İslam’da Allah’ın emirleri doğrultusunda yaşayıp O’nun rızasını kazanmak için çaba sarf ederek gerektiğinde bu uğurda canını feda eden Müslüman’a şehit denir. İnsanın yaratılış gayesi ve yaşam seyri bu feda edişin ulviliği hakkında bize epeyce bir ipucu vermektedir.
Yarattıkları üzerinde sanatını göstermek isteyen Yüce Rabbimiz, kâinatı mükemmel bir düzende yaratmıştır ve geçip giden her zaman diliminde bu düzeni koruyarak yaratmaya devam etmektedir. Bu düzeni devam ettirmesi için ise insanoğlunu yaratmış ve ona akıl ile irade vererek sorumluluk almasını istemiştir. Yaratılan tüm varlıkların halifeliğini üstlenen insanoğlu, bu görevi ifa ederken karşılaştığı zorlukların üstesinden gelmek için büyük bir çaba sarf etmek zorunda kalmıştır. Çünkü dünya üzerinde inananlar ve bu halifelik görevini icra etmek üzere sorumluluk üstlenenler hep azınlıkta kalmıştır. Bu azınlığın verdiği mücadele bazen canını bu uğurda feda edebilme noktasına gelmiştir. Çünkü inanmayı reddeden ve düzeni korumaya karşı çıkan düşman, korunması emredilen akıl, nesil, can, mal, vatan ve namus gibi değerleri tehdit edebilmekte ve hatta bunlara tecavüze yeltenebilmektedir. Bu durumda insan bu değerleri korumak uğruna canını verebilmektedir. Bu kişilerin şehit sayılacağını Efendimiz’in (s.a.v), “Malı sebebiyle öldürülen kimse şehittir. Eşi ve çocukları için öldürülen veya canını korumak için öldürülen veya dini sebebiyle öldürülen kimse şehittir.” (Ebu Davud, Sünnet, 32.) hadisinden öğreniyoruz.

Şehit olma anlamına gelen şehadet kavramı, aynı zamanda bir şeye tanıklık etme, şahit olmak anlamlarına da gelir. Aynı anlamda kullanılma sebebi şehidin Allah’ın bu ayetine yani cennetlik olduğuna şahitlik etmesi, Allah katında yaşıyor olması ve rızıklandırılmasıdır. Oysa ölüm olayında bedenin öldüğü ve çürümek üzere toprağa bırakıldığı bilinmektedir. Şehidin rızıklandırılma olayını, ölmeyen ruhun akıbetini görerek mutlu olması ve cennet nimetleriyle rızıklandırılması olarak anlamak gerekir. Çünkü ölen ruh değil, bedendir. “Şehitler ölmez” sözü ise bu gerçeği ifade etmektedir. Allah yolunda öldürülenlerin ölü değil de şehit olarak adlandırılması ise onların, Allah’ın rızası için ödedikleri bedelin karşılığı olarak elde ettikleri saygın mertebenin sonucudur. Ayrıca şehitlerle ilgili diğer ayet ve hadislerden anlaşıldığı üzere şehitlerin kul hakkı hariç günahlarının bağışlanacağı, ahirette peygamberler, sıddıklar ve salihlerle beraber olacakları, ahirette yakınlarına da şefaatçi olacakları gibi başka mükâfatları da olacaktır.

Yüce Allah’ın katında bu kadar değerli bir makam olan şehitlik makamına erişebilmek için elbette ki Allah’ın rızası doğrultusunda bir yaşam sürmek ve yaşanan hayat boyunca şehitliği kalbinin, aklının bir köşesinde hedef olarak çizmek ve şehitliği arzulamak gerekmektedir. Efendimiz (s.a.v) de bu hususta sahabeye şehitliğin rüyasını görmelerini ve hedef olarak koymalarını tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ’dan bütün kalbiyle şehitlik dileyen bir kimse, yatağında ölse bile, Allah ona şehitlik mertebesini ihsan eder.” (Müslim, İmâre, 157; Nesâî, Cihâd, 36)

Günümüzde şehitlik için savaş meydanında ölmek gerektiği gibi bir algının yanlışlığını da nazara veren bu hadisten de anlayacağımız üzere şehitlik, sadece savaş meydanında canın verilmesi değil de hayatın her anında cihad şuuruyla yaşamak olarak anlaşılmalıdır. Bu arada cihad denilince de akla sadece savaş meydanları gelmemelidir. Cihadın dinî emirlerini öğrenerek bu emirlere göre yaşamak ve bu emirleri başkalarına da öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek anlamına geldiğini yani geniş bir anlam ihtiva ettiğini unutmamak gerekir. Gösterilen çabanın ve sergilenen örnek yaşam seyrinin bu konuda gösterge olması, şehitlerin hayatlarında izlenen bir gerçekliktir. Hasan el-Benna’ların, Ömer Muhtar’ların, Mavi Marmara şehitlerinin hayatlarına bakıldığında az zamanda çok hayırlı işler ortaya koydukları, yaşantıları ile adeta İslam’ın mükemmelliğine şahitlik ettikleri görülebilir. İslam’ın yaşanmasıyla gerçekleşecek mükemmel dünya düzenini tesis etme ve Allah’ın nurunu tamamlama vaadinin gerçekleşmesinde bir payeye sahip olma gayreti, onları hayatlarıyla bunu kanıtlamaya sevk etmiştir. Yani anlıyoruz ki iki tür şehit vardır; biri savaş meydanında vatanı, dini için canını feda ederek şehadet şerbetini içenler, diğeri de yatağında bile ölse hayatıyla şahitlik ederek yaşayan şehitlik mertebesini elde edenler.
Sözün özü, şehadet öncelikle şeksiz şüphesiz bir iman, imana dayalı sevgi, samimiyetle yerine getirilen ibadetler, hayatın imana şahitlik etmesi ve bu şahitliğin her türlü imtihana rağmen sadakatle süslenmesiyle elde edilecek bir mertebedir. Çünkü hedef olarak şehitliğin konulması, uğrunda çaba ve ter, dua dua gözyaşı dökülmesini ve gerektiğinde kanıyla bedel ödenmesini gerektirmektedir. Yüce Allah, bu arzuyla yanan kalpleri muradına erdirsin. (Âmin.)

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?