İHH İnsani Yardım Vakfı, 1992 yılında ortaya çıkan Bosna Savaşı’na kayıtsız kalamayan gönüllülerin başlatmış olduğu insanî yardım çalışmalarının, 1995 yılında vakıf olarak yapılanması ile İstanbul’da hayat bulmuştur. Vakfın Kurucusu Av. Fehmi Bülent YILDIRIM’dır.
İHH İnsani Yardım Vakfı, savaş, işgal ve doğal afetler sonucu mağdur olmuş kişilere, yerlerinden edilmiş ve mülteci konumuna düşmüş ihtiyaç sahiplerine ulaşmakta; aynî ve nakdî yardımların yanı sıra kalıcı projelerle de desteklemektedir.
İHH İnsani Yardım Vakfı, acil yardım, sosyal yardım, eğitim ve sağlık yardımlarının yanı sıra insan hakları ihlallerine bağlı olarak ortaya çıkan mağduriyetleri giderme konularında da diplomasi faaliyeti yürütmektedir.
İHH İnsani Yardım Vakfı, Asya’dan Afrika’ya, Balkanlar’dan Uzakdoğu’ya dünyanın farklı bölgelerinde takip ettiği çalışmaların yanı sıra Türkiye coğrafyasında da önemli bir ihtiyaca cevap vermektedir. Vakfın halen genel başkanlığını sürdüren Av. F. Bülent YILDIRIM ile geride bırakılan çeyrek asrın ardından vakfın gelecek yüzyıl perspektifini, faaliyetlerini, karşılaştığı zorlukları, problem ve çözüm önerilerini konuştuğumuz röportajı siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Oktay: İHH yeni yüzyılda bir yardımlaşma örgütünün ötesine mi taşınıyor?
Yıldırım: İHH ‘İnsanî yardım’ kavramını günümüzde anlaşıldığı üzere sadece insanların fizikî ihtiyaçlarının giderilmesi olarak değil onun haklarının, onurunun korunması ve özgürlüklerinin temin edilmesi için yapılan her türlü faaliyet manasına geldiğine inanır. Bu amaçlar istikametinde yapılması gereken işler zamana ve zemine göre değişiklik arz etmektedir.
Daha öncelerde problemler ve etkileri lokal iken bugün hiçbir problemin lokal kalmadığı dünya genelinde etkilerinin olduğuna şahidiz. Bu durum bizi bir taraftan çalışma alanlarını genişletmeye, küresel manada çalışmaya ve makro planda iş birliğine zorlamaktadır. Yöneticiler ve karar mercilerinin var olan problemler karşısında duyarsız ve aciz olması, İHH gibi yardım kuruluşlarını sivil toplumun gücünden istifade ederek yeni ıslah ve kalkınma çalışmalarını yapmaya mecbur kılmıştır.
İçinde bulunduğumuz asırda gelişen iletişim ve ulaşım teknolojisinin de etkisiyle sivil toplum daha büyük sorumluluklar üstelenecek, sivil toplum kuruluşları yok sayılamayacak, pasif yönetilen olmanın ötesinde karar mercilerini etkileyeceklerdir.
İHH’nın 21. yüzyılda insanî işlere getirdiği açılım doğuda ve batıda birçok kuruluş tarafından örnek alınmaya başlanmıştır. Bu model bir taraftan ânı kurtarmaya çalışırken diğer taraftan problemlerin kaynaklarına inerek orta ve uzun vadeli çözümler üretme modelidir. Sadece sonuçlara odaklanmak değil sebepleri de ortaya çıkarmak ve çözüm üretme modelidir. Bu kapsamda eğitime ve kalkınmaya ağırlık verilmekte, insan eliyle oluşan krizlerin önlenmesi için her türlü yol kullanılmaktadır.
Oktay: İHH’nın sahada karşılaştığı problemler ve çözüm önerileri nelerdir?
