyen Allah’tır (c.c). Allah’ın bu emri kadınlara hastır. Müslüman kadın örtüsüyle en yüce şerefi elde eder. Allah’ın emrini yerine getirdiği için cennetle mükâfatlandırılacağına inanır. O, Allah’ın bu emrinin bütün mümin hanımlara ulaşmasını arzu eder. Bu uğurda mücadele edip bunu İslâmî davet kabul eder. Zira Müslüman kadın, kendisi örtündüğü gibi komşu kadınların, akraba hanımlarının da örtünmesi için ısrarla çalışır. Onlara örtünün gerekliliği konusunda Rabbinin ayetlerini okur. Kendisine “Neden kapanıyorsun?” diye soran olursa “Rabbim emrettiği için” cevabını verir.

 

Açılıp Saçılmak Cahiliye Âdetidir

“Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzâb, 33) Cahiliye kadını tesettürden uzaktı. Açılıp saçılırdı. Hatta o derece sapkın bir adet vardı ki, o dönemde insanlar Kâbe’yi çıplak halde tavaf ederlerdi. Buna da “Günah işlediğimiz elbiselerle Allah’a ibadet etmek istemiyoruz” şeklinde bir kılıf uydurmuşlardı. Bu kılıfı muhtemelen insanları açılıp saçılmaya teşvik edip onları başkalarının çirkin ve hain bakışlarına hedef kılmayı düşünenler uydurmuştu. Bu sapkınlık o toplumda yer etmişti ve İslâm gelince bunu yasakladı.

 

Bir Hanım Sahabinin Tesettür Şuuru

Resûlullah (sav) mümin hanımlara tesettürü emretmiş, bu kesin hükmün Müslüman hanımlar tarafından yaşanmasını istemiştir. Onu tanıyan, onu bilen, ondan tesettüre dair mesaj alan hanım sahabiler gelen emirlere sımsıkı sarıldılar. Bu hanım sahabilerden biri de Fatıma binti Velid’dir. Bu hanım sahabi tesettür emrini bizzat Hz. Peygamber’den almamıştır, ama bunu duymuştur. Demek ki, çevresindeki mümin kadınlar bu önemli emri ona ulaştırmış bulunuyorlardı. Kendisi Suriye topraklarına yerleşmiş bir hanım sahabi olarak tesettürüyle tanınmıştır. Kendisine tesettür hususunda soru yönelten kimselere verdiği cevap ne kadar da nettir. Şunu söylemişti: “Ben Hz. Peygamber’in (sav) izarı emrettiğini duydum.” Ne de büyük bir akide, nasıl da büyük bir iman.

 

Ey Zamanın Fatımaları!

Sen ey bu asrın mümin kadını! Resûlullah’ın (sav) emrini duyup da örtündüğünde, izarınla bedenini kapattığında asr-ı saadetin Fatıma’sından bir farkın kalmayacak. O zamanın mümin hanımları “Resûlullah (sav) emretti” diye nasıl kapandılarsa, sen de üzerindeki örtünle Resûlullah’ın emrini yerine getirdin, onun emrini baş üstünde tuttun ve bunun mükâfatı olarak da Rabbim sana cenneti yazacaktır. Senin makamın kesinkes inanıyoruz ki, cennette, Şuayb Peygamberin kızlarına komşu olmaktır.

 

Ey Hz. Şuayb’ın Kızlarına Komşu Olmak İsteyen Mümin Hanımlar!

Hz. Şuayb’ın kızları iffetli kimselerdi. Onların en büyük iffet göstergesi utanmalarıydı. Utandıkları için Kur’ân’ın övgüsüne mazhar oldular. Allah onları Peygamberlere eş yaptı. Bundan daha büyük bir mükâfat olabilir mi? Sen ey zamanın mümin kadın ve kızı! Resûlullah sana, yücelmenin yolunu göstermiş ve bu yol sadece sizin için geçerlidir. Erkeklere tesettür emredilmemiş, onlara gözleri haramdan sakındırmak emredilmiş. Size ise tesettür (örtünme) emri gelmiştir.

