Fetihler ve yayılma politikasıyla beraber İslâm, kendi medeniyet iddiasını gittiği coğrafyalara iletmiştir. Bu iletinin belirgin olduğu en önemli yerler şehirlerdir. Müslümanların hâkimiyet alanları içinde kalan şehirler, zamanla İslâmî bir kent iddiasının da tezahür ettiği alanlar haline gelmiştir. İslâmî hâkimiyet alanlarında kalan önemli kentler arasında Halep ve Bağdat da yer almaktadır.

Halep

Klasik eserler, İslâm şehirlerin bahsetmiştir. Bunlardan biri de Şemsettin Sâmî’nin Kâmûsu’l-A’lâmadlı eseridir. Buna göre Halep, Suriye’nin güneyinde ve aynı adı taşıyan vilayetin merkezidir. İkinci derece büyüklükte şehirlerden biri olan Halep, Asi-Fırat nehirleri arasında yer alan geniş ve bereketli bir ovada yer almaktadır. Etrafı umumiyetle surlarla çevrili olup dokuz kapıya sahiptir. Surların dışında şehrin birkaç mahallesi, sur içinde de bir iç kalesi vardır. Önemli bir ticaret merkezi olan şehir, büyük çarşısı, pazarı, medreseleri, okulları, camileri, hastaneleri, kışlaları, köprüleri, hamamları, kütüphaneleri vs. ile mamur bir kenttir.

Halep’e 1568-1574 yıllarında Hama, Adana, Tarsus, Selîmiye, Birecik, Ma’arra, Bâlis, Kilis ve A’zaz sancakları bağlıydı. Halep, 1616 yıllarında idarî olarak Antakya, Dergûş, Harînı, Ma’arrâtü’l-Mısrîn, Sermîn, Erîha, Ma’arra, Kefer-tâb, Tizîn, İdlibu’s-Suğrâ, Bakras, Birecik, Rum-kale, Nizip, Şeyhü’l-Hadîd, Gündüzlü ve Amik ile Menbîc ve Râvendân kazalarına sahiptir.

Halep’te Sosyal ve Kültürel Hayat

Halep ve Şam, yaklaşık 400 yıllık Osmanlı hâkimiyetinde en fazla eser inşa edilen iki önemli kenttir. İslâm coğrafyasının tam merkezinde yer alan bu kentler, stratejik konuma sahip olmanın yanında Osmanlı’nın kültürel geçişkenliği sağlama adına özel çaba sarf ettiği kentlerdendir. Osmanlı, özellikle Halep’teki inşa faaliyetlerini bir taraftan Eyyûbî-Memlük mirasını, bir taraftan geleneksel inşa formlarını, öte taraftan da Osmanlı’nın geleneksel mimarî yaklaşımlarını dikkate alarak sürdürmüştür.

Halep’in evleri taş ve tuğladan yapılmış olup süsten uzaktır. Sokakları dar olup yaya kaldırımına sahip olmanın yanında oldukça temizdir. Halkı genellikle Müslümandır. Şehrin etrafı bağ ve bahçelerle çevrilidir. Havası güzel olup kışları kuru soğuk, yazları sıcaktır. Halep’te ticarette ipekçilik, kumaş işleri, kuyumculuk, şeker üretimi, meyvecilik ve sebzecilik gibi meslekler ön plandadır. Bunun yanında asker, müezzin, kâtip, müderris, sarraf, terzi, tabip, attar, nalbant, bakkal, helvacı gibi meslekler de Halep’le ilgili 16. Asır eserlerinde yer almaktadır.

Sultan II. Abdülhamit döneminde de vilayet pozisyonunda olan Halep, merkezden atanan valiler tarafından idare edilmiştir. Bunun yanında denge unsuru olmak üzere yine sultan tarafından atanan bir askerî yetkilinin olması, şehirde bir idarî ikiliğe sebep olmuştur. Aslında burada merkezden uzaklaştırılmak için atanan valilerin sürgün hayatını yaşamalarını biraz daha belirginleştirmektedir. Haliyle bunu gücün dengelenmesi adına yapılmış bilinçli bir tercih olarak düşünmek gerekir.

Eskiden beri şairlerin de dilinde Bağdat ve Halep beraber zikredilmiştir. Ahmedî bir manzumesinde gönlü Rum ülkesine benzetmiş; şayet Şam, Bağdat ve Halep yıkılmışsa gerisinin pek de mühim olmadığını belirtmiştir. Şiirde ayrıca Bağdat’ın yakılması ve Halep’in de yıkılmasına işaret edilmiştir. Ancak bu yakılma ve yıkılmadan sonra bu şehirlerin yerine bir köyün bile kurulması mümkün değildir. (Çün yıhıldı Şâm u Bagdâd u Haleb / Yakılur Bagdâd u yıkulur Haleb)Bu mısralar, bu şehirlerin yıkılmasının kolay, ama yeniden inşa edilmelerinin imkânsızlığına işaret etmektedir.