Yıldırım: İHH beş kıtada, geniş bir coğrafyada çalışma yürüten, ihtiyaçları yerinde gören, bunların giderilmesi için duyarlılık oluşturan, her türlü riski alıp mağdur ve muhtaç olan herkese ulaşmaya çalışan bir kurumdur. Bu yolda elbette sayısız engeller ve zorluklarla da karşılaşılmaktadır. Sahada karşılaştığımız zorlukların başında güvenlik konusu gelmektedir. Çalışma önceliğimiz olan savaş ve kriz bölgeleri her türlü riski içinde barındırmaktadır. Temelinde siyasî çatışmalar olan bu bölgelerde mazlum insanlara yardım etmek zalimler tarafından hedef olmayı da beraberinde getirmektedir. Filistin halkına verilen destek sebebiyle israil’in, Suriye halkına verilen destek sebebiyle Suriye rejiminin, Doğu Türkistan halkına verilen destek sebebiyle Çin’in İHH ve İHH çalışanları aleyhinde propaganda yürüttükleri, iftiralar attıkları ve israil örneğinde olduğu gibi ölümle tehdit ettikleri bir vakıadır. Bizler en azından medya mensuplarının sahip olduğu dokunulmazlık statüsünün yardım çalışanlarına da verilmesini, yardım ulaştıran kişilerin ve kuruluşların lojistiklerinin uluslararası bir taahhütle korunmaya alınmasının zaruri olduğuna inanıyoruz.
Savaş, kriz ve doğal afetlere bağlı olarak dünyada ihtiyaç sahibi insanların sayısı hızla artmakta buna mukabil fon kaynakları azalmaktadır. Bu durum yardım kuruluşlarını çaresiz bırakmaktadır. Bazen de yeterli yardım ve onu ulaştıracak kapasite olmasına rağmen insanî yardım faaliyetlerinin önüne siyasî engeller konulmakta, ulaşım engellenmektedir. Suriye’nin kuşatma altındaki bölgelerine elimizde hazır bulunan yardımların ulaştırılamaması sebebiyle temel ihtiyaçların fiyatlarının yüz katına kadar çıkması ve bunları temin edemeyen insanların hayatlarını idame ettirebilmek için kedi ve köpek etleri yemeye dahi mecbur kalmaları bunun en vahim örneklerindendir. Başta Müslüman ülkeler olmak üzere imkânı olan bütün dünya insanlarının israftan tamamen uzaklaşarak sahip oldukları nimetleri inancımızın da gereği olarak mağdur ve muhtaçlarla paylaşımda daha hassas olunması gerekmektedir. Bu, dünya barışı ve istikrarı için kaçınılmaz bir durumdur.
Büyük çaplı afetler veya krizlerde lokal, ulusal ve uluslararası yardım kuruluşları arasında iş birliğinin artması gerekirken maalesef rekabetin arttığını gözlemliyoruz. Bu durum bağışçılar gözünde yardım kuruluşlarının güvenirliliğini sarsmakta ve bağışları olumsuz etkilemektedir. Dünyadaki var olan muhtaç ve fakir insan sayısı İHH gibi bir avuç insanî yardım kuruluşunun kapasitesinin çok üzerindedir. Yardım kuruluşları birbirlerini taklit etmek yerine tematik olarak iş paylaşımı yapıp birbirlerini desteklemelidir. İHH başta Suriye olmak üzere diğer birçok konuda Türkiyeli yardım kuruluşlarını ortak kampanyalar düzenlemeye davet etmiş, ama bunlarda arzu edilen başarı elde edilememiştir.
Global anlamda insanî yardım alanında çalışabilecek yeterli insan kaynağı gücümüzün olmadığını da söylemek gerekir. Yabancı dil, tecrübe ve alan uzmanlıkları insanî yardım çalışanlarının eksiklikleri olarak göze çarpıyor. Diğer pek çok meslek dalında olduğu gibi insanî yardım çalışanlarına yönelik eğitim mekanizmaları oluşturulmalıdır. Bu istikamette lisans, yüksek lisans ve hatta lise seviyesinde eğitimler verilmelidir.
Oktay: İHH’nın yardım faaliyetleri ile yapmak istediği balık vermek mi, balık tutmak mı ya da balığı pişirmeyi öğretmek mi?
