Ölüm en büyük hakikattir. Dünya fani, üzerindekiler fani ve insan fanidir. Neticede gün gelip çatınca insan ölüm denen hakikatle karşılaşmaktadır. Allah her insanın ölümünü faklı şekilde gerçekleştirmektedir. Kimisi depremde, kimisi hastalıkla kimisi selde, kimisi başkası tarafından katledilmekte hayata veda etmektedir. Fakat bilinen odur ki her ölen insan Rabbine doğru yol almaktadır. O’na döndürülmektedir.
Yaşadığımız son deprem hadisesi on binlerce insanın, belki de yüz binlercesinin aynı anda asıl sahiplerine doğru yola çıkışları şeklinde gerçekleşmiştir. Ayet ne güzel ifade etmiş, “Biz Allah’tanız ve yine O’na döneceğiz” yani Allah’tan geldik ve yine ona gideceğiz.
Ey insan! Allah’tan başka döneceğin yer var mı? Bu son hadise aynı anda on binlerce insanın asıl sahibine doğru yola çıkışlarını en çarpıcı şekilde anlatmıyor mu? Evet, biz ondan geldik, biz ondanız, o bize ruhundan üflemiş ve üflediği bu ruh tekrar ona dönecektir.
Herkes lezzetleri kaçıran ölümü muhakkak tadacaktır. Ondan kaçış yok. Hatta sağlam kulelerde de olsak, çok yüksek burçlarda da olsak ölüm gelip bizi yakalayacak. O anı ancak Allah bilir. Onu Allah kendi yanında saklı tutmuştur. Ölümün yer ve zamanı onun katında mahfuzdur.

Mademki ölüm var, mademki şahit olduğumuz üzere bu denli toplu gidişler var, buna karşı bizim her saniye ve anda ölüm hakikatine hazır olmamız gerekmez mi? Bu son hadise bu hususta en büyük ders değil mi? Mademki böylesine büyük bir döndürülüş var, devasa bir gidişat var, bu durumda insanın her anında Rabbiyle olması icap etmez mi? Resûlullah (s.a.v)’in çok dikkat çekici bir ifadesi var. Buyurur ki: “Ey Allah’ım! Bir göz kırpması miktarınca dahi olsa beni nefsimle baş başa bırakma!”
Bize düşen en büyük vazife, Rabbimize döndürülmeden önce, o uzun yolculuğa çıkmadan önce kendimizi hep hesaba tabi tutmamızdır. Her an yola çıkacak bir yolcu misali tayakkuz halinde olmamızdır. Bu yola çıkış öyle bir şeyki insana bütün lezzetleri kaçırtmakta, insanı sarsmakta, hayatın son derece basit olduğunu bütün açıklığıyla izah etmektedir.
Ölüm hadisesi şunu da sarih bir şekilde gözler önüne sermektedir: Hayat maddi hiçbir şeye bel bağlamama gerçeği üzerine bina edilmiştir. Bu mü’min insanın düşüncesidir. O, dünya ve üzerindekilere böyle yaklaşır. Kalbi hep Allah’la beraberdir ve bu kalp asıl sahibine sağlam bir bağla bağlıdır. Kalbinde fani varlıkların yeri en az seviyededir. Asıl olan Allah’la kurduğu bağdır. Dünya onun nazarında bir miktar geçimliktir, az bir metadır. Resûlullah (s.a.v)’in ifade ettiği gibi belini doğrultacak kadar birkaç lokma insanoğluna yeter. Fakat mal üzerine mal biriktiren, doymaksızın kazanmaya çalışan, biriktirdikçe biraz daha fazla biriktirmeye çalışan ve sonunda bir dakika gibi bir zaman zarfında hepsini kaybeden insan, başını ellerinin altına alıp düşünmelidir. Şöyle birkaç dakikalığına tefekkür eden insan görecektir ki birkaç dakika önce var olan devasa dünyalık birkaç dakika sonra yok olup gitmiş. Eskilerin dediği gibi bir varmış bir yokmuş. Şayet kazanırken infak etseydi, ölümden sonrası için dünyalığı kâra çevirseydi kazananlardan olacaktı. Acaba ölüm onun için en büyük nasihatçi değil miydi? Kendisini bekleyen bir ölümün olduğunu anlamamış mıydı? Rabbine döndürüleceğini bilmiyor muydu? İşte yaşadığımız bu son hadise yüzbinlerce insanın bir dakika içinde Rablerine nasıl döndürüldüklerini en açık şekilde bize anlattı. Bundan sonra yapacağımız şey her anımızda Rabbimize gideceğimiz şuurunda olmamızdır. Ona döndürülmeden önce hayat boyu bir hazırlık içinde olmamızdır. Çünkü biz “en yüce dosta” gideceğiz. O dosta giderken de yakışır bir şekilde gitmenin çabası içinde olmamız gerekir.