Halep’ten bahseden şairlerden biri de Şair Nâbî’dir. O da Şam’dan farklı olarak Halep’in bir ticaret merkezi olduğunu şiirlerinde belirtmiş, Halep’in havası ve suyunun güzelliğinden bahsetmiştir. Bunun yanında kentin bir sanayi şehri ve ticaret merkezi olduğunu öne çıkarmıştır. Şaire göre Halep, İstanbul’dan sonra “yaşanılacak” bir şehirdir. Dîvân’ında yer alan bazı manzumelerde özellikle Halep’teki imar faaliyetleri ile ilgili önemli bilgilere yer verilmiştir.

Bağdat

Küçük bir yerleşim yeriyken 8. Asırda Abbasiler döneminde kurulmuş olan Bağdat, bu devletin yıkılışına kadar (1258) başkent olarak kalmıştır. Şehir, Osmanlı döneminde uzun yıllar bir vilayet merkezi iken 1921’den beri Irak Devletinin başkentliğini yapmaktadır. “Allah’ın ihsanı ve armağanı” anlamına gelen Bağdat, M.Ö. 18. Asra ait metinlerde ismen yer almaktadır. Şehre sonradan çeşitli dillerde Dârusselâm, Buğdân, Medînetü’l-Mansûr, Zevrâ, Baldacco gibi isimler de verilmiştir. Şehrin planlama süreci 755’te başlamış, 763’te saray, cami ve idarî merkezler tamamlanmıştır. Daire şeklinde inşa edilen şehir 766 yılında tamamlanmıştır.

Bağdat’ta 9. Asır, Hanbelilerin ve Büveyhîlerin sebep olduğu çeşitli karışıklıklarla geçmiş, çıkan olaylarda birçok insan ölmüştür. Ayrıca şehirde 10. Asırda yoğun Şii-Sünni çatışmaları yaşanmıştır. Bağdat, 9-10. Asırlarda İslâm medeniyetinin en büyük şehri ve önemli bir ilim ve kültür merkezi olmuştur. Bir taraftan şehirdeki refah artmış, öte taraftan şehirde sanat, kültür ve edebiyat alanında ciddi gelişmeler kaydedilmiştir. Bilinmelidir ki, 10. Asırda bu büyük kültürel ve ekonomik döngüyü yakalayan Bağdat, batıda Avrupa medeniyetinin doğuşunda da etkili olmuştur.

Bağdat’ta Sosyal ve Kültürel Hayat

Kent planı olarak en başta yuvarlak plan etrafında zamanla gelişmiş bir başkent halini almış olan Bağdat, Dicle nehrinden açılmış olan kanallarla da üretimde ve tarım alanında hayat bulmuş bir şehirdir. Su-kent ilişkisi burada da kendini açıkça ortaya koymaktadır. ‘Su’dan hayat bulan bu kadim şehir, tarihî gelişimini su kültürünü de kullanarak sürdürmüştür. Daire şeklindeki şehir, kuzeydoğu tarafından geçen Dicle’nin ötesine kısa sürede geçmiştir. Saldırılara açık kısımlar ayrıca büyük surlarla çevrelenmiştir. Savunma hatlarının sürekli genişletilerek inşa edilmiş olması, bir taraftan şehrin sürekli saldırılara açık bir pozisyonda olduğuna öte taraftan bu önemli kentin sürekli büyüyen ve gelişen bir merkez olduğuna işaret etmektedir.

Ortaçağ’da şehir içinde mal tedarikinden satışına, arz-talep dengesinin kurulmasından ticarî anlamda uygulanan cezalara kadar birçok hususta öncü bir İslâm şehri olan Bağdat’tan bahsetmekteyiz. Şehir içinde kurulan zabıta-polis-asayiş hizmetlerinin karşılığı olan muhtesipliğin ciddi ve etkili bir şekilde işletilmesi, toplumun ihtiyaçlarına göre şekillenmiş ideal bir hukuk düzeninin varlığına da işaret etmektedir.

Şehrin tarımsal ve endüstriyel üretimin merkezi haline gelmiş olması, konumu itibariyle uluslararası ticaretin bu bölgede daha da gelişmesiyle sonuçlanmıştır. Bu manada kurulmuş olan çarşı ve pazarlar, aktüel ticaretin sürekli canlı tutulmasını sağlamıştır. 10. Asırda hamamlar, hekimler, kayıklar vs. dikkate alındığında şehrin nüfusunun yaklaşık olarak bir buçuk milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir.

Bağdat büyük bir kültür, tercüme ve bilim merkezidir. Hanefi ve Hanbeli mezhepleri bu şehirde ortaya çıkmıştır. Şairler, âlimler, tarihçiler şehri olarak öne çıkan kent, üst düzey devlet idarecilerinin eğitimlerini aldığı bir merkez olarak da dikkat çekmektedir. Kütüphaneler, hamamlar yanında Bağdat ve Nizamiye medreseleri gibi eğitim kurumları, şehirde kurulmaya çalışan medeniyet iddiasını göstermektedir.