Yıldırım: Günümüzde yaşanan insanî krizlere baktığımızda milyonlarca insanın evlerini, ailelerini, geçim kaynaklarını kaybettiğini ve bu insanların hayatta kalma mücadelesi verdiklerini görürüz. Her ne kadar balık tutmayı ve pişirmeyi öğretmek uzun vadede daha faydalı görünse de günlük yiyecekleri, ekmeği dahi zor bulan insanların balık tutmasını öğrenene kadar onların hayatta kalmalarına yardımcı olmak zorundayız. Bu türden yardımlar acil yardımlar kategorisinde verilmekte daha sonraki aşamalarda ise iyileştirme ve kalkınma odaklı projeler desteklenmektedir. Medya ve sosyal medya üzerinden insanların acil yardım çalışmalarını desteklemesi, ama kalkınmaya yönelik projelerde gerekli ihtimamı göstermemeleri yardım kuruluşlarının uzun vadeli çalışma yapmasını olumsuz etkilemektedir. Bu durumun bağışçıya iyi anlatılması gerekir. Ziraat fakültesi açmanın da en az ekmek vermek kadar kıymetli ve önemli olduğunun bilinmesi gerekir. Kıtlığın sürekli tehdit ettiği Somali halkına kalıcı çözüm üretmek için İHH’nın Somali’de başlattığı üniversite seviyesindeki ziraat eğitimleri sadece Somali için değil dünyanın birçok benzer ülkesi için de model oluşturmuştur.
Oktay: İslâm ülkelerindeki İHH partnerlerinin yardımlaşmaya katkısı nedir?
Yıldırım: İHH birlikte iş yaptığı kurumları sadece uygulayıcı partner olarak değil bulundukları bölgenin kalkınmasında rol oynayacak yerel bir aktör olarak görür. İHH projelerini çalıştığı her ülkede ofis açarak değil o ülkelerdeki yerel partnerler üzerinden yapmayı tercih eder ve İHH’nın dünyada 400’den fazla aktif partneri bulunmaktadır. İHH’nın çalıştığı küçük yerel kurumların zamanla büyüyerek ve gelişerek büyük yardım kuruluşları haline geldiği sıkça görülmüştür. Bu sayede İHH, partnerlerinin bulunduğu bölgelerde bir yardım mekanizmasının kurulmasına öncülük etmiş olmaktadır.
Yardım çalışmalarının dünya genelinde partnerler üzerinden yapılması muhtemel insanî yardım emperyalizminin önüne de geçmektedir. Bazı uluslararası yardım kuruluşlarının dünyanın her yerinde ofisler açarak yaptığı gibi hegemonya oluşturması yerine yerel aktörlerin kapasitesinin arttığı bir modeli benimsiyoruz. Zira uluslararası kuruluşlar herhangi bir sebeple çalıştıkları ülkeleri terk ettiğinde yerel insanî yardım kapasitesi ihtiyaçları karşılayabilecek düzeye gelmiş olmalıdır.
Oktay: Yeni yüzyılın yeni yardım yöntemleri mi, yoksa geleneğe devam mı?
Yıldırım: Buradaki gelenekten kasıt Osmanlı vakıf medeniyetin uygulamasında olduğu gibi İslâm’ın yardımlaşma müesseseleri ise itiraf etmek gerekir ki biz onların çok gerisindeyiz. Osmanlı örneğinde olduğu gibi eğitim, sağlık, sosyal kültürel ve diğer bütün hizmetlerin o dönemin sivil toplum kuruluşları sayacağımız vakıflar üzerinden yapılmış olması bugünün dünyasında hiçbir ülkenin ve onun sivil toplumunun ulaşamadığı bir seviyedir. Bu sistemin özünde Hâlik’i tazim ve mahlukata şefkat vardır. Yani Allah’ı yüceltip Allah’ın yarattığı her şeye hizmet etmek insanların gayesi olmuştur.
Devletin en üst yöneticilerinden tüccarlarına sanayicisinden akademisyenine herkes vakıfların kurucusu, yöneticisi veya destekçisi olmuştur. Öyle ki, bir insan vakıf hastanesinde dünyaya gelir, vakıf malı bir beşikte sallanır, vakıf okulunda okur, vakıftan maaş aldığı bir işte çalışır sonunda vakıf bir tabutla yine vakıf malı olan bir mezarlığa defnedilirdi. Geçtiğimiz yüzyılın başında bu medeniyet değeri kaybedilirken onu bugün en fazla taklit etmeye çalışan Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri de bu seviyenin çok gerilerindedir. Söz konusu bölgelerdeki vakıflar belki daha profesyonel, ama işin maneviyatından uzaktır. Bizim bu konudaki önerimiz geleneklerimizdeki bu manevi derinlikle çağımızın profesyonelliğini bir araya getirerek tekrar vakıf medeniyetini ihya etmek ve dünyaya refahı, barışı, istikrarı getiren aktörlerden olmaktır.