 

Tesettüre Saldıran El

Asr-ı saadette yahudi Benî Kaynuka kabilesinden bir adam, Müslüman bir kadının bedeninin açılması için yaptığı yanlışı canıyla ödedi. Bu Yahudi, bir sahabi tarafından öldürüldü. Şu hadiseye bakın: Sahabi, Müslüman kadının şeref ve namusunu savununca bunu canıyla ödeyip şehadet makamına erdi. Şayet Müslüman kadın bu hadiseyi anlarsa bedeninin korunmasının ne derece önemli olduğunu açılıp saçılmaması gerektiğini çok iyi anlar.

 

Örtünün Hakkını Vermek

Mümin kadınlar örtündükten sonra örtünün hakkının ne anlama geldiğini çok iyi bilmelidirler. Hal, hareket ve davranışlar açısında iyi bir temsiliyet göstermelidirler. Nahoş, basit, başıboş ve avare bir görüntü tesettürü katletmektir. Bu kılığa girip de İslâm’ı vurmak isteyenler elbette olacaktır. Onların tesettürle alakalarının olmadığını çok iyi biliyoruz. Akla gelmedik çirkinlikleri de meydanlarda yapacaklardır. Bunu da günümüzde görmekteyiz. Özellikle buna metropol şehirlerde rastlamaktayız. Fakat sen ey şuurlu Müslüman kadın! Örtünle İslâm’ı müdafaa etmeyi amaçlıyorsan bunun hakkını vermelisin. O halde hal, hareket ve davranışlarında “Hz. Şuayb’ın kızı gibi ol!”

 

Tesettürdeki Mucize

Tesettürde büyük bir vefa ve büyük bir mucize yatmaktadır. Müslüman kadın sadece Allah’ın rızasını göz önünde bulundurarak kapanmaktadır. O, kahredici gözlerden, hain bakışlardan ancak tesettürüyle kaçınabilir. O, Allah için örtünür ve Allah’ın adıyla eş kabul ettiği kimsenin yanında tesettürsüz durabilir. Şu durum ne kadar da büyük bir vefa örneği! Müslüman bir kadın hayatı boyunca sadece eşi için tesettürünü çıkarabilir. Bunun dışında herhangi bir erkek Müslüman ya da gayrimüslim olsun, Müslüman kadını başı açık halde asla göremez ve bu durum onun son nefesine kadar devam eder. Bu durum insanı hayrette bırakacak derecede bir vefa örneğidir. Bu tesettürdeki mucizenin ta kendisidir. Çünkü o mümin kadın tesettürüyle sadece eşi için vardır ve onun, Allah’ın “gizleyin” dediği bedeni, sadece eşine helaldir. Bu yönüyle hayatı boyunca iffetle kalacak ve sadece kocasına karşı örtüsünü açacaktır.

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur.” (Ahzâb, 59)

 

Her Tesettürlü Mümin Hanım İslâm’ın Yeryüzündeki Temsilcisidir

Ne de büyük bir şeref! “İslâm, tesettür ve Allah’ın dinini temsil etmek.” Mümin kadın imanından sonra her şeyden önce tesettürüyle tanınacaktır. Çünkü bu onun için birinci dereceden bir emirdir. Mümin kadın cihad konusunda erkeklere nazaran daha geri plandadır. Fakat tesettür denince ilk olarak mümin kadın akla gelir. Onun, İslâm’ın kadınlar arasında yayılmasında kullandığı ve üzerinde gösterdiği en büyük simge tesettürüdür. O, aslında cihadı tesettürüyle yapmaktadır. Onun en büyük cihadı tesettürü ile olacaktır.

Kaynakça

1) İbni Asâkir, LXX, 42; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gâbe, VII, 232.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?