Şairler de Bağdat’ı övmüş, şehre “yeryüzünün cenneti” adını vermişlerdir. Bahçeleri, eğlence merkezleri, şahane saray ve dekorasyonları, zenginliğe işaret eden eşyaları sürekli hayranlık uyandırmıştır.

Bağdat Demiryolu

İstanbul-Bağdat arasında 20. Asrın başında düşünülmeye başlanan ve yüzyılın üçüncü çeyreğinde inşa edilen demiryolu, bir taraftan Uzakdoğu’ya açılmanın bir çabası olmuş, öte taraftan hat boyunca özellikle Anadolu’da demografik bir değişime sebep olmuştur. Özellikle hat boyu iskâna tabi tutulan muhacirler ve bu kitlenin ürettiği ürünler, ekonomik ve kültürel çeşitliliğin İstanbul’a taşınmasına katkı sağlamıştır.

Bağdat demiryolu, ilerleyen süreçte emperyalist emellerin ve Batı yayılmacı kolonyalizminin İslâm coğrafyasını sömürmek gayesiyle araçsallaştırdığı bir aygıta dönüşmüştür. Özellikle hattın ancak 1940’larda İstanbul-Bağdat arasında anaç olarak inşa edilmiş olması, Bağdat’ın jeo-stratejik konumu ile yakından ilişkilidir.

Bağdat’ta Değişim Rüzgârları

Osmanlı paşalarından Mithat Paşa Bağdat valiliği yaparken 19. asırda şehirde önemli inşa faaliyetlerine imza atmıştır. Vilayet teşkilatının kurulması, toprak reformu, deniz ve nehir vapurlarının satın alınması, yol, köprü, tramvay, hastane, hapishane inşaatları yanında sanayi mektebi inşası, gazete yayınlanması, asayişin temini gibi faaliyetler, Bağdat’ın 19. Asırda da bir cazibe merkezi olmaya devam ettiğini göstermektedir.

Bağdat, Şii-Sünni ayrımı ve çatışmalarının eskiden beri süregeldiği bir vilayettir. Elde edilen belgeler bu mücadelenin 19. Asırda Osmanlı Devletinde etkin bir şekilde devam ettiğine işaret etmektedir. Özellikle Osmanlının Şiilik mücadelesini sürdürürken medrese açma yoluna gittiği dikkat çekmektedir. Her ne kadar medreseler devletin ihtiyaç duyduğu yönetici kadrosunu eğitme amacı gütseler de buralarda verilen eğitim, yetişecek olan insan gücünün Şiilikle mücadele edecek formatta yetiştirildiğini göstermektedir.

Medreseler 19. Asırda misyonerlik faaliyetlerine karşı tepkisel yarı merkezî ve yarı lokal bir güç olarak dikkat çekmektedir. Yine bu yıllarda 10 binleri bulan yabancı, azınlık ya da misyoner okul sayısı karşısında Osmanlı’nın ancak 70 tane idadi ve sultani okul ile sahada olduğu görülmüştür. Bu durum, söz konusu mücadele karşısındaki yerli blokun ne derece zayıf olduğunu göstermektedir. Netice itibariyle bu durum, Osmanlı topraklarının doğu-batısıyla ne kadar yabancı eğitim sistemlerinin etkisinde kaldığını göstermektedir.

  1. Yüzyılın başında 200 bin nüfusu olan Bağdat, bugün 7,5 milyon nüfusa sahip büyük bir şehirdir. Şehir içinde tarihî eserlerin çokluğu yanında yeni yerleşim yerlerinde yer alan modern yapılar, şehre tarihî gelişim ve değişim açısından panoramik bir silüet kazandırmaktadır.

Sonuç

Bugün gelmiş olduğumuz noktada Suriye’de resmî rakamlar 400 binden fazla kişinin öldüğünü, yaklaşık 60 bin kişinin kaybolduğunu göstermektedir. Halep özelinde düşünürsek birçok can ve mal kaybının yanında Emevi Camisinin minaresini ve avlusunu şehit veren şehir, havadan çekilen görüntülere bakıldığında hayalet bir kent görünümü kazanmış durumdadır. Uzun yılların medeniyet hamleleri bir bir emperyalist saldırılar karşısında teker teker yerle bir edilmiş haldedir.

Öte taraftan Bağdat’ın da içine düştüğü siyasi kriz, uzun bir süreden beridir çözülmeyi beklemektedir. Bu problemin içinden çıkmayı beceremediğimiz zaman da sorunlarımız bizleri içten içe kemirmektedir.

Bugün elimizde tarih boyunca cevher gibi korunup işlenmiş, ancak an itibariyle harabeye dönmüş iki kadim şehir bulunmaktadır. Bu şehirlerin sosyal, kültürel, idarî açıdan durumu, bütün İslâm âleminin yüreğini parçalamaktadır. Yeni bir azimle bu şehirler gibi İslâm medeniyetinin inşa ettiği birçok güzel şehrin makûs talihleri değiştirilebilir.Ama her şeyden önce kendimizi değiştirmekten başlamak zorundayız. Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?