Hamd Allah’a, selam onun resulüne olsun. Allah insanları farklı kabilelerden, farklı ırklardan, farklı aşiretlerden yarattığını buyuruyor ve bunun sebebini de bizlere şöyle açıklamıştır: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.” Ayette de buyurduğu gibi kişinin ırkı meşrebi ne olursa olsun Allah bunu yadırgamıyor. Bilakis bu durum bizatihi Allah’ın dilemesiyle vakî olmuştur. İşte insanoğlu Allah’ın kendisine bahşetmiş olduğu akıl nimetini kullanarak kendisini her iki ahirette de felaha ulaştırabilir. Akıl ve kalp birlikte hareket ettiği takdirde kişi sağlıklı veriler elde edebilir. İman bir çobandır, akıl bir kuzudur, kuzu çobansız kaldığı vakit yem olmaya müsaittir. Allah’a samimi bir şekilde inanmak imanın en büyük göstergesidir. Bu iman üzerine müslümanca bir akıl ile yol alabiliriz çünkü; “Akıl bizim için iyi ve yeminli bir dosttur.
Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür.
Anlayış ve bilgi çok iyi şeydir; eğer bulursan, onları kullan.
Akıl bir meşaledir. Kör için göz, ölü vücut için can, dilsiz için sözdür.” Evet aklımızı en güzel aklın süsü olan sözle ifade edebiliriz ve bu gelişi güzel ifadeler olmamalı. Müslümana yakışan kendisini İslamiyetle yekvücut olarak bulmasıdır. Yani Müslümanlar İslamiyeti içselleştirdiği vakit İslam düşüncesini, İslam felsefesini kavramış ve onu ifade etmiş olur. Aksi takdirde mensubu olduğumuz İslamı anlamamış olur ve İslamiyetten uzak sadece salt Müslüman bir kimlikle yaşamış oluruz. Müslüman feraset sahibi kişidir; bin düşünür bir söyler, bin söyleyip bir düşünürse söylediklerinin yüzde doksan dokuzunu heba etmiş olur. Evet müslümanca bir akıl diyoruz, çünkü yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim ve onun nasıl hayata tatbik edileceğini bize öğreten sünnet, aklını kullanan kimselere hitap etmektedir. Yani Kur’an ve sünnet akla değil, akıllı kimselere hitap etmektedir. İşte sünnet-i seniyeyi kalplerinde taşıyan kimseler Kur’an ve sünnetin hitabıyla muhatap olan kimselerdir. Kur’an bize İslamın ne olduğunu izah ederken sünnet ise bizlere Kur’an’ın nasıl uygulanacağını öğretiyor. Teşbihte hata olmasın, araba üreten bir fabrikanın mühendisi bize arabanın ne olduğunu izah ederken, arabanın bölümlerini tanıtırken, araba sürmeyi bilmeyen birine araba nasıl kullanılır, nerelerde durması gerektiğini nerelerde geçmesi gerektiğini kurallara uymadığı takdirde ne gibi müeyyidelerle karşılaşacağını kendisine bildirilir ve ona göre hareket eder. İşte bizim durumumuz da böyledir, arabanın ne olduğunu bilmek kâfi gelmiyor. Arabayı kurallarına riayet ederek kullanmak gerekmektedir. Aksi takdirde arabayı kullanmayı bilmezsek, arabanın var olması bir anlam ifade etmez. Sözün özü bizler mensubu olduğumuz dini sağa, sola ve ifrat, tefrite girmeden dinin bir parçasını değil de tam anlamıyla kucaklarsak bizler her iki cihanda da mutluluğa ulaşabiliriz. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin şu veciz ifadesi çok manidardır. “Allah’ını bulan neyi kaybetmiştir, Allah’ını kaybeden neyi bulmuştur.” Evet şöyle dönüp arkamıza baktığımızda neler kaybetmişiz veya neler elde etmişiz diye bir hesap yapmalıyız.

Selam ve dua ile

GÖKHAN ULUS
HARRAN İLAHİYAT ÖĞRENCİSİ

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?