Sesi çıkmayan canlıların canları acıdığında çığlıklarını nasıl duyarız, hiç düşündük mü? Hayvanları düşünün! Gördükleri eziyeti dillendiremedikleri için kim onların sesi olacak? Ya kirletilen ve öldürülen denizler… Hiç aklımıza geldi mi bu denizlerin, doğal suların ağzı ve dili olsa bizlere neler söylerlerdi diye? Onların dili yokken onlar için konuşacak, kendilerine edilen kötülüğü defedecek elleri yokken kendilerine kim bir el olacak?

Yeryüzünün üçte ikisi sudan oluşuyor; yani hayatın en temel ve en önemli unsuru su. Peki, bu önemine rağmen hak ettiği değeri görüyor mu? Maalesef. Günümüzdeki başlıca problemlerden bir tanesi su kirliliği ve hemen yanı başımızdaki denizlerin gün geçtikçe artan kirliliği. Her gün, kullandığımız plastik ve benzeri maddelerle kirlenen denizlerin, okyanusların farkında mıyız acaba? Şu an bir kıta büyüklüğünde çöp yığınının okyanusta oluştuğundan haberimiz var mı? Bu çöplerden her birinin boyutu yarım santimden de küçük ve bizim yediğimiz deniz canlılarının vücuduna giriyor. Daha sonra besin zinciri yoluyla piramidin en üst katmanındaki insanın vücuduna kadar ulaşıyor bu zehirli maddeler.

İnsan somut olmasa ve gözleriyle görmese genelde bir şeyleri çok fazla ciddiye almayabiliyor. Denize kasten veya yanlışlıkla düşmüş bir balıkçı ağının bir deniz canlısının vücuduna takıldığını gördüğünde işi ciddiye alıp kirliliğin boyutlarını fark edebilir. Ama görülmeyen kirler görünenden çok daha fazla ve çok daha zararlı. Bunun en bariz örneğini yıllardır kirlenen ama gözle görülmediği için önemsenmeyen Marmara Denizi salyasında gördük. Gözle görülecek ve yüzeyde dokunulacak bir şekle bürünmeden bizler yani insanoğlu tedbir almalı iken hep en dokunaklı hâli almasını bekledik ve neredeyse denizin nefesini kestik ve onu boğduk. Şu günlerde, oluşan salyanın denizin diplerini güneş ışınlarından yoksun kılıp karanlıklara terk ettiğini ve orayı habitat edinen canlıların soluk borusunu kapattığını görüyoruz.

Denizleri kirletmede en büyük rol insanlardan daha çok insan ürünü olan tesislerin saldığı atık ve kirlerden kaynaklanıyor maalesef. Onlar insanların aksine kitlesel şekilde kirletiyor doğal su kaynaklarımızı. Yıllar geçip de su kıtlığı ve problemleri yaşadığımız zaman ne kadar beyhude sebepler için ve basit kazançlar için sularımızı çarçur ettiğimizi idrak edeceğiz. Umarız o vakit, anlamamız için çok geç bir zaman olmaz.

Suya bir nimet nazarı ile baktığımızda onun üstüne titrer; değil kirletmek en güzel yöntemlerle onu muhafaza etmeye çalışırız. Gelgelelim bu nimetin idrakinde olmayan insanoğlunun dünya kazancı veya daha basit sebeplerden ötürü çok kolay bir şekilde bu nimeti, bu değeri heba ettiğini müşahede ediyoruz.

Suyun ve denizlerin asıl kirleteni sadece insanoğlunun günlük attığı şişeler vs. değil. Çok daha büyük ve asıl kirletici etkenler mevcut. Bu etkenlerin başlıcaları şunlardır:

Endüstriyel atıklar: Sanayi atıkları ve endüstriyel atıklar yeryüzü sularını en fazla kirleten sebeplerin başında gelmektedir. Çeşitli işlemlerden sonra ortaya çıkan atıklar, toksik ve ağır kirleticiler olarak tatlı sulara (dereler, nehirler vs.) ya da denizlere salınıyor. Normal şartlar altında bunların filtrelenmiş bir şekilde daha az zararlı bir forma dönüştürülmesi gerekirken çoğu fabrika sahibi bu hususta ya hiç filtre takmadan atıkları salıyor ya da çok düşük maliyet ve kalitedeki filtreleme metotlarıyla bunu yapıyor. Neticede temiz sulara yabancı, zehirli ve suyun doğal yapısını bozan maddeler dâhil oluyor. Bu da zararlı kimyasalların canlıların yaşam yeri olan temiz sulara karışmasına ve zamanla bu canlıların yok olmasına sebep oluyor. Bunun önüne geçmek için denetim mekanizmalarının çok iyi bir şekilde işletilmesi ve sürdürülmesi gerekiyor. Aksi takdirde bu fabrikalar ve sanayi tesisleri hem sulara karıştırdıkları atıklarıyla hem de atmosfere saldıkları gazlarla amansız bir katile dönüşebilirler.

