28 Şubat… Yarım kalmış hayatların, kaybolan yılların hikâyesi. Özellikle başörtülü üniversite gençliğine yapılan haksızlıkların ve zulümlerin sembolü bir tarih… 28 Şubat sürecinde yaşatılan travmaları üzerlerinden uzun süre atamayan mazlum bir nesil… Yazılanlar, yaşananların kelimelere dökülebilen az bir kısmıdır.

Şair Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi:
“Ağlarım, ağlatamam; hissederim söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım!”

Türkiye’nin geçirmiş olduğu en kara dönemlerden birine şahit olmanın derin yarası, her daim acıyla hafızalarımızda kalacak. Bir üniversiteli olma hayali ile sevdiğim bir şehirde, Konya’da güzel geçirilecek yılların ümidi ve heyecanı ile Selçuk Üniversitesi’nde eğitimime başladım. Sosyal ve kültürel aktivitelerle dopdolu geçen güzel iki yılın ardından başlayan baskılar, yasaklar ve zulümler. Bin yıl sürecek denilen zihniyetin, başörtülülere bırakın üniversitelerde okumayı, keyfi bir kamusal alan tanımıyla kamusal alanda görünme hakkını bile yasaklayan 28 Şubat kararları…

Şubat daha bir soğuktu o yıl, bedenleri değil yürekleri titretiyordu. Kalpler hüzünlü, gözler yaşlı olsa da başımızda ayet taşımanın bilinci ile dimdik duruyorduk. Okulda başarılı ve sevilen öğrencilerdik; ancak yasaklar başlayınca hocaların bize karşı değişen yaklaşımlarına ve tavırlarına şahit olduk. Öğrenci dostu görünümlü hocaların gerçek yüzünü ortaya çıkaran, onları okulun koridorlarında birer başörtülü öğrenci avcısına dönüştüren kâbus dolu günler ve ikna odaları… İşte bu karanlık günlerde hayallerimiz ile inancımız ve İslami yaşantımız arasında tercih yapmaya zorlandık.
Sadece inancı gereği başını örten kızlara uyarma, kınama, uzaklaştırma cezalarının uygulanmasına gerekçe gösterilen 28 Şubat kararları… Cezalarla yıldırılmaya ve başörtümüzü çıkarmaya zorlansak da aldığımız bu cezalar bizi davamızdan vazgeçiremedi ama hayallerimizden uzaklaştırdı.
Bütün bunların yanında “başörtüsü teferruattır” diyen köhne zihniyetin etkisinde kalan kimi öğrencilerin hemen başörtülerini açarak emre uymaları ile baskılar artırıldı. Buna rağmen inancının gereğinden vazgeçemediği için okuldan uzaklaştırma cezası alan öğrenciler, çaresizlikler içinde birçok mağduriyet yaşadı.
Uzaklaştırıldığı hâlde ailesine söyleyemeyen, memleketine gidemeyen, öğrenci evlerinin ve yurtların sessiz ve soğuk odalarında ağlayan, baskılara karşı direnemeyip başını açan veya peruk takan ve bunu yaparken gözyaşlarını içine akıtan kızlar… Okul girişlerine kurulan kulübelerde başını açıp hızlı adımlarla sınıflarına giderken yaşadığı ikilemden, üzüntüden başını kaldıramayan kızlar…

Bir süre sonra perukla da okul binalarına ve kampüse girilmesine izin verilmeyince “ne olacak, başını aç ve okulunu bitir” diyen ailelerin baskısı altında kalanlar için akla gelebilecek en zor seçimi yapmak zorunda kalmak… Hıçkırıklar arasında “okulumu bitirmem lazım, ama saçlarımı da onlara göstermeyeceğim, vallahi de göstermeyeceğim, billahi de göstermeyeceğim, saçımı kazıtacağım” diyen oda arkadaşım. Bir an için “Aklını mı oynattı bu kız?” diye düşündüysem de kısa bir süre sonra kuaförde kesilen ve kazıtılan saçların yere dökülmesiyle son bulan acı bir kararlılık… Dökülen saçlarla birlikte kuaför dâhil şahit olanların gözlerinden akan yaşlar… Sabah okula gidip kazıtılmış saçları gören hocalarının “Senin bu yaptığın bir protestodur, hakkında işlem yapılacak” tehdidi ile karşılaşmanın şoku…

Bu şekilde devam eden günlerde sorunun çözümü için ülkemizde ve belki de dünyada ilk defa yapılmış en büyük sivil eylem olan “inanca saygı, düşünceye özgürlük için el ele eylemi”… Toplumun her kesiminden ve her yaş grubundan hakkı ve adaleti savunmak için 1998 yılının 11 Ekim’inde saat 11.00’da bir insan zinciri oluşturuldu. Sonrasında oturma eylemleri, basın açıklamaları, hukuki süreçler fakat hiçbirinden sonuç alınamadı. Son dönemde aldığımız 4 aylık uzaklaştırmayla okulunu, arkadaşlarını ve hayallerini geride bırakarak eşyalarımızı toplayıp vedalaşarak memlekete döndük. Bu satırları yazarken bile o günlerin acısını hissederek hüzünleniyorum.
Okul hayatımız bitti ama umudumuz hiç bitmedi. Hayalleri, emekleri, en verimli yılları çalınmış bir neslin parçası olmak… Yaşanan tüm baskı, yıldırma ve yasaklamalara karşın azimli bir şekilde istikamet üzerinde olmaktan, kendini yetiştirmekten vazgeçmemiş bir neslin üyesi olmak… Okuma aşkımızı asla bitiremediler. 28 Şubat’ın vakarlı kızları olarak “okumanın yaşı olmaz” düşüncesiyle yıllar sonra çocuklarımızla beraber ikinci hatta üçüncü üniversiteleri bitirdik. Bu zulmün şahitleri olarak, hiç sapmadan gayretle yolumuza devam ettik.

Bin yıl sürecek denilen zulüm, hamdolsun on yıl bile sürmedi. Ama ülkeye verdiği zararlar uzun süre devam etti. 28 Şubat sürecini yaşamış kişiler olarak, zulmün sembolü zihniyeti ve yaşattıklarını yeni nesillere aktarabilme düşüncesiyle “Yaşayanların Kaleminden” adıyla o dönemde yaşadıklarımızı kitaplaştırdık. Amacımız bu dönemdeki zulmü iliklerine kadar hissetmiş ve hâlâ pes etmemiş başı dik kadınlar olarak, mücadelemizin genç nesiller tarafından daha iyi anlaşılması, benzer zulümlerin ve mağduriyetlerin tekrar yaşanmaması için geleceğe ışık tutmaktır. Allahtan temennimiz, adalete, barışa ve huzura vesile olmasıdır.
28 Şubat bizi mağdur etti fakat aynı zamanda hayata dair çok dersler de verdi bize. Şartlar ve araçlar değişse de azmettikten sonra Allah rızası için O’nun yolunda mücadele edilebilecek yolların var olduğunu ve Hakk için yapılan fedakârlığın bereketini gördük.
Bu dönemin şahitleri olmaktan onurlu ve gururluyuz. Haksızlıklar karşısında haklının yanında yılmadan durabilecek ahlaklı ve erdemli bir nesil yetiştirebilme derdi ve duası ile Rabbim müminlerin aleyhine zalimlere bir daha fırsat vermesin ve o günleri hiç kimseye yaşatmasın.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?