Oktay: Savaş bölgelerinde sürekli yardım faaliyetleri yürüten bir yardım kuruluşunun savaşı bitirmeye yönelik bir duruş sergilemesi ve masada aktif rol üstlenmesi mümkün mü?
Yıldırım: Kurulduğu günden bu yana çatışma bölgelerinde faaliyet gösteren bir yardım kuruluşu olarak çatışmaların sonuçlarından ziyade sebeplerine odaklanmamız gerektiğini fark eden bir kurumuz. Yürüttüğümüz geniş çaplı insanî yardım faaliyetlerine paralel olarak insanî diplomasi girişimlerimiz de sürekli devam etmektedir. İnsanları yardıma muhtaç eden sebepleri ortaya çıkarıp bunları ortadan kaldırmaya çalışmak da üzerinde yoğun çalıştığımız çalışma alanlarındandır. Bu yüzden insanî yardım, insan hakları ve insanî diplomasi vakfımızın birbirinden ayrılmaz üç temel sütunudur.
Çatışmaların temel sebebinin devletler ve devlet dışı silahlı gruplar olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda sivil toplum kuruluşlarının bu çatışmaları engellemek için yeterli güce sahip olduğunu söylemek gerçekçi olmaz. Bu konudaki asıl sorumlular Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve diğer devletlerarası kuruluşlar ile birlikte hükumetler olmasına rağmen maalesef çıkar çatışmaları sebebiyle hiçbir krize çözüm üretilememekte ve aksine daha da derinleştirilmektedir. Ancak bu bizleri çatışmaların ortasında kalmış ihtiyaç sahiplerine ulaşmak ve sivillerin hayatlarını kurtarmak için çalışmaktan alıkoyamaz. Bir çatışmayı engellemek, sivillerin tahliyesine imkân sağlamak, kuşatılmış bölgelere yardım koridoru açmak, kaçırılanların serbest kalmasını sağlamak için devlet ve devlet dışı aktörlerle insanî diplomasi altında görüşmeler yapılarak fevkalede sonuçların alınabileceğini vakfımız birçok kriz bölgesinde ispat etmiştir.
Somut örnek vermek gerekirse vakfımız Suriye, Libya, Irak krizlerinde taraflarla defalarca görüşmeler yapmış, şiddetin önlenmesi veya azaltılması hedefinde lokalde birçok olumlu sonuçlar elde etmiştir. Bu kapsamda binlerce insan savaş esiri özgürleştirilmiş, birçok çatışma önlenmiş, yaralılar ve kuşatma altındakiler tahliye edilmiş, insanî yardım koridorları açılmış ve birçok sivilin hayatı kurtarılmıştır.
Oktay: Yardım faaliyetleri İslâmî davet çalışmalarına ne tür faydalar sağlar?
Yıldırım: Müslümanlar, söz konusu mazlumlar ve muhtaçlar olunca yardım edecekleri insanların kimliklerini sormazlar, soramazlar. Müslümanların sorumluluğu sadece Müslümanlar değil yeryüzündeki bütün insanlığa yardım etmektir. Zira Allah müminleri yeryüzünün halifesi ve mimarı olarak görevlendirmiştir. Bizler bu kapsamda İslâm’ın sözlü tebliğinden daha çok onun yüce değerlerinin yapılan yardımlarla temsil edilmesi gerektiğine inanıyoruz. İHH olarak bu temsil görevimizi icra ederken mazlum ve muhtaç olan hiç kimsenin dini, etnik, renk farklılıklarına bakmayarak Japonya’dan Haiti’ye, Güney Afrika’dan Rusya’ya Arjantin’den Şili’ye bütün dünya insanlarına yardım etmeyi bir görev addettik. Buna ilaveten İslâm coğrafyasında veya Müslümanların azınlık yaşadığı bölgelerde ihtiyaçları olan cami, İslâm Merkezi, Kur’ân-ı Kerîm ve diğer dinî ihtiyaçların giderilmesi için sayısız projeleri hayata geçirdik.
Oktay: Verdiğiniz samimi cevaplardan dolayı teşekkür ederiz.