Deniz çöpleri: 1992 yılında yükü oyuncak olan bir geminin geçirdiği kaza sonucunda taşıdığı plastik ördekler Büyük Okyanus’a dökülür. Hiçbir delik bulundurmayan bu oyuncaklar okyanus akıntılarıyla zaman içerisinde çeşitli ülkelerin kıyılarına vurmaya başlar. 2004’te bile bu ördeklerden bazılarının uzak bazı ülkelerin kıyılarına vurduğu görülür.
Farklı şekillerde anlatılan ve şahit olunan bu olay, plastiklerden ve diğer katı atıklardan oluşan çöplerin denizlerde ne kadar uzun süre kalabileceğini anlatması bakımından çok manidardır.

Bir diğer örnek de Yedinci Kıta diye tabir edilen deniz çöpleridir. Buna girişte biraz değindik ama boyutunu anlatmak için tekrar değinecek olursak, bu çöplerin kapladığı alanın Türkiye yüzölçümünün beş katı büyüklüğünde olduğu ifade ediliyor. Yıllar sonra bunun çok daha vahim boyutlara ulaşacağını ve bunun temizliğinin çok vakit alacağını bilmemiz gerekir.
Deniz çöpleri; su şişeleri, naylon poşetler, plastik madde gibi maddelerin denizlere atılması ve daha büyük çapta katı atığın denize kazara düşmesi veya bilinçli bir şekilde atılması sonucu meydana gelir. Her ne kadar bunlar ufalansa ve gözle görülemeyecek parçalara dönüşse de bunların su içinde çözülmediği aşikâr.
Zarar verici bu etmenlerin besin zinciri yoluyla piramidin en üst seviyesindeki insanoğluna gelmesine sebep olan yine insanın kendisidir. Her bir doğal güzelliğimizi, denizimizi, ormanımızı korumaya ve topluma bununla ilgili bir şuur kazandırmaya ne kadar da çok ihtiyacımız var.

Kanalizasyonlar ve atık sular: Bugün su/deniz kirliliğini arttıran en büyük nedenlerden bir tanesi de arıtılmadan doğal su kaynaklarına salınan kent, şehir atık sularıdır. Normal şartlar altında bunlar birkaç aşamalı bir arıtmadan geçirilerek doğaya bırakıldığında zararları bertaraf edilmiş olur. Gelgelelim, maliyetinden dolayı bu işten kaçıldığından birçok ülkenin ve bölgenin, suyu aşırı şekilde zararlı bakteri ve kimyasallar içeren maddelerle kirlettiğine şahit oluyoruz.

Yağ ve petrol sızıntıları: Sızıntıların sebebi denizlerde yapılan sondaj çalışmaları veya petrol ve benzeri sıvı yağlar taşıyan gemilerin kazaları sonucu sulara dökülen maddeler sularda çözülmeyip su yüzeyinde kalıp oksijene engel olabilir ve deniz canlıların hayatına son verebilir; böylece iki taraftan doğanın asıl maddesi olan suya zarar verilmiş olur.
Tarım: Ürünlerini korumak amacıyla çiftçilerin tarımda kullandığı tarım ilaçları ve kimyasallar da kullanıldıktan sonra yeraltına inip oradaki canlılara zarar verebilir ya da yağmur yağdığında yağmur sularıyla karışıp nehirlere akabilir ve bu şekilde denizlere ve büyük sulara akarak su kirliliğine sebebiyet verebilir.

10: Su kirliliğinin artmasını tetikleyecek bir diğer husus olarak küresel ısınmadan söz edebiliriz. Sıcaklıkların artması su kirliliğinin bir başka sebebidir. Belirli sıcaklıklarda yaşam koşullarına alışmış canlılar sıcaklıkların artmasına uyum sağlayamayıp ölebiliyor. Ölen bu canlılar aslında suda sadece yaşıyor olmayıp doğal su temizleyicisi vasfını da üstenmektedirler. Doğal bir döngünün halkası olan bu canlılar doğanın işleyişini de etkiliyor.

Saydığımız bu ana sebeplerin dışında gıda sanayisi ve diğer sanayiler, deniz taşımacılığı, belediye atıkları vs. gibi sayamadığımız daha pek çok sebepten dolayı da denizler kirlenir.
Bir Müslümanın, doğaya zarar verdiğinde bozgunculuk yaptığını ve Allah’ın bir kanun ve düzen ile yaratmış olduğu tabiatı, evreni ifsad ettiğini bilmesi gerekir. Tüm insanlar bu hususta hem dikkatli davranmalı hem de kirletenleri uyaracak, engelleyecek veya caydıracak şekilde bir tutum sergilemelidir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?