Önümüzde küçük olsun büyük olsun her amelin hesabını vereceğimiz bir mahkeme var. Hem de büyük bir mahkeme. Her şeyin harfi harfine kaydedildiği bir kitapla karşılaşacağız. Bundan kaçış yok ve ölüm bu karşılaşmanın kapısını açan hakikattir:
“De ki: “Kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, sonunda o, mutlaka gelip sizi bulacaktır. Sonra duyuların ötesinde olan şeyleri de, duyular sahasına giren her şeyi de çok iyi bilen Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız; O da size yaptıklarınızı tek tek haber verecektir.” (Cuma, 8)
Ey şuur sahibi mü’min, gel ve şu hayatı kazanca çevir! Hayatın bir imtihandan ibaret olduğunu asla unutma: “O ki, hanginizin daha güzel işler yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. Kudreti dâimâ üstün gelen ve günahları çok bağışlayan yalnız O’dur.” (Mülk, 2)

Hayatı iman ve salih amel olarak görüp yaşayanlara ne mutlu! Hayatlarının her anında Rablerine doğru giden yolda olduklarını zihinlerinde hep canlı tutulanlara selam olsun. En büyük gidişe her saniyelerinde hazır olanlar asıl yurdu kazanacak olanlardır. Onlar asıl mekâna döndürülmenin sevincini Mevlana’nın deyimiyle şebb-i arus/düğün gecesi olarak bilirler. Çünkü gittikleri makam “En Yüce Dost”un makamıdır. O da Allah’tır. Biz ondan geldik ve yine ona döneceğiz.
Yolcu olduğun şu dünya hayatında sakın fani şeyler seni aldatmasın. Yolcu yol alırken çevresindeki fanilere kendisini kaptırmaz. Hep şuur ve tayakkuz halindedir: “Her nefis ölümü tadacaktır. Yaptıklarınızın karşılığı ancak kıyâmet günü tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulursa, gerçekten o kurtuluşa ermiştir. İyi bilin ki, bu dünya hayatı, aldatıcı bir faydadan başka bir şey değildir.” (Al-i imran 185)
Mü’min varacağı yerin, Rabbin makamı olduğunu bilir. O büyük karşılaşmaya en güzel şekilde hazırlar kendisini: “…En sonunda dönüşünüz O’na olacak, o da size yaptıklarınızı bir bir haber verecektir.” (En’am, 60)

Bu hayatta toplu gidişlerle hep karşılaşacağız ve bundan kaçış yok. İşte mü’min, bu sahnelerden en büyük dersi alan kimse olmalıdır. Bazen bu rakamlar yüzbinleri, hatta milyonları bulabilir. Bundan da alacağı ders de şu fani hayatta, şu üç günlük dünya için komşusuyla, kardeşiyle, akrabasıyla, arkadaşıyla hırlaşmanın, didişmenin, kalp kırmanın, karşı karşıya gelmenin, basit şeylerle uğraşmanın nasıl bir basitlik olduğunu akletmesidir. Toplu gidişlerin verdiği en büyük ders, hayatla ölüm arasındaki sürenin birkaç saniye olduğudur. Madem böyle bir dünyada yaşıyoruz, mademki basit ve geçici bir mekândayız, neden ölümden sonrasını en büyük gaye edinmeyelim? Neden gayesi Allah olan erlerden olmayalım?
Dünyanın en büyük gaye edinilmemesi gerektiğini son hadise gayet sarih bir şekilde bize anlattı. Rabbim bizi akledenlerden kılsın.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?